PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK
PSİKOTERAPİLER  
  ANA SAYFA
  İletişim
  ERİCH FROMM VE HÜMANİSTİK PSİKANALİZ
  DİNAMİK PSİKOTERAPİ
  KAREN HORNEY VE BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM
  AKILCI-DUYGUSAL TERAPİ
  ROGERS ve BİREY MERKEZLİ DANIŞMA YAKLAŞIMI
  GERÇEKLİK TERAPİSİ
  GEŞTALT TERAPİ ( F. PERLS )
  Holistik Tedavi
  VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ
  AYNA TERAPİSİ
  BİBLİO TERAPİ
  BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ
  BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ
  Bilişsel Davranışçı Oyun Terapisi
  Bütünleyici Bireysel Terapi ( BBT )
  çözüm odaklı kısa süreli yaklaşım
  EMDR TERAPİ
  ERİCKSONİAN PSİKOTERAPİ
  E-TERAPİ
  Feminist terapi
  FOTOTERAPİ (IŞIK TERAPİSİ)
  Hidro Terapi
  HİLL & O'BRİEN TERAPİSİ
  HÜCUM TERAPİSİ
  JUNG TERAPİ
  LOGOTERAPİ
  Müzik Terapi
  Oyun Terapisi
  Pozitif Psikoterapi
  Sine-Terapi
  ŞEMA TERAPİ
  HİPNO-TERAPİ
  AİLE DANIŞMANLIĞI
  CİNSEL TERAPİ
  ERGENLİK PSİKOLOJİSİ
  LİNK
  ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
  nevzat tarhan
  Konuşma ve Dil Terapisi
  ÇOCUK RESMİNİN GELİŞİM AŞAMALARI
  PSİKOTERAPİ TÜRLERİ
  HİPPOTERAPİ
  Yiğidi Öldür Terapi Deme!
  Duanın Psikolojik ve Sosyolojik Faydaları
  PSİKOLOJİK DANIŞMA İLKE VE TEKNİKLERİ
  Ön Görüşme Sürecinin Öğeleri
  TERAPÖTİK İTTİFAK VE İLİŞKİ
  DOĞU HİKAYELERİYLE PSİKOTERAPİ
  empati ve empatiyi iletme
  İLK GÖRÜŞME
  Seçmeci (Eclectic) Yaklaşım
  PSİKOLOJİK DANIŞMANIN SAHİP OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER
  Psikolojik Danışma Süreci
  Psikolojik Danışmada Danışmanın Rolü ve İşlevi
  Psikolojik Danışmanın Amaçları
  psikolojik yardım aşamaları
  kendini tanıma rehberi
  KİŞİLİK TESTİ
  DEPRESYON
  Depresyon Testi
  STRESE DAYANIKLILIK ÖLÇEĞİ
  HAFIZANIZI GÜÇLENDİRMEK İÇİN 8 ADIM
  ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI
  NE KADAR PANİKSİNİZ?
  DUYGUSAL ZEKA TESTİ
  Hipnoz ve Depresyon
  Hipnoz ve kötü alışkanlıklar
  Hipnoz, Çözülme ve Travma
  HİPNOZ VE KONVERSİYON BOZUKLUKLARI
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarının Kontrolünde Hipnoz
  ŞİŞMANLIKTA HİPNOTERAPİ
  Yeme Bozuklukları ve hipnoz
  Zeka Geliştirmek İçin 5 Yöntem
  Adleryan Terapi Teknikleri
  KENDİNİZİ DERS ÇALIŞMAYA NASIL KONSANTRE EDEBİLİRSİNİZ?
  BİOENERJİ
  EMPATİ
  Evlilikte Stres Kaynakları
  Stres ve Manevi Yaşam
  Stres ve Sabır
  Stres
  Kendi stresini yönetmede teknikler
  Stres’in Etkileri
  pozitif stres yönetimi
  GRUP PSİKOTERAPİSİNDE DEĞİŞMEYE YOL AÇAN SAĞALTICI FAKTÖRLER
  Grupla Psikolojik Danışma
  ÇOCUKLARDA DÜŞÜNME BECERİLERİ NASIL GELİŞTİRİLİR?
  Zeki çocuklar yetiştirmenin püf noktası
  Bediüzzaman'ın Eğitim Yaklaşımı
  İnsan problemlerine Kur’ân’î çözümler
  Proaktiflik ya da Reaktiflik
  Tûl-i Emel
  Bediüzzaman'a Göre Bilimin Değeri
  Akıl ve Duygular
  Akla Uygunlaştırma
  Aşırı girişkenlik
  Bastırma Mekanizması
  Belirsizlikler İçinde Aranan Güven Duygusu
  Birlik ruhu için şeffafiyet
  Depersonalizasyon
  Duygu Çağı
  En ucuz enerji kaynağı: Tebessüm ve selâm
  Güzelliğin yeniden tanımlanması
  Hayat ve Anlamı
  Hayat yolculuğunda çelişkili duygular
  İç Sesler
  İnancın Sosyolojik Boyutu
  İnsanlık Peygamberlere Muhtaçtır
  Kendini Gözlemleme
  Korkularımız
  Kulluk Psikolojisi
  Mutluluk Öze Dönmekle Olur
  Olayların gerçek boyutu
  Olumlu olmak
  Ölümü Düşünmemek Başını Gaflet Kumuna Sokmaktır
  Savunma Mekanizmaları ve Başaçıkma Şekilleri
  Suçluluk duygusu
  Şefkat
  Varlığın besmelesi olan sevgi
  Varlığın öz enerjisi: Muhabbet
  GESSELL GELİŞİM TESTİ
  Hipnoterapi nasıl uygulanır
  Hipnoz Hastasının Özellikleri
  Hipnotik Seansın Özellikleri
  Hipnoz Nasıl Uygulanır
  Hipnoz Nedir
  Hipnoz Teknikleri
  hipnozda uyulması gereken kurallar
  hipnozun uygulanmaması gereken haller
  Hızlı Hipnoz Tekniği
  Kendi Kendini Hipnoz (Oto-Hipnoz)
  ÖRNEK HİPNOTİK ENDÜKSİYON
  HİPNOZ HAKKINDAKİ MİT (BATIL DÜŞÜNCELER)'LER
  AİLE TERAPİSİ UYGULAMASINDA TEROPÖTİK YAKLAŞIM
  Aile ve Evlilik Terapisinde Amaçlar
  AİLE TERAPİSİ ÖZEL NOTLAR
  aile terapisi uygulama örnekleri
  Aile-Evlilik-İlişki Terapisi Nedir
  Evlilik Problemleri Nasıl Çözülür: 9 Öneri
  PSİKODİNAMİK VE BOWEN AİLE TERAPİLERİ
  YAŞANTISAL AİLE TERAPİSİ
  AİLE İÇİ PROBLEMLER VE ÇÖZÜM YOLLARI
  Cinsel Danışma ve Rehberlik - Uygulama
  CİNSEL TERAPİDE EV ÖDEVLERİ
  Cinsel Sorunlarda Hipnoterapi
  Holistik Cinsel Terapi
  CİNSEL PROBLEMLER
  ERGENLERLE İLETİŞİM
  ERGENLİKTE DİN VE AHLAK GELİŞİMİ
  ERGENLİK (PUBERTE) DÖNEMİ FİZYOLOJİK GELİŞİM
  ERGENLİK VE KİMLİK BOCALAMASI
  ERGENLİK DÖNEMİ ARKADAŞ İLİŞKİLERİ
  ERGENLİK DÖNEMİNDEKİ BİLİŞSEL GELİŞİM
  ERGENLİKTE CİNSEL GELİŞME
  GENÇ KIZ SAĞLIĞI
  ERGENLİKTE DAVRANIM BOZUKLUKLARI
  ERGENLİKTE DUYGUSAL GELİŞİM
  ERGENLİKTE MADDE BAĞIMLILIĞI
  ERGENLİKTE TOPLUMSAL GELİŞİM
  SOSYAL FOBİ
  ÖZGÜL FOBİ-2
  Psikolojik Rapor Yazma
  Gazali'nin Motivasyon Teorisi
  Hz. Muhammedin Evlilik Hayatı Ve Tavsiyeleri
  HİPNOZ
  HİPNOZ TEKNİKLERİ
  BİLİŞSEL-GELİŞİMSEL TERAPİDE HİPNOZUN KULLANIMI
  Hipnoz ve Depresyon-1
  HİPNOZ VE KÖTÜ ALIŞKANLIKLAR
  HİPNOZ ve Yeme Bozuklukları
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarının Tedavisinde-üstesinden gelinmesinde –yönetiminde (management) Hipnozun kullanımı
  Hipnoz ve Anıların Çağrımı
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarında Hipnoz
  KONVERSİYON BOZUKLUKLARI
  ŞİŞMANLIKTA HİPNOTERAPİ-1
  Hipnoz, Çözülme ve Travma-1
  Kişilik ve Psikotik Bozukluklar
  HİPNOTİK TELKİNLER İÇİN CÜMLELER KURMA
  Affect Bridge (Hipnoanalitik Yöntem)
  STEIN’İN SIKILMIŞ YUMRUK TEKNİĞİ
  KENDİLİK DEĞERİNİ ARTTIRMA ÖNERİLERİ
  BECK UMUTSUZLUK ÖLÇEĞİ
  BEİER CÜMLE TAMAMLAMA TESTİ
  COOPERSMıTH ÖZSAYGI ENVANTERİ
  CORNEL İNDEX TESTİ
  SCL–90-R
  RATHUS ATILGANLIK ENVANTERİ
  PSİKOLOJİK DANIŞMA--Temel Öğeler
  TERAPÖTİK İLETİŞİM
  KISKANÇLIK
  Risale-i Nur'dan Sosyal Problemlere Reçeteler 1
  Risale-i Nur'dan Sosyal Problemlere Reçeteler 2
  OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUĞU
  PANİK BOZUKLUĞU - PANİK ATAK
  TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
  Alzheimer
Sine-Terapi

