CARL ROGERS VE DANIŞANDAN HIZ ALAN TERAPİ
Bu yaklaşımın birey merkezli olarak adlandırılmasının sebebi, danışmanın bireyi merkeze alarak, onun içgörü kazanması ve bu amaca yönelik kararlar almasında destek olmasıdır. Danışan-danışman görüşmesi, danışmanın duygu, düşünce ve tutumları üzerinde odaklaştığı için birey merkezlidir. (Özgüven, 1999).
Rogers’in temel iddiasına göre, insanın doğası iyi, rasyonel, güvenilirdir ve insan, değerli bir varlıktır. Bundan dolayı her birey doğuştan sahip olduğu büyüme, gelişme ve kendini gerçekleştirme kapasitesi ve hakkına sahiptir. Bu kapasiteye sahip oldukları için danışanı yine en iyi kendisi bilebilir ve insanlar sorunlarına çözüm getirebilirler (Arkonaç,1998; Corey, 1996; Kuzgun,1995)
Danışmanın başarılı olabilmesinde danışman’ın tutumu, kişilik özellikleri danışan-danışman arasındaki ilişkinin niteliği birinci derecede önemlidir. Danışman’ın sahip olduğu bilgiler, kullandığı yaklaşım ve tekniğiyse ikinci derecede öneme sahiptir (Corey,1996;Özgüven,1999
Rogers’ın İnsanın Doğası Bakışı
Birey merkezli yaklaşıma göre, insanın organizması doğuştan iyi olup kendisine ve diğer insanlara doğru davranma eğilimindedir ve güçlü bir gelişme güdüsüne sahiptir (Doğan,1999; Bakırcıoğlu,1998). İnsanoğlu mantıklıdır, sosyalleşmiştir, yapıcıdır ve ileri doğru adım atar; her bireyin içinde büyüme ve kendini geliştirmeye yönelik bir potansiyel vardır (Petterson, 1986)
Kötü olarak nitelendirilebilecek tutum, düşünce ve davranışlarsa temel ihtiyaçların doyurulmaması ve engellenmesi sonucu oluşur. Bu nedenle insanın doğası olumlu özellikler taşıyan bir yapıya sahip olduğundan, onu baskı altına almak yerine cesaretlendirmek ve kendini gerçekleştirmesine uygun ortam hazırlamak gerekir (Erden ve Akman, 1996). Rogers’a göre, “Eğer insanlar özgür bırakılırlarsa kendi yollarını bulabilirler” (Akt: Corey, 1996).
Rogers’a göre insanın yaşamının amacını oluşturan tek güdü, kendini gerçekleştirme güdüsüdür. İnsanın tüm davranışlarını açıklamaya yeten bu güdü, toplumsal evrimin son aşaması olup, bireyin sahip olduğu gizil güçleri en üst düzeyde ortaya çıkarması ve tam olarak fonksiyonda bulunması anlamındadır (Bakırcıoğlu, 1998). Kendini gerçekleştirmiş insanlar;
1.Yaşantılara daha açıktır: Uyarıcıları, dış dünyayı çarpıtmadan rahatlıkla algılar, kendi duygularının farkındadır ve onları bastırma gereği duymaz.
2.Daha varoluşsal bir yaşam sürdürürler: Kural ve ilkelere aşırı bağlı kalacağım diye bugünü kaçırmazlar. Anı yaşarlar, o anda karar alırlar ve bunun sorumluluğunu kabullenirler.
3.Organizmaya daha fazla güvenirler: Herhangi bir durumda organizmadan gelen uyarıcılara önem verir, en iyi davranışa götürecek bir araç olan organizmaya güvenirler.
4.Daha tam olarak fonksiyonda bulunurlar: Tam kapasiteyle yaşar, duyumsar, algılar ve düşünür. Yani bütün gizilgüçlerini (yetenek, ilgi, değer ve ihtiyaçlarını) tam kapasite açığa çıkarırlar (Kuzgun, 1995).
Yaklaşımın Temel Özellikleri
Birey merkezli yaklaşım, psikoanalitik terapistlerin yaptığı gibi kişinin davranışlarını yorumlamaya veya davranışçı terapistler gibi onu değiştirmeye çalışmaz. İnsanın doğasını sadece “uyaran-tepki” formülüyle veya gerilimin azaltılması ilkesiyle açıklamaz. Çünkü insanda gerilimden kurtulma güdüsünün yanı sıra ilerleme ve kendini gerçekleştirme güdüsü de vardır. Temel özelliklerden birisi, insanın duygu ve düşüncelerini keşfetmesini kolaylaştırmak ve kişinin kendi çözümlerini bulmasında ona danışmanlık yapmaktır (Arkonaç, 1998; Bakırcıoğlu,1998).