 Sine-Terapi Nedir?

 

Sinemanın insan üzerinde yarattığı korku, heyecan, öfke, sevinç, coşku ve aşk gibi duyguların işlenmesine, analizine ve olumlu modelleme temellerine danan bir yöntemdir sinema terapisi. Bu yöntemle duyguların artan şiddetini terapilerimizde itici ekstra bir güç olarak kullanırız.Filmde işlenen konu ve karakterler üzerinden analizler yapılıp danışanlarımızın doğrudan yaşadıkları sorunla alakalandırırız. Hikayeler ve metaforlar üzerinden yapılan psikoterapiler için etkili bir araçtır sine-terapi. Sinema, hikaye ve metaforlar anlamında geniş bir kaynak gibidir. Sanki gerçek yaşamın tamamı damıtılarak sinemada sunulur bizlere. İnsana dair ne varsa sinemada bulmak mümkündür. Bu zenginlik görsel ve işitsel yönü ile insan üzerinde derin etkiler ve duygusal dalgalanmalar yaratır. Amacımız sinemanın insan üzerinde yarattığı duygusal esinti ile yelkenlerimizi doldurup psikoterapi yolculuğunda daha hızlı yol almaktır.

Ayrıca danışanlarımızın film üzerine yaptıkları konuşmalar, analizler onların stresle baş etme stratejileri, kimlik örüntüleri ve bilinçdışı savunma düzenekleri hakkında bize net bilgiler verir. Bu bilgilari de psikoterapilerimizin bir parçası haline getiririz.Yaptığımız çalışmalarda filmleri 3 boyutlu olarak anlamaya ve analiz etmeye gayret ediyoruz. Bunun için filmi nasıl izlemeleri gerektiği ile ilgili kısa bir bilgilendirmenin ardından, önceden belirlediğimiz filmle ilgili sorular veriyor ve bunla ilgili düşüncelerini yazmalarını istiyoruz.

1)Bir filmi seyrederken yanlıca senaryoda geçen konuyu takip edebilirsiniz. Bu genellikle herkesin yaptığı gibi konuyu takip etmekten ibarettir.
2)Senaristin konu içerisine gizlediği sembolik mesajları yakalayabilirsiniz. Burada konunun ötesinde filmde verilmek istenen mesajı algılarsınız.
3)Senaristin de düşünmediği, ancak senaryoyu yazarken istemeden beyaz perdeye yansıttığı bilinçdışını analiz edebilirsiniz. Tahmin edebileceğiniz gibi asıl bizim üzerinde durduğumuz kısım.

Analizde ağırlık 2 ve 3. boyut üzerinde toplanıyor. Bunun sebebi şu; Bir filmde senaristin bilinçdışı o fark etmeden beyaz perdeye yansımış ise ve bu film kitleler tarafından büyük bir coşku ile karşılanıyor ve insanları akın akın sinemaya çekiyorsa, film bilinçdışımızda evrensel bir çelişkiye, sıkıntıya temas ediyor demektir. Evrensel düzeydeki bir bir çelişki ise herkeste ortaktır. Analiz edilmesi, işlenmesi en temeldeki dürtülerimize deşarj imkanı verecektir.

http://www.analitikpsikoloji.com

 

 

 Film Gibi Terapi

 

Ödüllü Hollywood filmlerinin kahramanları artık psikoterapilerde hastalara şifa dağıtıyor
HAMBURG - 'Star Wars, Güllerin Savaşı, Aslan Kral, Forrest Gump, Mr. Doubtfire, Bizi Ayıran Nehir...' Gösterime girdiği yıllarda çok konuşulan bu filmlerin konuları farklı da olsa ortak bir yanları var. Hepsi de psikoterapideki hastaların rahat-laması ve düşündüklerini rahatça aktarabilmesi için adeta bir 'araç' olarak kullanılıyor.
ABD ve İngiltere'de yaygınlaşmaya başlayan 'Movie Therapy'de (sinema terapi) psikoterapistler hastalarının sorunlarını dinleyip analiz ettikten sonra onları 'Freud koltuğu'na yatırıp bir güzel film seyrettiriyor. Ancak bu terapi bir tek film eleştirmenlerine ve ağır psikolojik rahatsızlığı olanlara kesinlikle tavsiye edilmiyor.
En kahraman benim!
Birçok kişi seyrettiği filmlerin kahramanlarından etkilenip kendilerini onların yerine koyabiliyor. Bundan yola çıkarak sinema terapiyi ilk kez profesyonelce seanslarına taşıyanlar ise ABD'li psikoterapist çift David Cambronne ve Jan Hasley olmuş. "İnsan kendine benzeyeni seyretmek ister. Biz de bunu gözlemleyerek terapilerimizi geliştirdik" diyen Cambronne ve Hasley'in metodunu şu anda yalnızca ABD'de 200 psikoterapist muayenehanelerine taşımış.
'Rent Two Films and Let's Talk in the Morning' adlı bir de kitap yazan terapist çift, sorunlarına yardımcı olabilecek 120 film öneriyor. Çünkü film yaratıcılığının, sorunlara değişik çözümler bulmada yardımcı olduğunu düşünüyorlar. İşte Cambronne ve Hasley'in kitaptaki tavsiyelerinden birkaçı: "Negatif mi düşünüyorsunuz? Umutsuz musunuz? O zaman Schindler'in Listesi'ni seyretmelisiniz. Korkuyor musunuz? Cesaretiniz mi kırıldı? Size tavsiyemiz Aslan Kral çizgi filmi olacak. Seks problemleriniz varsa ilk etapta Temel İçgüdü filmini öneririz."
Aslında onlara da ilham veren ise MÖ 384-322 yılları arasında yaşamış olan Yunanlı filozof Aristo. Zamanında bir tiyatro oyununun etkilerini tasvir eden Aristo, Yunanlıların trajik bir oyun sırasında oyuncuların acılarına ortak olup böylece sıkıntı veren düşüncelerden 'arındık-
larını' gözlemlemiş. "Filmdeki sahneler insanları zaman zaman etkileyip yeri geldiğinde de rahatsız edebiliyor. Bütün bunlar da bizim için bastırılmış duyguların ve travmaların çözümünde anahtar tepkiler oluyor" diyen Hasley, itfaiyeci, polis ya da gardiyan gibi karakterlerin ön planda olduğu ve sıkıntılarını anlattığı filmlerin çok önemli mesajlar taşıdığını vurguluyor. Ancak terapi olmadan tek başına film seyretmek yardımcı olmuyor. En iyi ve etkili çözüm eve bir video ya da DVD alıp, haftada iki akşam seyrettiğiniz filmleri ertesi sabah terapistinizle konuşmak.
Duvarlar yıkılıyor
California State Üniversitesi'nde Kürsü Başkanı Stuart Fischoff ise bu terapileri "Hollywood bizi görsel efektleriyle hayal dünyasında gezdiriyor. Bazen öyle konular işleniyor ki, terapistle hastanın konuşamadığı şeylerle karşı karşıya getiriyor" diye ifade ediyor. Örneğin sıradan bir kahramanın söylediklerini dinleyen hasta acı çektiği ve rahatça kendini, ifade edemediği konuları filmler sayesinde bilinçaltına hapsetmekten vazgeçiyor. Böylece terapistiyle arasına koyduğu duvar da yıkılıyor.