Bu yaklaşım Rogers’a göre sabit bir uygulama değil, aksine danışma sürecinin nasıl gerçekleştirilebileceğine dair bir bakış açısıdır. Birey merkezli yaklaşımı diğer yaklaşım modellerinden ayıran özellikleri şu şekilde açıklanır (Akt: Corey,1996):
1. Birey merkezli yaklaşım, kişinin hayatla (gerçekle) karşılaşmak ve mücadele etmek sorumluluğu ve kapasitesine sahip olduğunu savunur.
2. Uygulama, danışanın kendi fenomolojik alanına (öznel dünyasına) önem verir ve danışman daima danışanın bakış açısından kendisini ve dış dünyayı nasıl değerlendirdiğini, nasıl algıladığını anlamaya çalışır.
3. Danışma süreci, danışman ve danışanın işbirliğine dayanır. İki kişinin karşılıklı ilişkisi çok önemlidir.
Danışma Sürecinin Amaçları
Birey merkezli yaklaşımın amacı, geleneksel terapi yöntemlerinden farklıdır. Danışmanın temeli, danışanın özerkliğine, özgürlüğüne danışan-danışman ilişkisinde tamamlayıcılık ilkesine dayanır. Danışman, kişinin anlattığı problemlere değil, direkt bireye odaklanır. Danışmada amaç, kişide varolan mevcut problemlerin çözümü değildir. Bireye şu anda ve gelecekte karşılaşabileceği problemleri çözmesi için gerekli becerileri kazandırmaktır (Corey,1996).
Bir başka amaç tanımına göre, bireyin içinde bulunulan büyüme ve kendini gerçekleştirmeye yönelik potansiyeli ve kapasiteyi açığa çıkarmaktır (Petterson, 1986).
Nelson-Jones (1982)’a göre, yaşamın ve psikolojik danışmanın amaçları ise şöyledir:
1. Gerçekçi Algılama: Yaşamın ve benliğin çarpıtılmadan, olduğu gibi algılanması.
2. Mantıklılık: İnsanlar, kendilerini gerçekleştirme eğilimiyle birlikte, davranışları organizmayı geliştirme ve koruma bakımından daha mantıklı olabilir.
3. Kişisel Sorumluluk: İnsanların kendilerini gerçekleştirme sorumluluğunu alması.
4. Kendine Saygı: Bireylerin kendini kabul etmesi, kendi organizmasına değer vermesi.
5. İyi Kişisel İlişki Kurma Kapasitesi: Kişinin daha az savunucu olması ve başkalarını daha çok kabul etmesi; ilişkiye açık olması.
6. Etik yaşam: Başkalarının da kendini gerçekleştirme hakkını gözetme ve iyi ile kötüyü ayırdetmesi.
Danışanın Rolü Ve Fonksiyonu
Danışmanın kullandığı teknik, yöntem, teori veya sahip olduğu bilgiden çok danışmadaki tutumu önemlidir. Danışman bu anlamda, bir değişim aracı olarak kendisini kullanmalı ve yalnızca danışanın kendini geliştireceği ve keşfedebileceği uygun danışma ortamını hazırlamalıdır. Danışmanın ilgisi, içtenliği, saygısı, koşulsuz kabulü, empatik anlayışı ve danışanın dinlendiğini göstermesi sonucunda danışan, savunucu tutumundan kurtulup daha açık ve rahat olacaktır (Corey, 1996).
Danışman, güvenli, hoşgörülü, değerlendiricilikten uzak bir ortam içinde danışanla görüşür; ona değer verdiğini ve duygularını paylaştığını ifade eden empatik bir tutum içindedir. Böyle bir ortamda danışan, önemli gördüğü bireysel konuları ve kişisel sorunlarını, savunmacı tutumundan uzaklaşarak açabilir. Danışan neyin görüşüleceği konusunda daha aktiftir (Özgüven, 1999).
Danışmanın rolü, danışanın gelişiminin sağlanması ve kendini gerçekleştirmesi konusunda etkileşimi sağlamak, katalizör gibi olaya dahil olmadan, olayın oluşumuna olanak ve kolaylık sağlamada ortam oluşturmak, danışanı yöneltmekten kaçınmak ve danışanın karşısında değil; yanında olmaktır (Özgüven, 1999).
Danışman burada iyi ve dikkatli bir dinleyici olmalı, zaman zaman bir iki sözcük, hareket veya mimikle danışanın anlattıklarını izlediğini belli etmelidir. Bireyin kendi kişiliğini, yeteneklerini açıklamasına olanak sağlar.