Radikal

 

 

 Bu Bir Terapi Filmi

 

Yönetmen Cem Başeskioğlu 'Sen Ne Dilersen'in bir terapi filmi olduğunu söylüyor. Başeskioğlu, ilhamını 1960'ların Türk sinemasından alan bir film çekmiş
İSTANBUL - 'Sen Ne Dilersen' hem yapımcı Kara Film'in hem de yönetmen Cem Başeskioğlu'nun ilk filmi. İki taraf, film Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden sonra yeniden kurgu odasına gittiği vakit Başeskioğlu'nun deyişiyle 'kötü bir basın danışmanının çok gayri ahlaki' tavrı nedeniyle karşı karşıya getirilmek istendi. Amaç, reklamın iyisi kötüsü olmaz fikriyle filmin reklamını yapmakmış. Neyse o basın danışmanına yol verilmiş de işler yoluna girmiş. 'Sen Ne Dilersen' gösterim için yeniden kurgulanıp 115 dakikaya düşürülerek gösterime girdi. Hemen belirtelim bu kurgu yapımcılarla yönetmenin bilgisi dahilinde yapıldı. Yani ortada bir problem yok.
Henüz öğrenciyken 1993'te çektiği ilk kısa filmi 'Dat Poenas Luidata Fides' ile 7. Adana Altın Koza Kısa Film Yarışması'nda mansiyon kazanan Başeskioğlu uzun yıllar çeşitli yapımlarda kostümcü olarak çalıştığı için sinema dünyasının yakından tanıdığı bir isim. Başeskioğlu ilk filminde Eleni adlı bir kadının dramından yola çıkarak insan ilişkilerine odaklanıyor. Eleni hastadır ve öleceğini öğrenir. Onu endişelendiren ölümünden sonra özürlü kızının ne olacağıdır. Bu endişe yüzünden yıllar sonra Tanrı'ya sığınır. Ama Eleni'nin kızına desteği, sokakta yaşayan iki kardeş verecektir.
Işık Yenersu, Fikret Kuşkan, Işın Karaca, Zeynep Eronat, Yıldız Kenter, Ahmet Mümtaz Taylan, Haldun Boysan, Okan Yalabık'ın rol aldığı film 1960'lı yılların Türk sinemasından feyz alıyor. Aslında bu bilinçli bir seçim. Çünkü Başeskioğlu 16 yıl önce filmin senaryosunu yazarken 'öyle bir senaryo yazayım ki o dünyayı yeniden yaratayım, o sinemanın bütün türüklerini doğru formüle ederek kullanayım' diyerek işe başlamış. Böylece ortaya 'Sen Ne Dilersen' çıkmış.
Bu kurgu hikâyesi nedir? Antalya sonrası 'Sen Ne Dilersen' yönetmeninin onayı olmadan yeniden kurgulanacak' diye haber geldi bize. Bu kurgu nedeniyle siz yapımcılarınızla bir sorun mu yaşadınız?
O olay kötü bir basın danışmanının çok gayri ahlaki olarak 'ben bu filmin reklamını nasıl yaparım' diye düşünüp kendince bulduğu bir yöntemden kaynaklanıyor. Filmin reklamını yapmak için benimle yapımcıları birbirine düşürmüş gibi göstermek istedi. 'Sen Ne Dilersen' benim gibi Kara Film'in de ilk filmi. Böyle bir durum olsa hangi yönetmen onlarla çalışır bundan sonra.
Ama film yeniden kurgulandı.
Eğer yönetmen filmin yapımcısı ise 'Ben bu filmi kendim için çektim' deme lüksüne sahiptir. Ama yapımcıyla çalışan hiçbir yönetmenin böyle bir lüksü yok. Ben kendi paramla bu filmi çekmiş olsaydım filmimi kısaltmazdım. Türkiye'de dağıtımcıların ve sinemacıların bir kuralı var. Türk filmlerini dört seans göstermiyorlar. Beş seans gösteriyorlar. Filmin ticari gösterimi için 115 dakikalık bir versiyonunu yaptık. Ama Antalya'da gösterilen 130 dakikalık versiyonunu çöpe atmadık.
Peki bu versiyonlar sizin bilginiz dahilinde yapıldı herhalde...
Evet bütün bunlar konuşularak yapıldı. Benim yapımcılarımla bir sorunum yok. Onlar benden şimdi iki film daha istiyorlar. İşte o basın danışmanının yüzünden. Adam benim kariyerimle oynadı. Ama insanlar iki versiyonunu da seviyor. Filmin DVD'sinde bütün versiyonlar olacak. İsteyen alsın filmi bilgisayarda kurgulayıp kendi versiyonu yapsın onu izlesin. Film benden çıktı artık.
Senaryoyu 16 yıl önce yazmışsınız. İlk hangi duygudan yola çıkarak böyle bir senaryoyu yazdınız? Çünkü film çoğu zaman insanın duygu dünyasında dolaşıyor.
Bu senaryoyu yazarken benim üç tane temel derdim vardı. Birincisi sinemayla ilgiliydi. Ben Türk sinemasıyla hiçbir zaman barışamadım. Çünkü Türk sinemasından bahsedemiyorduk. Evet, Yılmaz Güney, Metin Erksan,
Atıf Yılmaz, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan sinemasından bahsedebiliyoruz. Ama bir Türk sinemasından bahsetmek zor bence. Buna rağmen Türk sineması deyince insanların aklına hep 1960'larda çekilen siyah-beyaz filmler geliyor. O dönemde yönetmenler kendi yaşadıkları toplumun değerlerine göre bir sinema yaratmışlar. İyiliğin ve dürüstlüğün kazandığı, bıçkın delikanlıların, iyi mahalle kızlarının, kırgın âşıkların yer aldığı bir sinema, melodram yani. Biz bu sinemayı niye günümüze taşıyamamışız onu düşündüm. Çünkü bazı formülasyon hataları vardı senaryolarda. Ben de kendi kendime 'öyle bir senaryo yazayım ki o dünyayı yeniden yaratayım, o sinemanın bütün trüklerini doğru formüle ederek kullanayım' dedim.
İkincisi ise hayatla ilgiliydi. İnsanlar birbirine karşı gaddarlar artık. 16 yıl önce kendi kendime şu soruyu sordum: "Neden kendi hayatları için mucize bekleyen insanlar başka hayatlar için muzice olabileceklerini görmüyorlar?" Üçüncüsü ise inançlarım ve varoluşumla ilgiliydi. Bu üç derdimi anlatmaya çalıştığımda ortaya 'Sen Ne Dilersen' çıktı.
Film izleyen insanların sinema salonunu bir türlü terk edememesini neye bağlıyorsunuz?
Çünkü insanlar dışarıdaki hayattan çok da memnun değil. Filmde bir dünya var. Sanırım o dünyada kalmak istiyorlar. Bu hepimizin başına gelir. Film biter sinemadan gitmek istemeyiz. Böyle bir şey sanırım. Anlayabiliyorum insanları. Türkiye çok acayip dönemlerden geçiyor. 'Sen Ne Dilersen', bir terapi ve buluşma filmi aslında.
Bunu biraz açar mısınız?
İyi sinema, entellektüel sinema falan bunların hepsi fasa fiso. Sanat üretilen ve paylaşılan bir şeydir. Fakat bizim toplumumuzun sanatla ilgilenecek dermanı kalmamış. Herkes travma halinde. Bu ülkedeki biz sinemacılara düşen görev hem kendi sinemamızın değerlerini koruyabilen hem de seyirciyi yakalayabilen buluşma filmleri yapmak. Bizde iki tür sinemacı var: Biri 'Ben seyircinin önünde secde ederim' diyor, diğer taraf da seyircinin kendi önünde secde etmesini istiyor.
Siz bu buluşma filmlerini yapmaya devam edecek misiniz?
Evet. Ben birikim sineması yapmıyorum. Bazı yönetmenler bunu yapar. Onlar seyircinin beyni ile uğraşırlar. Ben seyircinin kalbine dokunmak istiyorum. Çünkü insanın iç dünyası beni daha çok ilgilendiriyor. Çünkü bizi insan yapan değerler iç dünyamızda biraz da. Hepimiz âşık oluyoruz, ölüm acısını yaşıyoruz ve birilerini özlüyoruz. Yani bu duygu dünyasında gezmek, insan ruhuyla didişmek benim bundan sonra yapacağım bütün filmlerde olacaktır.

Radikal

 

 

 Filmlerle Gelen Tedavi

 

 

“İki film kiralayın, yarın görüşelim.” Bu sözler yeni bir psikoterapi biçimi olan sineterapi ile ilgili yazılmış bir kitaptan alıntı. Sineterapi, belirli sinema filmlerinin kişinin psikolojik tedavisinde kullanılması anlamına geliyor. Bu şekilde hastanın duygularıyla daha rahat iletişim kurabildiği ve sorunlarıyla başa çıkabildiği öne sürülüyor.

Hepimiz, en azından bir kere izlediğimiz herhangi bir filmdeki bir karakterde kendimizi bulmuşuzdur. Aynı şekilde filmde gelişen olaylara da tepkiler gösteririz. Ya da en basitinden “bugün biraz gülmeye ihtiyacım var” veya “ kafamı dağıtacak bir şey izlemek istiyorum” gibi tercihlerle izleyeceğimiz filmi seçeriz. Uzmanlar kitaplarında sinemanın yaşamın dramatik yönleriyle başa çıkmaya yardımcı olduğunu, kişinin olaylara bakış açısını genişletmesine yardımcı olabileceğini tedavi edici film seçiminde bir uzmana danışmanın ve filmi izledikten sonra uzman kişiyle onun hakkında konuşmanın yararlı olduğunu söylüyorlar.

Filmleri bir terapi metaforu olarak kullanmak fikri iki Amerikan psikolog John ve Jan Hesley tarafından başlatılan bir akım. Her ikisi de hastalarına film terapisini seyrek olarak tavsiye ediyorken bir hasta üzerinde film izleterek elde ettikleri somut başarı, onların bu tedavi yöntemine daha ciddi eğilmelerini sağlamış. Meslektaşlarının da aynı yöntemi kullanmaya başladıklarını gören ikilinin kaynak oluşturmak amacıyla yazdıkları “Rent Two Films and Let's Talk in the Morning” adlı kitap, sineterapi hakkında ipuçları veriyor.

ABD'de son yıllarda çok yaygın olan yöntemi ilk önerenlerden bir diğeri ise Gary Solomon. 1995 yılında 'Motion Picture Prescription: Watch This Movie and Call Me in the Morning: 200 Movies to help You Heal Life's Problems' adlı kitabıyla Solomon'un önerisi Pittsburgh Üniversitesi uzmanlarının onayını aldı. Solomon, kitabında depresyon giderici özelliği bulunan 200 filmin adını verdi. Bunlardan bazıları şunlar:

Top Gun: Kıskançlığın takım çalışmasına uymadığını, etkili bir organizasyon için ekip çalışmasının ne kadar önemli olduğu mesajını veriyor.

Aslan Kral: Hem yetişkinlere hem de çocuklara korkuları yenme, azimli vekendini savunmaya hazırlıklı olma konusunda cesaret veriyor.

Forrest Gump: Çevresi tarafından sevilen bir insan olmadığını düşünen, iletişim konusunda zorluk çeken ve bunun üstesinden gelemeyenler için.

Farklı ruhsal rahatsızlıklar için farklı filmleri öne çıkaran Solomon, örneğin Kramer Kramer'e Karşı adlı filmi boşanma sürecinde olan kimselere tavsiye ediyor. Sineterapi mizahı da irrasyonel düşüncelerden ve davranışlardan uzaklaşma amacıyla kullanabiliyor. Komedi filmlerini izlemenin depresyon semptomlarını ve ağrı şikayetlerini azalttığını gösteren bulgular var.

Filmler politik pozisyonlarımızı, umutlarımızı ve insanlık yarışına karşı olan korkularımızı anlatır, asla mümkün olacağını düşünmediğimiz biçimlerde bize dokunurlar. Bunla da kalmayıp bize hayatta karşımıza çıkan olumlu ya da olumsuz deneyimlerle baş etme alternatifleri sunarlar.

Filmler izleyenlere umut aşılıyor. Bu şekilde psikoterapi oldukça yararlı bir hal alıyor , hasta sakin bir şekilde olaylara dışarıdan bakıp, olanları anlayabiliyor. Ve bunun için de kitap okumakta olduğu gibi ekstra bir konsantrasyon gerekmiyor. Tabii her film örnek alınacak nitelik taşımıyor ve çok az gerçeklik payı olabiliyor.

Bazı psikiyatristler sineterapinin etkisi konusunda kuşkulu. Onlara göre filmlerin hayali bir dünyaya ulaşma aracı olması ve gergin bir insanın film izleyerek gevşemesi olası. Ancak depresyon gibi ciddi bir rahatsızlığı tedavi ediyor demeyi çok iddialı buluyorlar. Sineterapinin psikiyatrik terapiye engel olmadığını ekleyen Solomon, ise, insanların, kendi yaşadıkları problemleri bir aktör veya aktrisle özdeşleştirerek, içinde bulundukları "kendini inkar etme" sürecinden kurtulduklarını belirtiyor.

 

 

 

 Vizyon-Terapi Üzerine...

 

 

22-27 Ekim tarihleri arasında Marmaris’te Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde idim. “Televizyonda Psikiyatri” başlığı altında medya ve psikiyatri ilişkileri enine boyuna masaya yatırıldı...

Psikiyatristlerin medya ve televizyondaki deneyimleri, medya sektörünün psikiyatristlerden beklentileri, halkın medya aracılığıyla bilgilendirilmesinin ölçüde mümkün olduğu, televizyona hasta çıkarmanın ne kadar doğru olduğu, uzman görüşü adı altında haber programlarında bazı psikiyatristlerin yorum yapma hakkı olup olmadığı, halkı bilgilendirmenin sınırları, yapılanların doğru mu yanlış mı olduğu tartışıldı.

Televizyon ve medya deneyimi fazla olan bazı psikiyatristler, medya ile olan ilişkilerini, bunun sonuçlarını değerlendirdiler. 1997 - 2001 arasında önce Kanal 6’da sonra brt televizyonunda (birçok psikiyatristin katılımıyla) ekrana gelen “Derinlikler” isimli program ile halen Kanal E’de devam eden “Vizyon-terapi” programlarını yapan psikiyatristler bu konudaki deneyimlerini aktardılar.

Psikiyatristlerin televizyonlarda belirmeye başlamasının aslında “Dallas” dizisindeki bayan karakterlerden birinin (Sue Ellen) psikiyatristine ilgi duyması sonrasına denk geldiği bildirildi.