Danışmada Danışanın Tecrübeleri
Danışmadaki değişmeler, danışanın hem kendi tecrübelerini, yaşantılarını nasıl algıladığına hem de danışmanın temel tutumlarına bağlı olarak oluşur. Eğer danışman, danışanın kendini tanımasına yardım edecek olursa, danışan da danışma sürecinde kendi duygularını tanımaya çalışacaktır (Corey, 1996).
İnsanın benliği, gerçek benlik (benlik veya özben) ve ideal benlik (benlik kavramı veya benlik tasarımı) olarak ikiye ayrılır. Benlik (gerçek benlik, özben) ile kastedilen, kişinin bana ait diyebileceği yaşantılar bütünüdür. Benlik kavramı (ideal benlik, benlik tasarımı) denildiğinde ise, bir kimsenin kendisini algılayış tarzı veya kendisine atfettiği özellikler anlaşılır. Benlik kavramı daha çok başkalarının birey hakkındaki görüşlerini yansıtır (Kuzgun, 1995; Erden ve Akman, 1996).
Danışanlar, terapiye ilk geldiklerinde genellikle kendilerini algılayışları ile gerçek yaşantıları arasında bir uyumsuzluk yaşayabilirler. Danışanın dış dünyayı, olayları ve sorunları nasıl algıladığını bilirsek, davranışını da değiştirmesine yardımcı olabiliriz. Burada temel amaçlardan birisi de danışanın kendisi ve problem hakkındaki farkındalığının derecesini arttırmaktır. Böylece birey, olmak istediği ben’le, gerçek ben’i arasındaki uçurumu ya da farklılığı kapatmış olacaktır. Kendisini daha gerçekçi olarak algıladığı için, beklentileri de o kadar gerçekçi olacaktır.
İlk görüşmede danışanlar zamanlarının büyük bir kısmını problemlerin belirtilerini anlatmakla geçirirler. Görüşmeler ilerledikçe problemlerini anlamaya başlarlar (Arkonaç, 1998). Görüşmenin sınırı, içeriği, sorunların ortaya konuş biçimi danışana aittir. Birey istediğini anlatmak, istediğini gizlemek özgürlüğüne sahiptir. Görüşmeleri sonlandırmak da danışanın elindedir. Danışan, danışmanın yönlendirmesi veya yönetmesi olmadan kendi kendine değişir (Petterson, 1986).
Öyle bir ilişki oluşturulmalı ki (danışan-danışman arasında), danışan bu ilişkiyi kullanarak kendindeki değişme ve gelişme gücünü keşfedebilsin. Rogers’a göre, kişilik değişiminin olması için aşağıdaki şartlar gerekli ve yeterlidir:
1- İki kişinin karşılıklı psikolojik ilişki içinde olması gerekir.
2- Danışan, ilk etapta uyumsuzluk hissedecektir.
3- İlişkide danışman, uyumlu ve tamamlayıcı olmalıdır.
4- Danışman, danışana karşı koşulsuz kabul göstermelidir.
5- Danışman, danışana karşı empatik anlayış kurmalı ve onu tecrübelerini, yaşantılarını anlatması için yüreklendirmelidir.
6- Rogers’a göre eğer bu ilkeler uygulanırsa, danışanda olumlu değişimler meydana gelecektir. Danışman danışan arasında eşitlik sağlanırsa, danışma başarılı olacaktır (Corey, 1996).
TEMEL KAVRAMLAR
Danışmanda bulunması gereken dört temel özellik şöyle açıklanabilir:
1. Samimiyet-İçtenlik:
Danışman’ındanışma boyuncaspontan ve açık olması, danışmanlık rolünün arkasına gizlenmemesi, duygu ve düşüncelerini açıklıkla ifade etmesi anlamına gelir. Danışman, içten ve samimiyse kendiliğinden davranır, savunucu değildir (yaşamında güçlü ve zayıf yönlerini bilir ve buna göre davranır), tutarlıdır (düşünce ve davranışları birbiriyle uyumludur) ve kendini açabilir (öfke, kızgınlık, hayal kırıklığı, sıkıntı, üzüntü ve mutluluk gibi duygularını yaşar ve ifade eder; bu duygularından kaçmaz) (Egan, 1975).