Medya ile ilişkileri fazla olan psikiyatristler, yaptıkları programlar hakkında birçok iyi veya kötü tepki aldıklarını, Türkiye’de aslında bir ilki başlattıklarını ve yapılan bu işin sınırlarının ne olacağı konusunda net kuralların bulunmadığını anlattılar.

Böyle programlar yapıyor olmanın psikiyatriste medyatik bir kimlik kazandırdığı ve sokakta dolaşırken bile rahatsızlık hissedilebileceğinden bahsedildi. Türk halkının psikiyatrist kimliği ile böyle programlarda tanışmaya başladığının altı çizildi.

Program yapımcılarının psikiyatristlerden reyting kaygısıyla çarpıcı açıklamalar yapmalarını beklediği, bazen de garip denilebilecek teklifler olduğu ileri sürüldü.
Örneğin bazı psikiyatristlere televizyon kanalları ve yazılı basından aslında psikiyatri ile çok da alakası olmayan konularda yorumlar yapmaları istendiği dile getirildi.

Bugünlerde atv televizyonunda yayınlanan “Çocuklar Duymasın” adlı popüler dizinin küçük çocuğu “Havuç”un bu dizi bittiğinde ruh sağlığının nasıl etkileneceği (!) gibi... Veya veya Derya Tuna'nın vurulması ile ilgili vs... popüler medya malzemesi yapılabilecek her konuda psikiyatristlerden yorum talebi olmaktadır.
Günümüz dünyasında medya araçları ile herhangi birşeyi ayrı düşünmek mümkün değil. İsteseniz de istemeseniz de medya ile psikiyatri gün geçtikçe daha da iç içe girmekte...

Nitelikli TV programlarının halka faydası tabii ki vardır. Fakat sınırlar iyi belirlenmeli, neyin ne kadar söylenmesi gerekiyor, bunun sınırları da belli olmalıdır.

Türk insanı hala psikiyatrik hastalıklardan korkuyor. Psikiyatriste gitmeyi “deli” olmakla eş anlamda tutuyor.
Bir de bunun üstüne, yanlış bilgilendirmelerin yanlış yönlendirmesiyle istenmedik sonuçlar doğabiliyor; bireyler kendilerini sorunlarla baş edemeyen "yetersiz" kişilikler olarak algılayabiliyor.

Yine de son zamanlarda bu durum birazcık da olsa kırılmaya başladı. Nitelikli TV programları ile halk, sorunu olduğunda psikiyatriste başvurma konusunda cesaretleniyor, bunun kişisel bir sorun olmayıp, herkeste oluşabilecek ruh durumları olduğunu ve nereye başvurması gerektiğini öğreniyor.

Diğer taraftan reyting peşindeki programcıların tahriklerine kapılan bazı psikiyatristlerimizin uzman görüşü adı altında, kendi alanları dışında yaptıkları yorumların sonuçlarının ne olabileceği ve toplumu nasıl yönlendirdikleri ise ayrı bir tartışma konusudur. TC. vatantaşı olarak yazılı ve görsel medyada herkesin, “kişisel görüş olarak” her istediğini söyleme ve yazma özgürlüğü vardır. Fakat “psikiyatrist” kimliği altında, kişi bir meslek grubunu temsil etmektedir ve eğitim almadığı, kendi alanı olmayan bir konuda yorum yaparken bunun sadece kişisel fikri olduğunu belirtmelidir. Aksi takdirde, TV ekranlarına psikiyatrist kimliği ile çıkan kişinin kendine ait olan, bilimsel olmayan fikir ve görüşleri halk tarafından kesin bilimsel doğrular olarak algılanmaktadır. Bu da yanlış anlaşılmalara neden olmaktadır.

Yaşadığımız şu günlerde medya ve psikiyatriyi ayırmak mümkün değildir, ayırmanın anlamı da yoktur. Bir yerleri boş bıraktığınızda orayı başkaları dolduruyor. Televizyonlardaki cincilerin, hocaların, medyumların halkın ruh sağlığı hakkında atıp tutmasındansa, psikiyatristlerin sınırları iyi belirlenmiş bir çerçevede halkı bilgilendirici programlar yapmaları çok daha mantıklıdır. Fakat bu “sınırları iyi belirlenmiş” programın nasıl bir şey olduğu ve bunun nasıl ve hangi kurum tarafından denetleneceği, Türkiye’de sanırım daha çok uzun süre tartışılacaktır.
Görüşmek dileği ile...

Hakan Erkaya

 

 

 Sinema-Terapi

 

 

MATRİX
İnsan eli ile üretilen, ortaya koyulan eserin her birinin psikolojik açıdan analiz değerleri yüksektir. İnsan ortaya koyduğu, ürettiği her eserde bilerek yada bilmeyerek kendini iç dünyasını, yaşadığı dünyayı, yaşamı – ölümü ve yeniden doğuşu anlatır. Bu anlatılar sözel anlatımdan başlayıp, tiyatroya son olarak da gelişen görsel ve işitsel efektlerle ile beyaz perdeye kadar değişik yollardan nesilden nesile aktarılır. Masallar hikayeler anlatıldığı yere ve zamana göre değişiklikler gösterseler de, temelde anlatılan hikayelerin özünde, hep aynı düşünsel simgelerin ve konuların işlendiğini görürüz. Bugün sinemada da bunu yaşıyoruz.

GERÇEK Mİ DÜŞ , DÜŞ MÜ GERÇEK?
Varoluşumuz kadar eski olan bu soru Matrix filmiyle yine gündeme geldi.İlkçağ filozoflarından platon idealar sistemi diye bir düşünce atmıştır ortaya. Bu düşünceye göre 5 duyu ile algıladığımız nesneler gerçek değil, gerçeğin birer yansıması olan gölgelerdir. Gerçeğe ulaşmak için akıl yürütmemiz gerekir. Platon bu düşünceyi yaklaşık 2400 yıl önce ortaya atmış ve daha iyi anlaşılabilmesi için mağarada yüzü duvara dönük yaşayan bir esirin hikayesini anlatmıştır. Mağaradaki bu esir, dışarıdaki gerçek nesnelerin yansıyan gölgelerini görüyordur bu duvarda. Gölgeleri gerçek sanır. Oysa bu gölgeler asıl nesnelerin sadece birer yansımasıdır. Köle yüzü hep duvara dönük olduğu için gerçek dünya hakkında ancak bu gölgelere bakarak bir akıl yürütebilir. Tabii eğer gölgelerin gerçek olup olmadığından şüphelenebilirse.Buradan yola çıkan Platon yaşadığımız dünyayı beş duyu ile algılayan bizlerin de aynı durumda olduğunu ileri sürer. Beş duyu ile algıladığımız nesnelerin işte bu gölgeler gibi sadece gerçeğin birer yansıması olduğunu ileri sürer.

Bu hikayenin 2400 yıl önce anlatıldığını söylemiştik. Ancak bugün bu hikaye beyaz perde de olsa hala değişik biçimlerde anlatılıyor. Her ne kadar gelişen teknolojinin nimetlerinden yararlanılarak bazı değişiklikler yapılsa da hikayenin özü yine aynı. Evet Matrix den bahsediyorum. 2400 yıl önceki platonun mağaradaki köle hikayesinin çağdaş versiyonu. Hikayenin özü yine aynı, mağarada köle olduğunun farkına varıp, özgürlüğe, gerçeği bulmaya, özüne ulaşmaya duyulan merak ve arzu.

Kültürümüzde de bu tür anlatılar oldukça yaygındır. Tasavvufa göre tüm dünyadaki nesneler, aslında tanrının birer yansımalarıdır. Asıl olan tanrıdır. Bizler dahil tüm varlıklar onun farklı şekillere bürünmüş tezahürleriyizdir. Ve her varlık varoluşu gereği özüne doğru akmak, onunla bütünleşmek arzusundadır. Akarsuların birleşerek denize akmak istemeleri gibi. İşte tasavvufa göre de bu özünden kopuş ve ayrılık bizi tıpkı platonun mağarasındaki köle gibi gölgeler dünyasının esiri yapar.

Yukarıdaki örneklerden sonra şu soruyu sormak gerekir. Bizler bir düş dünyasında mı yaşıyoruz? Gerçek dediğimiz elle tutup gözle gördüğümüz dünya, aslında gerçeğin bir yansıması olabilir mi? Eğer bu saydıklarımızın, hiçbir bilimselliği olmayan saçmalıklar olduğunu, masallar veya hikayeler olduğunu düşünüyorsanız, sıkı durun. Fizikte şuan popüler olan 11 boyutlu evren teorisine göre, bu mümkün.

Şu an yaşadığımız evren 4 boyutlu bir evren. En, boy, genişlik, ve zaman. Bir fotoğraftaki resim ise 2 boyutlu sadece eni ve boyu var resmin kalınlık ve zaman yok. Nasıl ki 4 boyutlu evrenin yansıması 2 boyutlu bir fotoğraf olabiliyor ise, 11 boyutlu evrenin yansıması da, bizim yaşadığımız 4 boyutlu evrenimiz olabiliyor ünlü fizikçi Hawking'e göre.
Pek iyi bu ve benzeri bazı hikayeler niçin binlerce yıldır anlatılıyor, oynanıyor, filme çekiliyor olabilir acaba. Tarih içerisinde hemen her kültürün efsanelerinde masallarında, varolan ve özünde aynı konunun işlendiği bu ve benzeri hikayelerin kaynağı ne? Bu kültürler birbirlerinden habersiz, nasıl oluyor da benzer efsaneler, hikayeler, metaforlar yaratıyor ve benzer sorular sorabiliyorlar. Bu ortaklık yoksa bizim aynı bütünün-gerçeğin tezahürleri olduğumuza mı işaret? Eğer gerçekten öyle ise, biz o bütünün gölgeleri olmuş olmaz mıyız? Son olarak bütün bunlar doğru ise ne için yaşıyoruz? Daha da kötüsü bütün bunlar birer saçmalıksa ne için yaşıyoruz...

PSİKO-SOSYAL ANALİZİ
Gösterime girdiğinde herkeste büyük ilgi uyandırdı. TV. Programları yapıldı, yazıldı. Hatta bir felsefe dergisinde ''Kırmızı hap mı? Mavi hap mı?'' diye kompozisyon yarışmaları bile düzenlendi. Filmin bu kadar ilgi görmesini, kimileri hareketli sahnelere ,kimileri ise taşıdığı dinsel temalara bağladı.

Bence filmin bu kadar büyük ilgi görmesinin altında yatan ana neden, bilinçdışının telafi edici yönü. Bilinçdışı tehlikeyi her zaman olduğu gibi bizden önce fark etti. Ve bu filmin yazılması, çekilmesi kaçınılmaz oldu. Gösterime girdiğinde ise bilinçdışımızın ihmal edilmiş yönleri, bizi bu filme çekti. Pekiyi, neydi bu bilinçdışının ihmal edilen yönleri? Ve bizi neye karşı uyarıyorlardı.

Serinin birinci filminde, özellikle vurgulanan tek şey vardı ''GERÇEK NEDİR?'' ve ''UYAN'' ... Pekiyi biz gerçekten uyuyor muyuz?... Gördüğümüz herşey aslında bir yanılsama, bir düş mü?... Eğer, dış dünyanın gerçekliğini beş duyumuzla (görme,işitme ,tat,koku ve dokunma) test ediyorsak, beş duyumuz ,sadece sinirsel iletiyle beynimize ulaşan elektrik sinyallerinden ibaret. Dolayısıyla gördüğümüz herşeyin bir yanılsama olması ihtimali mümkün. Ancak ben bu tartışmayı, felsefecilere bırakıp, olayı somut dünyadan hareketle, bilinçdışı içerikler açısından değerlendirmek istiyorum.

Evet bugün biz bir düş dünyasında değiliz, bir küvezde yaşamıyoruz ve başımızdan kollarımıza kadar kablolar yok. Ancak, yaşadığımız dünyada kendi korunma reflekslerini oluşturmuş hakim siyasal, ekonomik, kültürel bir yapı var. Ve bu yapı kendi devamlılığı için, oluşturduğu ideal insan tipinin üzerinde yükseliyor. Hem de giderek artan bir hızla. Yükseldikçe de (Matrıxdeki makineler gibi.)onu yaratan insanın kontrolünden çıkıyor.
Bu yapının insan doğasına ne kadar uyduğunu ise günümüz insanının kalabalıklaştıkça yalnızlaşan, ekonomik olarak kalkındıkça, ruhsal olarak dibe vuran yaşamına bakarak anlayabiliriz.

Kontrolden çıkan bu sistemimin görünmez kabloları bize sürekli ''Mutlusun, terfi ettin, zengin bir adamla evlisin, yeni bir araba aldın,okulu bitirdin'' demesine rağmen taa içimizde..., derinliklerimizde...,tanımlayamadığımız..., bizi rahatsız eden ve sürekli dönüp duran birşeyler var. Neo; nun içinde dönüp duran ve onu sürekli rahatsız eden o şey gibi. O şeydi Neoyu Morpheusa götüren . Ve yine o şey sizi bu yazıyı buraya kadar okumaya iten...

Ancak Neo, varoluşsal yolculuğuna , Morpheusa gitmekle değil, Kırmızı hapı seçmekle başlar. Morpheus ona yolu gösterir , ancak seçimi Neo yapar ve tavşan deliğinin derinliklerine doğru gizemli bir yolculuğa çıkar. Hemde geri dönülmez bir yolculuğa.

Pekiyi şimdi de ben size soruyorum ,Varoluşsal yolculuğunuzda; KIRMIZI hap mı? yoksa MAVİ hap mı?....

NE o... Tavşan deliği çok mu karanlık..........

http://www.analitikpsikoloji.com

 

 

 

 Reçetedeki Filmler

 

Dr. Fuat Ulus, değişik psikiyatrik hastalıkların tedavisinde filmlerin kullanıldığı bir terapi uyguluyor. Hastanın problemine göre değişik filmler seçiyor. Örneğin kronik anksiyetesi olan bir hastaya Eastwood’un “Kirli Harry (Dirty Harry)” filmini seyrettiriyor. Sonuçta Müfettiş Harry Callahan’ın silahlı korkunç bir katil tarafından ölümle tehdit edilmesinden daha endişe verici bir durum düşünülemez. Ulus, hastalarına Müfettiş Callahan gibi 44 kalibrelik bir silahla dolaşıp endişelerinden kurtulmalarını önermiyor ama endişeyle baş etmenin yollarını göstermek için bir ortam yaratmış oluyor. Vietnam gazilerin post travmatik stres bozukluğunun tedavisinde ise “Geyik Avcısı (The Deer Hunter)” filmini kullanıyor.

“Ticari filmlerin başka amaçlarla psikiyatristten psikologlar, klinik sosyal bilimciler, psikiyatri hemşireleri ve eğitimciler arasında kullanılmasına alışkınız. Çünkü filmler bir tür bilgi verici görsel materyal olarak görülüyor. Fakat film terapisini uygulayan terapistler bu filmleri insanların bilinçaltlarına inerek kendilerine de olabildiği kadar objektif yaklaşmalarını için kullanılıyor” diyen Dr. Fuat Ulus, filmleri hastaların tedavisinde kullanan az sayıda terapistten biri. Yıllardır bu terapiyi uygulayan bir terapist olarak insanların problemlerini doğrudan kendi hayatları üzerinden değil de filmdeki karakterlerin problemleriymiş gibi algılayıp tartışmakta daha rahat olduklarını belirtiyor. Filmleri terapilerinde kullanmak isteyen psikiyatristler için rehber olan “Film Terapisi, Hareket Terapisi / Movie Therapy/ Moving Therapy” kitabını yakın zamanda çıkaran Ulus, yaşadığı Pennsylvania Erie bölgesinde de halka açık olarak haftada bir kez film terapisi düzenlemeyi planlıyor.