2. Koşulsuz Kabul:
Danışman ikinci bir önemli tutum olarak danışana bir insan olarak önem vermelidir ve bu değer koşulsuz bir değer olmalıdır. Yani, danışanın düşünce, tutum ya da davranışlarındaki olumlu veya olumsuz değişmelere bağlı olmamalıdır. “Şöyle yaparsan ben de seni severim veya takdir ederim.” tarzı ifadeler yanlıştır. “Seni sen olarak kabul ediyorum, değer veriyorum.” ifadesi ise doğrudur (Corey, 1996). Danışan ister fakir, ister zengin, ister zenci, ister beyaz, ister dindar, ister ateist, yani her ne olursa olsun olduğu gibi kabul edilir. Böylece danışan, danışman’ın kendini kabul ettiğini fark eder ve maskesini indirir, direncini kırar ve kendisini olduğu gibi kabul eder; sonuçta da değişmek için amaç saptar ve eyleme geçebilir (Voltan Acar, 1998).
3. Açık Empatik Anlayış:
Rogers’a göre empati, “Danışanın öznel dünyasını, sanki kendi dünyasıymış gibi fakat niteliğini kaybetmeden hissetmek...”tir (Akt: Voltan Acar, 1998). Danışman, danışanın dünyasına girip, onun dünyayı nasıl algıladığını hissedebiliyorsa, danışanın duygularını ve bu duyguların altında yatan davranış ve yaşantıları anlayıp bunu karşısındakine iletiyorsa, açık empatik anlayış sahip demektir (Egan,1975).
Empati kurabilmekdanışanın kendisinin anlaşıldığını hissetmesi açısından oldukça önemlidir. Çünkü böylece danışan direncini kırarak, kendisini anladığını hissettiği danışmana kendini açabilir, problemin çözümüne ve eyleme geçme konusunda danışanı teşvik edebilir. Arkonaç (1998)’a göre, danışanın uzaklaştırmak istediği duygu ve isteklerinin farkına varmasına yardımcı olabilir. Empatik sürecin çok uzaması ve danışman’ın danışanın yaşantısını sürekli ve yoğun bir biçimde paylaşması sakıncalıdır. Danışman’ın kendi kimliğini kaybetmesine, danışmanın amaç ve yöntemlerini unutmasına, kendi benliğiyle danışanın benliği arasındaki ayrımı yitirmesine yol açabilir (Öztürk, 1997).
4.Benlik-Benlik Tasarımı:
Rogers’ın kişilik teorisindeki en önemli kavram benliktir (Akt: L. Atkinson, C. Atkinson, R. Hilgard, 1995). Benlik, “Ben”i karakterize eden düşüncelerin, algıların ve değerlerin tümüdür; benlik “neyim” ve “ne yapabilirim” farkındalığını da içerir. Algılanan bu benlik kişinin hem dünyayı hem kendi davranışını algılamasını etkiler. Benlik kavramının gerçekliği yansıtması gerekmez; bir kişi çok başarılı ve saygın olabilir, ancak kendisini tamamıyla başarısız görebilir.
Sonuç olarak Rogers’a göre, birey her yaşantıyı benlik kavramıyla ilişki içinde değerlendirir. İnsanlar benlik imgeleriyle tutarlı davranmak isterler; tutarlı olmayan yaşantı ve hisler tehdit edicidir. Bir kişi, benlik imgesiyle tutarsız olduğu için ne kadar çok yaşantı alanını inkar etmek zorunda kalırsa, benlik ve gerçeklik arasındaki uçurum o kadar geniş, anksiyete potansiyeli o kadar büyük olur. Hayata karşı uyumsuzluk artar, duygu heyecan bozuklukları oluşur. İyi uyum gösterenler de benlik kavramı, düşünce, yaşantı, ve davranışları tutarlıdır; benlik katı değildir, esnektir ve yeni yaşantı ile fikirleri hazmettikçe değişebilir. Rogers’ın kuramındaki diğer benlik, ideal benliktir. Herkesin nasıl bir insan olmak istediği yolunda düşünceleri vardır. Gerçek benlik ideal benliğe ne kadar yakınsa birey de o kadar mutlu olur. İdeal ve gerçek benlik arasındaki büyük fark, mutsuz, tatminsiz bir insan yaratır (L. Atkinson, C. Atkinson, R. Hligard, 1995).
KAYNAKÇA
§ Gençtan, Engin. Psikanaliz ve Sonrası, 1988
§ Kuzgun, Yıldız. Rehberlik ve Psikolojik Danışma, 2000
§ Köknel, Özcan. Davranış Bilimleri (Ruh Bilim), 1989
§ Richard Nelson-Jones. Danışma Psikolojisi Kuramları, 1982
§ Rogers. Carl, Etkileşim ve Tedavi Grupları, 1970