Eski filmler, yeni heyecanlar
Kendisini, “60 yaşında bir film düşkünü” olarak tanımlayan ve binlerce film seyretmiş olan Ulus için film terapisi çok doğal bir teknik. 1971’de Türkiye’den Amerika’ya göç eden Ulus, Türkiye’deyken annesinin onu götürdüğü filmler sayesinde Amerikan kültürünü tanımış. Bir ay içinde kendisine az da olsa bir şeyler verebileceğine inandığı 50-60 filme, tiyatroya ve daha önce gördüğü filmlere dahi gidebilecek kadar filmleri seviyor.

Film terapisini geniş anlamıyla pek tanınmamasına rağmen aslında kökleri 1900’lerin başında aynı şekilde kitapları kullanan bibliyoterapiye dayandırılabilir. Fakat Dr. Fuat Ulus, film terapisinin bibliyoterapiden çok daha renkli ve büyüleyici olduğunu düşünüyor. Bir başka avantajı da film seyretmenin kitap okumaktan daha kolay olup kısa sürmesi. Elbette kitap okumanın büyüsü hiç birşeye değişilmez ama bu avantajların terapinin daha çabuk sonuç vermesi için gerekli olduğunu düşünüyorum” diyor.

Grup film terapisinde 8-12 kadar hasta, haftada bir kere 90 dakika bir araya gelerek travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, ilişkiler, motivasyon ve hastaların tedavisine yönelik diğer ihtiyaçlar da göz önüne alınarak devam eden bir format uygulanıyor. Her katılımcı altı hafta tekrar değerlendirilerek gelişmeler ölçülebilir değerlerle belge haline getiriliyor.

 

 

 

 Depresyona Film Terapi

 

 

ABD'de son yıllarda çok yaygın olan yöntemin adı Sineterapi. Yöntemi ilk öneren ise Gary Solomon. 1995 yılında 'Motion Picture Prescription: Watch This Movie and Call Me in the Morning: 200 Movies to help You Heal Life's Problems' adlı eseri yazan Solomon'un önerisi Pittsburgh Üniversitesi uzmanlarınca da onaylandı. Solomon, kısa sürede çok satanlar listesine giren kitabında depresyon giderici özelliği bulunan 200 filmin adını verdi. Kramer Kramer'e Karşı, Love Story, Dalgaların Prensi, Özel Bir Kadın, Fatal Attraction bunlardan birkaçıydı. Farklı ruhsal rahatsızlıklar için farklı filmleri öne çıkaran Solomon, örneğin kendine güven eksikliği olan hastalara "Kendine zarar vermeyi önlemek ve "her birimizin içindeki şeytanla yüzleşmek" temalarını içeren Alien filmini öneriyordu. Bundan başka alkol, uyuşturucu madde kullanımı, cinsel bağımlılık, ilişkilere bağlı sorunlar ve ölüm korkusu gibi sorunlar için değişik film önerileri de vardı. Ardından başka kitaplar yayınlandı. Psychiatry and The Cinema (Glen ve Krin Gabbard), Rent Two Films and Let's Talk in the Morning: Using Popular Movies in Psycotherapy (John ve Jan Hesley), Movies & Mental Illness: Using Films to Understand Psychopathology (Danny Wedding ve Mary Ann Boyd). Bu konuda çıkan son kitap ise Cinematherapy: The Girl's Guide to Movies for Every Mood (Nancy Peske ve Beverly West).
Uzmanlar kitaplarında sinemanın yaşamın dramatik yanını kırmaya yardımcı olduğunu, kişinin bir keşif yolculuğuna çıkmasına, olaylara bakış açısını genişletmesine yardımcı olabileceğini söyleyip, "Sinema sayesinde günlük sorunları aşabilir ya da günlük yaşamı daha iyi tanıyabiliriz" diyorlar. "Tedavi edici" film seçiminde bir uzmana danışmanın ve filmi izledikten sonra uzman kişiyle onun hakkında konuşmanın yararlı olduğunu da ekliyorlar.
Uzmanlar sinemanın, özellikle de bazı filmlerin başarılı bir depresyon tedavisinde çok etkili olduğu açıklayarak, yapımcıları ve film endüstrisini sevindirirken bazı meslektaşlarının da tepkisini çekiyorlar. Sineterapinin etkisi konusunda kuşkulu olan bazı psikiyatrlar, "Filmlerin hayali bir dünyaya projeksiyon aracı olduğunu biliyoruz; gergin bir insan film izleyerek gevşeyebilir; ama depresyon gibi ciddi bir rahatsızlığı tedavi ediyor demek çok iddialı" derken, şu eklemeyi de yapıyorlar: "Bunu, psikoanaliz ve psikiyatrinin pek itibar görmediği yıllarda doktorların hastalarına açık havaya çıkıp dolaşmalarını önermelerine benziyor. Depresyonda olan bir insanın canını hiçbir şey yapmak istemez. Onu evden dışarı çıkarıp, sinemaya götürmek bile zordur."
Sineterapiye bir eleştiri de sinema dünyasıyla ilintili olan ve bir filme yönetmen olarak da imzasını atan İtalyan psikiyatr Massimo Fagioli'den geliyor. Fagioli, "Artık ABD kaynaklı bu buluşlara alıştık" diyor. "Amerikalılar sürekli olarak mutluluğun formülünü arıyorlar, bunu ya bir hapta ya da şimdi olduğu gibi filmde bulduklarını ileri sürüyorlar. Ama gerçek şu ki depresyon, psikiyatrların tedavi etmesi gereken gerçekten ciddi bir rahatsızlıktır" diyor.
Solomon ise, bütün bu eleştirilerin kendisini şaşırtmadığını belirtiyor ve kendisinin de bu teknikle tedavi olduğunu anlatıyor. İnsanların, kendi yaşadıkları problemleri bir aktör veya aktrisle özdeşleştirerek, içinde bulundukları "kendini inkar etme" sürecinden kurtulduklarını belirtiyor. Sineterapinin psikiyatrik terapiye engel olmadığını ekleyen Solomon, "Bir hastayı 6 ya da 12 seansta tedavi etmeniz mümkün değildir. Ancak onları kendini inkar etme psikozundan çıkardığınız takdirde tedavi hız kazanır. Sinetrapi de işte bu işe yarıyor" diyor.

NTVMSNBC




 

Sinema Terapi


Sinema insan yaşamına ve hayallerine ilişkin konular ele alış şekli, kullanılan ses ve görüntü efektleri oyuncuların duygulara olan hakimiyeti, müzikleri ve daha birçok yaratıcı özellikleriyle seyirciler üzerinde önemli bir etkiye sahip. Günlük hayatımızda meydana gelen zorunlu bir olayı anlamaya çabalarken beğendiğimiz bir oyuncunun o hafta yeni başlayan sinema filminde benzer bir olayı, bizim yaşadığımızdan daha farklı bir şekilde örneğin tarihi veya fantastik bir çerçevede oynadığını düşünelim. Filmdeki oyuncunun yaşamı ve kendi yaşamımız arasındaki benzerliği sinemanın atmosferi altında yakaladığımız anda kendi yaşam anlayışımız oyuncunun sergilediği anlayıştan etkilenecektir. Sinemanın seyirciler üzerindeki bu tür etkileriyle psikoloji bilimi de yakından ilgilenmektedir. Bu sayede yeni uygulama alanları ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri sinema terapidir.

 

Sinema terapi, sinemanın insan  üzerinde yarattığı korku, heyecan, öfke, sevinç, coşku ve aşk gibi duyguların işlenmesine, analizine ve olumlu modelleme temellerine dayanan bir yöntemdir. (www.psikoterapist.org)

 

Sinema terapi son zamanlarda gittikçe artan biçimde psikoterapi uygulamalarında kullanılıyor. Şu an için sinema terapi deyince başlı başına bir psikoterapi yaklaşımından söz etmekten çok psikoterapist tarafından seçilen sinema filmlerinin, uygulanan psikoterapi yaklaşımı içinde kolaylaştırıcı bir teknik olarak kullanılmasından bahsedilmektedir. Psikoterapide kolaylaştırıcı teknik olarak kitaplarda kullanılmaktadır ancak kişinin kitabı okuması ve onu iç dünyasında canlandırması zaman alır. Sinemadaysa anlatım görmeye ve duymaya dayalı olduğu için seyircinin zihninde değil gözünün önünde hemen canlanır. Bunu uyanıkken rüya görmek olarak adlandırabiliriz. Seyirci güçlü bir kurgu ses ve görüntü karşısında gerçeklikten koparak kendini filmin içinde gibi hissediyor. Etkileme gücü ve kapsamı üzerinde çeşitli alanlarda yapılan çalışmalar, sinema filmlerinin ergenlerdeki sigara içme alışkanlıklarından cinsel davranışlara, toplumsal şiddetten kansere neden olan etkenlerin algılanmasına kadar farklı konularda etkili olduklarını göstermektedir. (Gençöz ve Aka, 2007)

 

Sinema filmlerinin seyirci üzerindeki etkileri küçümsenmeyecek düzeydedir. Örneğin Milos Forman’ın 1975 yapımı Guguk Kuşu filminde Jack Nicholson, kaldığı cezaevinden deli rolü yapıp yapmadığının anlaşılması için bir psikiyatri kliniğine gönderilir. Jack Nicholson neşeli, sempatik ve hastanedeki hastalara yapılan eziyete boyun eğmeyen bir insan olarak tanımlanmaktadır. Seyirci, diğer hastaların hastanede gösterdiği zayıflıklara üzülür ama Jack Nicholson acınacak haldeki hastalara yardım eder, onlara umut aşılamaya çalışır. Diğer tarafta hastalara eziyet eden soğuk bir baş hemşire, ilgisiz ve yanlı düşünen doktorlar, elektroşok tedavisinin korkutan tablosu ve zavallı psikiyatri koğuşu hastaları bir araya getirildiğinde, seyircinin psikiyatri kliniklerinden ve orada çalışanlardan nefret etmemesi için hiçbir engel kalmaz. Filmin etkisinden  rahatsızlık duyan Amerikan Psikiyatristler Birliği filme konu edilen hastanedeki işleyiş hakkında çekilen görüntülerden bir belgesel hazırladı ve bu belgesel toplumda psikiyatri hakkında oluşan olumsuz tutumları silmek amacıyla tüm televizyon kanallarında gösterildi. Ancak hem Guguk Kuşu’ nu hem de belgeseli izleyenler arasında yapılan bir araştırma, Guguk Kuşu filmiyle bir kere oluşturulan olumsuz tutumların belgeseli seyrettikten sonra değiştirilemediğini gösterdi. Bu bilimsel sonuç, sinema filmlerinin toplum üzerinde bilimsel çabalardan daha etkili olabildiğinin objektif bir göstergesidir. (Gençöz,  2006)

 

 

 

 

Filmin kolaylaştırıcı etkisi şu şekilde oluşmaktadır;

 

1)      Özdeşleşme: Bu evrede kişiler seyrettikleri karakterle kendileri arasında genel bir benzerlik görürler. Karakterlerle kurulan benzerlik ya da özdeşleşmeyle beraber karakterin davranışlarının ve düşüncelerinin incelenmesi kişilerin kendi davranışlarını ve düşünce biçimlerini de sorgulamaya başlamalarını aracılık edebilir. Böylece kişi kendi güçlü ve zayıf yönlerini görebilir.

2)      Katarsis: Kişiler filmdeki karakterin düşünce ve davranışlarının yanında, duygularıyla da özdeşim kurduklarında o ana kadar bastırdıkları ya da fark etmedikleri duygular ve iç çatışmaları bir ölçüde bilince taşınır. Filmle bilince taşınan duygular kurgunun yapısı içinde şekillenir ve bu bir rahatlama sağlar.

3)      İçgörü: Kişiler, kendilerinin özdeşleştirdikleri karakterin  davranış ve duygularına, karşılaştığı sorunlara ve sorunları çözüş şekline dışarıdan bakarak, kendi durumlarıyla ilgili içgörü kazanabilir. Eğer kişinin özdeşim kurduğu karakter sorunlarını başarılı bir şekilde çözebiliyorsa kişi için rol modeli oluşturulabilir.

4)      Bütünleşme: Bu evrede, kişiler yaşadıkları sorunların sadece kendilerine özgü olmadığını, başkalarının da aynı sorunlarla karşılaşabileceğini fark ederler. Böylece hissettikleri olumsuz duyguları azalır. Kendi çözümlerini bulmak için umutları artar. (Gençöz ve Aka, 2007)

 

Sinema terapiyi ilk olarak öneren isim Gary Solomon’ dur. Farklı ruhsal rahatsızlıklar için farklı filmleri öne çıkaran Solomon, örneğin kendine güven eksikliği olan hastalara "Kendine zarar vermeyi önlemek ve "her birimizin içindeki şeytanla yüzleşmek" temalarını içeren Alien filmini öneriyordu. Bundan başka alkol, uyuşturucu madde kullanımı, cinsel bağımlılık, ilişkilere bağlı sorunlar ve ölüm korkusu gibi sorunlar için değişik film önerileri de vardır.

 

Uzmanlar kitaplarında sinemanın yaşamın dramatik yanını kırmaya yardımcı olduğunu, kişinin bir keşif yolculuğuna çıkmasına, olaylara bakış açısını genişletmesine yardımcı olabileceğini söyleyip, sinema sayesinde günlük sorunların aşılabileceğini ya da günlük yaşamın daha iyi tanınabileceğini ifade ediyorlar.

 

İnsanların, kendi yaşadıkları problemleri bir aktör veya aktrisle özdeşleştirerek, içinde bulundukları "kendini inkar etme" sürecinden kurtulduklarını belirtiyor. Sinema terapinin psikiyatrik terapiye engel olmadığını ekleyen Solomon, "Bir hastayı 6 ya da 12 seansta tedavi etmeniz mümkün değildir. Ancak onları kendini inkar etme psikozundan çıkardığınız takdirde tedavi hız kazanır. Sinema terapi de işte bu işe yarıyor" diyor. (NTVMSNBC, Akt: www.donusumkonagı.net)

Herşeyin bir güzelliği var, herkes göremese de...  
  PSİKOLOJİK DANIŞMAN
AHMET VURAL
 
HAFTALIK PROGRAM  
  Hangimiz bir gün yataktan kalkıp da daha akıllı olduğumuzu görmek istemeyiz ki? Bu dilek her ne kadar ütopik olarak görülse de bir bilim adamının yöntemi, 1 hafta gibi kısa bir sürede, zekayı yüzde 40 oranında artırmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Beynin herhangi bir kas gibi olduğunu ve egzersizlerle güçlenebileceğini öne süren İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nin Biyomedikal Bölümü’nden Prof. Mark Lythgoes’in 1 hafta süren programı BBC’de yayınlandı. Programa katılan 100 kişinin IQ’larında, yüzde 40 oranına varan artış görüldü. Bu artış katılımcıların programa katılmadan önce girdikleri testle, programdan sonra uygulanan test sonuçları karşılaştırılarak elde edildi.

İşte bir haftalık program

Cumartesi: Dişinizi her zaman kullandığını elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. Ve gözünüzü kaparatak duş alın.

Pazar: Sabah saatlerinde bulmaca çözün. Ve kısa yürüyüşe çıkın.

Pazartesi: Akşam yemeğinde yağlı balık yiyin. İşe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin.

Salı: Sözlükten bilmediğiniz sözcükleri öğrenin. Ve bunları günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın.

Çarşamba: Yoga, Pilates ya da meditasyon derslerine katılın. Daha önce tanımadığınız bir insanla konuşun.

Perşembe: İşe daha önce kullanmadığınız bir yoldan gidin. Televizyondaki ciddi bilgi programlarını izleyin.

Cuma: Alkol ve kafein tüketmekten kaçının. Alışverişe çıkarken listeyi ezberlemeye çalışın.
 
Bugün 6 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol