PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK
PSİKOTERAPİLER  
  ANA SAYFA
  İletişim
  ERİCH FROMM VE HÜMANİSTİK PSİKANALİZ
  DİNAMİK PSİKOTERAPİ
  KAREN HORNEY VE BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM
  AKILCI-DUYGUSAL TERAPİ
  ROGERS ve BİREY MERKEZLİ DANIŞMA YAKLAŞIMI
  GERÇEKLİK TERAPİSİ
  GEŞTALT TERAPİ ( F. PERLS )
  Holistik Tedavi
  VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ
  AYNA TERAPİSİ
  BİBLİO TERAPİ
  BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ
  BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ
  Bilişsel Davranışçı Oyun Terapisi
  Bütünleyici Bireysel Terapi ( BBT )
  çözüm odaklı kısa süreli yaklaşım
  EMDR TERAPİ
  ERİCKSONİAN PSİKOTERAPİ
  E-TERAPİ
  Feminist terapi
  FOTOTERAPİ (IŞIK TERAPİSİ)
  Hidro Terapi
  HİLL & O'BRİEN TERAPİSİ
  HÜCUM TERAPİSİ
  JUNG TERAPİ
  LOGOTERAPİ
  Müzik Terapi
  Oyun Terapisi
  Pozitif Psikoterapi
  Sine-Terapi
  ŞEMA TERAPİ
  HİPNO-TERAPİ
  AİLE DANIŞMANLIĞI
  CİNSEL TERAPİ
  ERGENLİK PSİKOLOJİSİ
  LİNK
  ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
  nevzat tarhan
  Konuşma ve Dil Terapisi
  ÇOCUK RESMİNİN GELİŞİM AŞAMALARI
  PSİKOTERAPİ TÜRLERİ
  HİPPOTERAPİ
  Yiğidi Öldür Terapi Deme!
  Duanın Psikolojik ve Sosyolojik Faydaları
  PSİKOLOJİK DANIŞMA İLKE VE TEKNİKLERİ
  Ön Görüşme Sürecinin Öğeleri
  TERAPÖTİK İTTİFAK VE İLİŞKİ
  DOĞU HİKAYELERİYLE PSİKOTERAPİ
  empati ve empatiyi iletme
  İLK GÖRÜŞME
  Seçmeci (Eclectic) Yaklaşım
  PSİKOLOJİK DANIŞMANIN SAHİP OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER
  Psikolojik Danışma Süreci
  Psikolojik Danışmada Danışmanın Rolü ve İşlevi
  Psikolojik Danışmanın Amaçları
  psikolojik yardım aşamaları
  kendini tanıma rehberi
  KİŞİLİK TESTİ
  DEPRESYON
  Depresyon Testi
  STRESE DAYANIKLILIK ÖLÇEĞİ
  HAFIZANIZI GÜÇLENDİRMEK İÇİN 8 ADIM
  ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI
  NE KADAR PANİKSİNİZ?
  DUYGUSAL ZEKA TESTİ
  Hipnoz ve Depresyon
  Hipnoz ve kötü alışkanlıklar
  Hipnoz, Çözülme ve Travma
  HİPNOZ VE KONVERSİYON BOZUKLUKLARI
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarının Kontrolünde Hipnoz
  ŞİŞMANLIKTA HİPNOTERAPİ
  Yeme Bozuklukları ve hipnoz
  Zeka Geliştirmek İçin 5 Yöntem
  Adleryan Terapi Teknikleri
  KENDİNİZİ DERS ÇALIŞMAYA NASIL KONSANTRE EDEBİLİRSİNİZ?
  BİOENERJİ
  EMPATİ
  Evlilikte Stres Kaynakları
  Stres ve Manevi Yaşam
  Stres ve Sabır
  Stres
  Kendi stresini yönetmede teknikler
  Stres’in Etkileri
  pozitif stres yönetimi
  GRUP PSİKOTERAPİSİNDE DEĞİŞMEYE YOL AÇAN SAĞALTICI FAKTÖRLER
  Grupla Psikolojik Danışma
  ÇOCUKLARDA DÜŞÜNME BECERİLERİ NASIL GELİŞTİRİLİR?
  Zeki çocuklar yetiştirmenin püf noktası
  Bediüzzaman'ın Eğitim Yaklaşımı
  İnsan problemlerine Kur’ân’î çözümler
  Proaktiflik ya da Reaktiflik
  Tûl-i Emel
  Bediüzzaman'a Göre Bilimin Değeri
  Akıl ve Duygular
  Akla Uygunlaştırma
  Aşırı girişkenlik
  Bastırma Mekanizması
  Belirsizlikler İçinde Aranan Güven Duygusu
  Birlik ruhu için şeffafiyet
  Depersonalizasyon
  Duygu Çağı
  En ucuz enerji kaynağı: Tebessüm ve selâm
  Güzelliğin yeniden tanımlanması
  Hayat ve Anlamı
  Hayat yolculuğunda çelişkili duygular
  İç Sesler
  İnancın Sosyolojik Boyutu
  İnsanlık Peygamberlere Muhtaçtır
  Kendini Gözlemleme
  Korkularımız
  Kulluk Psikolojisi
  Mutluluk Öze Dönmekle Olur
  Olayların gerçek boyutu
  Olumlu olmak
  Ölümü Düşünmemek Başını Gaflet Kumuna Sokmaktır
  Savunma Mekanizmaları ve Başaçıkma Şekilleri
  Suçluluk duygusu
  Şefkat
  Varlığın besmelesi olan sevgi
  Varlığın öz enerjisi: Muhabbet
  GESSELL GELİŞİM TESTİ
  Hipnoterapi nasıl uygulanır
  Hipnoz Hastasının Özellikleri
  Hipnotik Seansın Özellikleri
  Hipnoz Nasıl Uygulanır
  Hipnoz Nedir
  Hipnoz Teknikleri
  hipnozda uyulması gereken kurallar
  hipnozun uygulanmaması gereken haller
  Hızlı Hipnoz Tekniği
  Kendi Kendini Hipnoz (Oto-Hipnoz)
  ÖRNEK HİPNOTİK ENDÜKSİYON
  HİPNOZ HAKKINDAKİ MİT (BATIL DÜŞÜNCELER)'LER
  AİLE TERAPİSİ UYGULAMASINDA TEROPÖTİK YAKLAŞIM
  Aile ve Evlilik Terapisinde Amaçlar
  AİLE TERAPİSİ ÖZEL NOTLAR
  aile terapisi uygulama örnekleri
  Aile-Evlilik-İlişki Terapisi Nedir
  Evlilik Problemleri Nasıl Çözülür: 9 Öneri
  PSİKODİNAMİK VE BOWEN AİLE TERAPİLERİ
  YAŞANTISAL AİLE TERAPİSİ
  AİLE İÇİ PROBLEMLER VE ÇÖZÜM YOLLARI
  Cinsel Danışma ve Rehberlik - Uygulama
  CİNSEL TERAPİDE EV ÖDEVLERİ
  Cinsel Sorunlarda Hipnoterapi
  Holistik Cinsel Terapi
  CİNSEL PROBLEMLER
  ERGENLERLE İLETİŞİM
  ERGENLİKTE DİN VE AHLAK GELİŞİMİ
  ERGENLİK (PUBERTE) DÖNEMİ FİZYOLOJİK GELİŞİM
  ERGENLİK VE KİMLİK BOCALAMASI
  ERGENLİK DÖNEMİ ARKADAŞ İLİŞKİLERİ
  ERGENLİK DÖNEMİNDEKİ BİLİŞSEL GELİŞİM
  ERGENLİKTE CİNSEL GELİŞME
  GENÇ KIZ SAĞLIĞI
  ERGENLİKTE DAVRANIM BOZUKLUKLARI
  ERGENLİKTE DUYGUSAL GELİŞİM
  ERGENLİKTE MADDE BAĞIMLILIĞI
  ERGENLİKTE TOPLUMSAL GELİŞİM
  SOSYAL FOBİ
  ÖZGÜL FOBİ-2
  Psikolojik Rapor Yazma
  Gazali'nin Motivasyon Teorisi
  Hz. Muhammedin Evlilik Hayatı Ve Tavsiyeleri
  HİPNOZ
  HİPNOZ TEKNİKLERİ
  BİLİŞSEL-GELİŞİMSEL TERAPİDE HİPNOZUN KULLANIMI
  Hipnoz ve Depresyon-1
  HİPNOZ VE KÖTÜ ALIŞKANLIKLAR
  HİPNOZ ve Yeme Bozuklukları
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarının Tedavisinde-üstesinden gelinmesinde –yönetiminde (management) Hipnozun kullanımı
  Hipnoz ve Anıların Çağrımı
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarında Hipnoz
  KONVERSİYON BOZUKLUKLARI
  ŞİŞMANLIKTA HİPNOTERAPİ-1
  Hipnoz, Çözülme ve Travma-1
  Kişilik ve Psikotik Bozukluklar
  HİPNOTİK TELKİNLER İÇİN CÜMLELER KURMA
  Affect Bridge (Hipnoanalitik Yöntem)
  STEIN’İN SIKILMIŞ YUMRUK TEKNİĞİ
  KENDİLİK DEĞERİNİ ARTTIRMA ÖNERİLERİ
  BECK UMUTSUZLUK ÖLÇEĞİ
  BEİER CÜMLE TAMAMLAMA TESTİ
  COOPERSMıTH ÖZSAYGI ENVANTERİ
  CORNEL İNDEX TESTİ
  SCL–90-R
  RATHUS ATILGANLIK ENVANTERİ
  PSİKOLOJİK DANIŞMA--Temel Öğeler
  TERAPÖTİK İLETİŞİM
  KISKANÇLIK
  Risale-i Nur'dan Sosyal Problemlere Reçeteler 1
  Risale-i Nur'dan Sosyal Problemlere Reçeteler 2
  OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUĞU
  PANİK BOZUKLUĞU - PANİK ATAK
  TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
  Alzheimer
ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI

T.C

 ARTVİN VALİLİĞİ

REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ

 

   NURCAN AYIK YAZAR

    Psikolojik Danışman

   

  

DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI


            Davranış, bireyin gözlenebilen eylemleridir.Uyum ise bireyin sahip olduğu özeliklerinin kendi benliğiyle içinde bulunduğu çevre arasında dengeli bir ilişki kurabilmesi ve bu ilişkiyi sürdürebilmesi şeklinde tanımlanabilir.Çocuğun bir sınırdan sonra çevresiyle olan ilişkilerinin bozulması ise uyumsuz davranışları doğurur.

Kişilik,en uygun ortamlarda bile,birçok sorunlar çözülüp,engeller aşılarak geliştirilir.Çocuk gelişiminin doğal seyri içinde bir yandan yeni yetenekler ve beceriler kazanırken,bir yandan da pek çok sorunlarla karşılaşmaktadır.Çözümlediği her sorun,aştığı her yeni engel, çocuğun ruhsal gücünü artırmakta ve kendi kanatlarıyla uçmayı öğrenmektedir.Böylece ana-babanın koruyuculuğuna daha az gereksimin duyarak,bağımsız davranışa yönelmektedir.

         Davranış bozuklukları çocuğun çeşitli ruhsal ve bedensel nedenlere bağlı,iç çatışmalarını davranışlarına aktarması sonucu ortaya çıkar. Hırçınlık, sinirlilik, saldırganlık, inatçılık, yalan, çalma, küfür gibi davranışlar davranış bozukluklarına girer. Çocuk, gelişim basamaklarında birtakım doğal zorluklarla karşılaşır. Bu zorluklar ana-babanın desteğiyle çözümlenecek düzeydedir.Fakat çocuk bu desteği bulamaz ya da ana-baba tutumu yanlış olursa, bunlara tepki olarak çocukta duygusal düzeyde bozukluklar görülebilir ve olağan sorunlar büyür. Bu olumsuz tepkilere uyum ve davranış bozuklukları diyebiliriz. 

Örneğin,2-3 yaşında çocuğa tuvalet eğitimi verilmezse, kendi başına yeme alışkanlığı kazandırılamazsa, bu sorunlar sonraki dönemlere aktarılır ve yeni dönem sorunlarıyla katlanarak büyür. Oyun çağında oyuna doymamış ya da arkadaşlık ilişkisi kuramamış bir çocuk, okul çağında, toplu oyunlara katılmaz, onlarla kaynaşarak çağını yaşamak yerine, bir önceki dönemin sorunlarıyla başa çıkmak zorunda kalır. Bu nedenle ana-babanın desteği, sevgisi, şefkati çocuk için çok önemlidir. Çocuğun kendine güvenli, sağlıklı bir kişilik geliştirilmesi için, güven veren, anlayışlı, sevgi dolu olumlu bir çevre gereklidir. Bu çevreyi bulamayan çocuk, kendine güvensiz olur, kimsenin kendini sevmediğini düşünerek, çevresindekilere kuşkuyla bakar, karmaşık duygu ve çelişkiler içinde bunalıma girer. Büyüklerin ilgisini çekmek için gereksiz davranışlar yapar. Sonuçta bir sınırdan sonra çocuğun çevreye olan uyumu bozulur. Bu tür uyum bozukluklarının başında sürekli sinirlilik, kavgacılık, hırçınlık, söz dinlememe, geçimsizlik vb. görülür. Çocuklarda  ruhsal sorunlar dış etkenlerden de kaynaklanabilir. Örneğin, kaçırılan, araba kazası geçiren, cinsel saldırıya uğrayan bir çocuk, çeşitli korkular geliştirir ve örselenmesine bağlı olarak, ruhsal belirtiler ortaya çıkar. Bu tür dış örselenmelerde çocuğun tekrar ruhsal sağlığına kavuşmasında ana-baba tutumu çok önemlidir.
Çünkü ana-baba tutumu sorunu düzeltici yönde de, çocuğun uyumsuzluğunu tamamen artırıcı yönde de olabilir. Yine diğer bir sorunda çocuğun yapısı veya geçirdiği hastalıklarla ilgilidir. Örneğin, beyin incinmesiyle doğan, sakatlığı veya herhangi bir süreğen hastalığı olan çocuklarda  uyumsuzluk belirtileri gösterirler.


Bir çocuğun davranışının bozukluk sayılabilmesi için bazı ölçütler gerekir.

Bu ölçütler:


1-Yaşa uygunluk:
Her gelişim döneminin kendine özgü davranışları vardır. Bu nedenle çocuğun içinde bulunduğu gelişim döneminin özelliklerini iyi bilmek gerekir. Ör; 2 yaş çocuğu negativist, hareketlidir ve istenilen şeyi yapmaz. Freud'un anal, Erikson'un özerkliğe karşı kuşku ve utanç dönemine rastlayan bu yaşlarda çocuk, özerk bir birey olduğunu öğrenir. Kendisi istemeyince altının değiştirilmesini istemez, öpülmeyi reddeder.

3-5 yaş çocuğu dikkat çekmek ister. Hayal dünyası çok geniş olduğu için inanılmaz öyküler anlatabilir. Henüz yalanla yalan olmayanı ayırt edemezler. Bu nedenle  bu yaşlardaki çocukların anlattıkları yalan olarak kabul edilmezken, 11-14 yaşlarındaki çocuklarda görülen yalan normalden sapan bir davranış olarak kabul edilir.


2-Yoğunluk:
Bir davranışın bozukluk olarak kabul edilmesindeki 2. Ölçüt yoğunluktur. Ör; 5 yaş çocuğunda öfke ve huysuzluk doğalken, bu davranış başkasına fiziki zarar verme şekline dönüşürse, davranış bozukluğu kategorisine girer.


3-Süreklilik:
Çocuğun belirli bir davranış türünü ısrarlı bir biçimde ve uzun zaman devam ettirmesidir.


4-Cinsel rol beklentileri:
Erkeklerde kızlara oranla daha saldırgan olmaları beklenirken, davranışları ile erkeklere benzer saldırgan davranan kızların davranışları normalden sapan davranış kategorisine girer.

Ruhsal belirtiler, tek başlarına çocuğun uyumsuz ve dengesiz olduğunu göstermezler.Uyumsuz davranış gösteren çocuklarda genel olarak ve sık sık şu davranışlar gözlenir;

- Sinirlidirler, huysuz ve rahatsızdırlar.

- Tırnak yeme, parmak emme gibi davranışlar gösterir.

- Zorbalık yaparlar.

- Otoriteye direnirler

- Devamlı gerilim içindedirler.

- Yalan söylerler

- Çalma davranışı gösterirler

- Motivasyonları sınırlıdır.

- Okul devamsızlıkları ve evden kaçma vardır.

- Enerjilerini belli bir alanda toplayamazlar.

- Utangaç, korkak, endişeli ve şüphecidirler.

- Son derece sakin olabilirler.

Çocuğun davranışlarının uyumsuz olduğunu söyleyebilmemiz için, saydığımız bu özelliklerin birkaç tanesini en az 6 ay süreyle göstermesi gerekir.Bunun yanı sıra çocuğun gelişim dönemine de dikkat edilmelidir. Örneğin, 4-5 yaşına kadar çocukların gece işemeleri normaldir. Hatta okul çağında bile ara sıra işeme normal sayılabilir. Çünkü yatağa işeme davranışı tek başına uyumsuzluk belirtisi değildir. Bu belirtinin sıklığı ve eşlik eden davranışların yoğunluğu önemlidir.

             Ruhsal uyumsuzlukların büyük bir çoğunluğu, çocukluk çağından gelmektedir.Bu nedenle, çocuğun ailesi ve çevresi ile  ele alınması gerekmektedir.Gelişiminin doğal seyri içinde aşması gereken sorunları, yardımsız çözmeye çalışan bir çocuk bir kuşkusuz kendi başına uçmayı öğrenmeye çalışan bir kuş gibi boşa çabalar ve çabuk yorulur. Böylece bir çocuğun, tedirgin ve mutsuz olması yanında ruhsal olgunlaşması da yaşıtlarından geri kalır.


Genel Olarak Davranış Bozukluklarının Nedenleri


-Dikkat çekmek:
Çocuğa gerekli sevgi ve ilgi gösterilmediğinde yada yeterli   zaman ayrılmadığında dikkat çekmek için davranış bozukluklarına yönelir.


-
Ebeveynlere karşı güç kazanma isteği


-İntikam alma isteği:
Özellikle dayak yiyen, sevgi verilmeyen çocuk ana-babasından intikam almak ister. Aşırı otoriter ve baskıcı tutum, katı disiplin ana-babaya karşı öfke ve nefret duygularının gelişmesine ve buna paralel olarak başkaldırıcı bir bireyin oluşmasına neden olur.


-Yetersizlik:
Çocuğun kendine güvensiz olması davranış bozukluklarına neden olur. Anne-babanın aşırı koruyucu, hoşgörülü tutumu, gerektiğinden fazla özen gösterilmesi fazla kontrol anlamına gelir. Sonuçta çocuk diğer kimselere aşırı bağımlı, kendine güveni olmayan, duygusal olarak çabuk kırılan bir kişi olur.Bu durum çocuğun kendi kendisine yetmesine olanak vermez ve davranış bozukluklarına neden olur.


Davranış bozukluğu olan çocuklarla olumlu ilişki nasıl kurulur?


1-Karşılıklı Saygı:
Azarlamak, bağırmak, vurmak, susturmak, tutarsız davranmak çocuğa saygısızlığın göstergesidir. Her ana-baba çocuklarına saygı göstermeyi öğrenmelidir. Her çocuk ayrı bir birey olarak ele alınıp, fikirleri sorulmalı ve fikirlerine saygı gösterilmelidir.


2-Çocuğa Zaman Ayırmak:
Çocukla ilgilenmek, zaman ayırmak gerekir. Birlikte geçirilecek zaman nicelik değil, nitelik olarak önemlidir. Birlikte çocuğun hoşlanacağı faaliyetler yapılabilir.


3-Cesaretlendirme
:Çocuğun kendine güvenmesini istiyorsa önce anne-baba çocuğa güvenmelidir. Çocuğun çabasını övmeli ve yüreklendirmelidir. Cesaretlendirme çocuğun kendini değerli algılayabilmesi için çok önemlidir. Cesaretlendirme çocuğu olduğu gibi  kabul edip, kendi olduğu için değer vermedir.


4-Sevgiyi Anlatmak:
Çocuğun kendini güvenli hissedebilmesi için, en azından sevildiğini bilmesi ve sevmesi gerekir.

YALAN SÖYLEME

Yalan söylemek, bir hatayı gizlemek amacıyla gerçeğe uygun olmayan girişimde bulunmaktır. Amaç başkalarını yanıltmaktır.
   

Yalan söylemek toplum tarafından ayıplanan, kınanan bir davranış olmasına rağmen, ara sıra ona başvurmayan insan yok gibidir. Fakat çoğu zaman kendi yalanlarımızı gerekli, küçük yalanlar olarak görür, başkalarınınki ise büyük yalanlar olarak görürüz. Örneğin sevmediğimiz bir insan kapımıza geldiğinde evdeki çocuğa "annem evde yok" dedirtiriz. Karşımızdaki insanı kırmamak için yalana başvurur, aynı zamanda çocuğumuza da yalan söylemenin ilk tohumlarını aşılamış oluruz.

Başkalarını bilerek aldatmak amacıyla söylenen yalanlar, gerçek yalanlardır. Aslında çocukların yalanları, yetişkinlerin yalanlarının yanında masum kalır. Çünkü; onların yalanları aldatma amacı gütmez. Çocuk gerçeği iyi değerlendiremediği için, gördüklerini çarpıtarak anlatır ve uydurur. Kimi ana-baba çocuğun olmamış şeyleri olmuş gibi anlatmasını yalan sayar. Bunları dinlemek ve olduğu gibi kabul etmek yerine çocuğu suçlar. 3-5 yaş çocuğunun hayal dünyası çok geniş olduğu için inanılmaz öyküler anlatırlar ve bu dönemde yalan ile yalan olmayanı ayırt edemezler. 

Yalanın bu kadar çok kullanıldığı bir toplumda çocuk yetiştirmek hiç de kolay bir iş değildir. Ana babaların birçoğu çocuğunun yaş dönemini göz önüne almadan çok erken yaşlarda gerçeğe sadık kalmasını isterler. Oysa çocukta gerçekçilik ilkesi zaman içinde oluşmaktadır ve 7 yaş öncesinde söylediği gerçek dışı sözler ve olaylara yalan damgası vurmak doğru değildir. 3 yaş çocuğunun inanılmayacak öyküler uydurması, hayali arkadaşlarının olması ve taklit oyunlarından hoşlanması doğaldır ve gelişim özelliklerinin yolunda gittiğini gösterir. Çocuk hayal gücü geniş olduğu oranda başarılı olur. Gerçeğe uydurma yolu ile ulaşır. Ayrıca öykü uydurmaktan ayrı olarak kasıtlı bir biçimde gerçeğe sadık kalmama küçük bir çocukta doğaldır ve bu tür yalan çocuğun eğlenmeyi sevmesinin, birine takılmaktan hoşlanmasının doğal övünme arzusunun arkadaşlarından geri kalmama isteğinin ya da cezalandırılma korkusunun bir sonucudur.

Yaşamın ilk beş yılında çocuğun yalan söylemesi konusunda endişeye gerek yoktur. Çocuğun gerçeğe sadık kalmasını sağlamak için ısrar etmek ve yalanını ortaya çıkarmak için girişimlerde bulunmak yanlıştır.Çünkü beş yaş öncesi çocuğunun söylediği yalanlar söz de yalanlardır ve çocuk düşüncesinin kendiliğinden oluşan özgün ürünleridir. Çocuk birtakım  psikolojik gereksinimleri nedeniyle gerçek dışı söz yada hayallere sığınabilir ve bunları gerçekmiş gibi kabul edebilir. Bu tür sözde yalanlar, gerçek yalanlardan farklıdır. Sözde yalanların yanlış değerlendirilmesi, kınanması, sert cezalar verilmesi sonucunda gerçek yalanların doğmasına yol açar. Örneğin kardeşi ile oynarken bir vazoyu kıran çocuk cezalandırılma korkusuyla annesine kardeşinin kırdığını söyler. Böylece yalan kendini savunmanın en iyi silahı haline gelir.

       Çocuk gerçekle, gerçek olmayan ayırt etmesinden sonra yalan halen devam ediyorsa, temelinde psikolojik etkenlerin olduğu söylenebilir. Çocuğun çevresiyle ilişkileri gergin ve olumsuzdur. Ana babalar çocuklarının eğitiminde onları gerektiği gibi sosyalleştirmeyi başaramamışlardır. Bu tür çocuklar da kendini kontrol edememe ve aşırı bencillik gözlenir. Başkalarının hak ve çıkarlarına kendisinin ki gibi değer vermesini öğrenememiştir. Çocuk olanı olduğu gibi değil de, büyüklerinin istediği şekilde göstermek için yalana başvurur.

1- Patolojik Yalanlar:Kişi doğruyu söylemek kendisi için daha avantajlı olsa da yalan söyler. Önceden düşünmeden ,o anda öylesine  söylenen yalanlardır. Diğer bir deyişle, söyleyen kişinin gelişimine ve yaşamına zarar veren, onu zor duruma sokan yalanları, patolojik yalanlar olarak adlandırabiliriz.


2- Hayali Yalanlar:
Küçük çocuklar gerçeği iyi değerlendiremedikleri için uydururlar. Yetişkinler bunları yalan olarak görür.


3-Taklit Yalanlar:
Çocuklar ana-babayı örnek alır. Ana-babanın yalanına tanık olan çocuk, yalan söylemeyi öğrenir. Ör; doktora gidiyoruz diye gezmeye giden anne-baba çocuğun yalan söylemesine zemin hazırlar.


4-Sosyal Yalanlar:
Bunlar en yaygın olan yalanlardır. Bir yere gideceğimiz zaman, gitmek istemiyorsak, "hastayım " deriz.


5-Savunma Yalanları:
Çocuk kendini korumak için yalan söyler. Çocuk sık sık eleştiriliyorsa, sert tepki gösteriliyorsa, mükemmelliğe zorlanıyorsa çocuk yalana başvurabilir. Doğru söylediğinde "yalan söylüyorsun" diye suçlanan çocukta , bu yalanların alışkanlık haline gelebilir.


6- Yüceltilmiş Yalanlar:
Başkalarının hayranlığını kazanmak için söylenen yalanlardır.

Bazen de çocuklar bir özlemini dile getirmek için yalan söyler. Ör; babasız bir çocuğun  "babam var" demesi gibi. Normal yollardan  takdir edilmeyen çocuk, yalana başvuracaktır."Annem öldü" diyen bir çocuk, kardeş doğumu ile birlikte ilgisiz kaldığı için böyle söylemektedir.


Yalanın Gelişim Süreçleri

Her biri diğeriyle iç içe olmasına rağmen yalan söylemenin gelişim süreci üç aşama halinde incelenir.

1) Çocukluğun ilk yılları 2-6

2) Ergenlik 6-12

3) Yaşlılık12-18 yaşlar arası

Hangi gelişim süreci olursa olsun çevre faktörü dikkate alınmalıdır.          

Çocukluğun ilk yılları:
Çocukların kaç yaşında yalan söylemeye başladıkları bir tartışma konusudur. Bir çocuğun tam anlamıyla yalan söyleyebilmesi için diğer insanların düşüncelerinden haberdar olması gerekir.Bazı araştırmacıların belirttiğine göre çocuklar 3,5 yaşına kadar karşıdaki kişilerin fikirlerinden habersizdir.Araştırmacılar çocukların gelişimlerinin ilk yıllarında kandırma ile ilgili davranışları toplumsal yaşamda büyükleri memnun etmek ya da cezadan kaçmak için önceden öğrendikleri tepkileri sergileyerek geliştirdiklerini belirtirler.

Woolf çocukların dört yaşından önce yalan söyleyemeyeceklerini çünkü gerçeğin bile farkında olmadıklarını ifade eder. Woolf’un yalanın başlangıcı olarak belirlediği yaş bir çok araştırmacı tarafından çürütülmüştür. Yapılan bir araştırmada ağabeyi ortalıkta yokken döktüğü sütün suçunu ona atan iki yaşındaki bir erkek çocuğu ve kendi kendini dövüp başka bir çocuğun bunu yaptığını belirten 2,5 yaşındaki bir kız çocuğu örnekleri verilmiştir.

Yalan fantezileri üretmek, olgunlaşmamış anlayışsız ebeveynler tarafından stresli ortamlarda yetiştirilen çocukların gösterdiği bir özelliktir. Yalan fantezileri üreten bir çocuk dileklerinin gerçek olmasını diliyor demektir.


Ergenlik:
Ergenlik öncesi dönem çocukların nasıl iletişim kuracaklarını, neyi dışarı vereceklerini, neyi içerde tutacaklarını ve nasıl kandırıp yalan söyleyeceklerini öğrendikleri dönem olur. Çocukluğun ilk yıllarında doğrunun tüm çıplaklığıyla söylenmesi hoş görülse de ergenlik çağına gelen çocuklara bunun tam tersi öğretilir. Ergenlik çağındaki bireylere insanları üzecek gerçekleri söylememeleri öğretilir.Cinsellik, para, uyuşturucu ve alkol ile ilgili aile sorunları sır olarak saklanır. Çok gizli sırları olan aileler dışarıya sır vermemek için aşırı gayret sarf ederler. Sonuçta ergenlik çağındaki çocuklar yavaş yavaş hile ve yalan içerecek şekilde bilgi, fikir, duygu ve düşüncelerini toplumdan saklamaya ve yerine göre göstermeyi öğrenmeye başlarlar. Bu bir dereceye kadar her ailede öğretilir.


Genç Yetişkinlik:
Genç yetişkinlerin maruz kaldıkları psikolojik baskılar sevgiliden ayrılma cinsel dürtüler gibi yalanın bir hastalık belirtisi olarak ortaya çıkmasına kadar gidebilir. Özerk bir birey olmaya çalışan genç yetişkin anne-babasından bağımsız kararlar almaya çalışırken yalana sığınabilir ya da anne babasına karşıt tepki geliştirerek patolojik bir boyutta doğrucu olup çıkabilir. Bu durum iç hesaplaşmalar yaşayan genç yetişkinin vicdanını rahat hissetmesini sağlayabilir.

Çocuk Yalan Söylemeyi Nasıl  Öğrenir?

Çocuk yalan söylemeyi öncelikle diğer çocukları taklit ederek öğrenir. Yalan söyleyerek yaptığı hatanın sonucundan kurtulan arkadaşını gören çocuk, yalanın ona birtakım olanak ve avantaj sağladığını hemen farkına varır ve yapılan bir hatada kendini masum gösterip cezadan kurtulmasını öğrenmiş olur. Ayrıca yetişkini taklit de çocuğun yalanı öğrenmesine yol açar. Yetişkinler bazen de kendi aralarında yalan söyledikleri gibi çocuklara da yalan söyletirler. Örneğin "Bunu yaptığımı babana söylemeyeceksin" ya da "Dün evdeydik"diyeceksin gibi tembihlerle çocuğa yalan iterler ve böylece yalanın oluşması için zemini hazırlarlar. Böylece 7 yaş sonrasında mantık geliştirmeye başlayan çocuk, yalanın kötü bir şey olmadığını eğer kötü olsaydı yetişkinlerin söylemeyeceğini düşünmeye başlar.

Çocuklar Neden Yalan Söyler


           Zihinsel düzeyi düşük olan çocuklar, normal çocuklara oranla gerçeğe daha aykırı yalanlar söylerler. Normal çocuklar ise daha mantıklı yalanlar söyler ve ayrıntılı öyküler anlatılır.

          Aileye bağımlılık, verilmiş söze saygı durumlarında da çocuk yalana başvurabilir. Örneğin annesini üzme kaygısıyla karnesi kötü olduğu için karne almadıklarını söyleyebilir yada karne üzerinde tahribat yapabilir. Ayrıca toplum içinde çok heyecanlanan bir çocuk, bildiği bir şiire bilmiyorum diyebilir. Bunun sebebi çekingenliktir.

        Ayrıca bir çocuğa aşırı karışıldığı ve baskı yapıldığı zaman da çocuk yalan söyler. Sürekli kendisine anneni mi daha çok seviyorsun yoksa babanı mı diye soran bir yetişkine ikisini de sevmiyorum şeklinde cevap verebilir. Burada hata yetişkindedir. Bu davranış şekli çocuğa zayıflığıyla alay edilmiş izlenimi verebilir.

        Kimi çocukta açıkça yalan söylerken bir özlemini dile getirir. Örneğin, annesi ve babası olmayan bir çocuk, bunu utanılacak bir durummuş gibi kabul eder ve var olarak gösterebilir. Kimisi de statüsünü kaybetme endişesiyle ailesinin fakirliğini saklar, bundan utanır ve kendisini zengin gibi gösterir.

Yalanı Engellemek İçin Neler Yapabiliriz?

Yalanı engellemek için öncelikle yalanın niteliği bilinmelidir ve yalandan çok buna neden olan psikolojik faktörler ele alınmalıdır.

1-Çocuk kesinlikle cezalandırılmamalı, sadece çocuğa yaptığı davranışın yanlış olduğunu ve doğru söylemenin övgüye değer bir davranış olduğu anlatılmalıdır. 

2-Yalan söylemeyen çocuğun doğruyu itiraf etmesine yardımcı olunmalıdır. Çocuk doğruyu söylemeye yönlendirilirken ana-baba, öğretmeni ve çevresindekilerin çok dikkatli davranmaları gerekir. Çünkü burada söz konusu olan güç gösterisi değil, yardımdır.

3-Yetişkinler örnek olmalıdır. Eğer anne-baba başkalarına yalan söyleyecek olursa, çocuğun dürüstlüğün önemini anlaması çok güç olacaktır.Çocuklar hangi yaşta olursa olsun yaşına uygun bir dille doğruyu söylemek gerekir.

4-Aşırı tepki göstermemek gerekir.Yumuşak ve hoşgörülü olmalı ve cezadan kaçınılmalıdır. Aşırı tepki göstermek, çocuğun sizin öfkenizden korunmak için, yalan söylemeye devam etmesine yol açar.

5-Çocuklardan başaramayacakları şeyler beklenmemelidir.

6-Fazla baskıdan kaçınmalı ve koyduğumuz kurallarla çocuğun yaşamını fazla sınırlamamalıyız.

7-Çocuğu yetişkinler araç olarak kullanmamalıdır.Ör; anne yada babanın çocuğa yalan söyletmesi. Annenin "bu yaptığımızı baban duymasın" demesi gibi.

8-Gizli polis gibi çocuğu sorgulamamalıyız. Ör; "Doğru söylersen ceza vermeyeceğim" dedikten sonra, çocuk doğruyu söyleyince"biliyordum" diyerek tepki vermek yada dayak atmak, çocukta yalanı pekiştirir. Çünkü çocuk doğruyu söyleyince olumsuzlukla karşılaşmaktadır.

9-Çocuğun  diğer çocuklarla kıyaslanmaması gerekir.

10-Ana-baba-çocuk iletişiminin olumlu olması gerekir. Çocuk istek, sıkıntı, kaygı ve endişelerini bizimle konuşabilmelidir. Çocuğu dinlemek ve çözüm yollarını kendisinin bulmasına yardımcı olmak gerekir.

11-Yalan söylediği için çocuğu suçlamamak gerekir."Yalancı" etiketi yapıştırılmış olan bir çocuk, bu etiketin gereklerini yerine getirecektir, çünkü yaptığı işin kendini yansıttığına inanır. Bu davranışı onaylamasak bile, çocuğumuzun kişiliğini bu davranıştan ayrı tutmak gerekir. Salt kendisi olduğu için onu sevdiğimizi çocuğumuzun anlamasına yardımcı olmalıyız.

12-Doğrudan emin olmak için kontrol edin.Çocuğa "ödevin bittimi" diye sormak yerine "ödevini görmek istiyorum" deyin. Bu davranış  hem kontrol edileceği için ödevini düzgün yapmasını sağlar hem de sonucundan çekindiği için yalan söylemez.

KÜFÜR

  
Küfür üç temel gruba ayrılır.

-Ya beddua etmek yada birine zarar verilmesi dileğini yansıtan konuşma biçimi,

-Cinsel içerikli küfürler, müstehcen konuşmalar,

-Kişiliğe yönelik küfürler,

Nedenleri


1
-Dikkat çekme:Bazı çocuklar ana-babadan yeterli ilgiyi göremiyorlarsa, dikkat çekmek için küfrederler.


2-Sarsılma
:Bazı çocuklar için yetişkinleri şok etme, rahatsız etme eğlenceli olabilir.


3-Ağızdan kaçıverme:
İnsanlar da engellenme yada kızgınlık hissedildiğinde yada fiziksel bir gerginlik olduğunda küfür ağızdan çıkıverir.Çok engellenen, yaşama alanı çok daraltılan çocuk, kızgınlık olarak küfredebilir.


4-Savunma:
Bazıları için kötü söz söyleme bir savunma davranışıdır.Küfür etmenin tam anlamıyla yasak olduğu çevrede yetişenler, isyan ederek bağımsızlıklarını göstermek isterler.


5-Olgunlaşma:
Bazen de çocuklar yetişkin olmanın bir sembolü olarak, kötü söz söylerler.


6-Akranları tarafından onaylanması


7- Zevk alma  
                     

Ne yapılmalıdır?


1-Örnek oluşturma
: Eğer kaba ve küfürlü bir konuşma eğilimini kendinizde engelleyebiliyorsanız, çocuğunuzda bu kontrolü sizi taklit ederek öğrenecektir.


2-Dürtülerini ifade edebilme:
Eğer çocuk, size olan kızgınlığını rahatlıkla dile getirebiliyorsa, bu özgürlüğe sahip ise, olumsuz duygularını belirtmek için daha az küfürlü sözcük kullanacaktır.


3-Tartışma:
Bu kelimeler bir kağıda yazılarak tanımlanır ve daha sonra tartışılır.


4-Önemsememek:
Çocuklar kötü sözcükler kullandığında,anne-babalar bu duruma pek fazla üzülüp şaşırmıyorlarsa, çocukların bu sözcükleri söylemeleri için bir nedenleri kalmayabilir.


5-"Dilsizlik Oyunu":
Ana-babalar böyle durumlarda şoke olmaktan çok, sessizlik oyunu oynayarak çocuğu yönlendirebilirler. "senin kullandığın kelimenin anlamı nedir?", "anlamıyorum", denilerek çocuktan yanıtlaması istenir.


6-Yaratıcı olmaya özendirmek:
Yaratıcı uğraşlar, yazınsal faaliyetler, spor vb. Yaratıcılığı artırıp kötü söz kullanımını engeller.


7-Kötü sözcüklerin yıpratılması:
Çocuk bu kelimeyi kullandığında 5 dakika boyunca bu kelimeyi söylemesini isteyin. Büyük olasılıkla bir daha kullanmayacaktır. Söylemek istemediği zaman, ancak kötü sözcüğü kullanmaktan dolayı verilen cezayı uyguladıktan sonra, istediğini yapabileceğini söyleyin.


8-Ciddi cezalandırmama:
Eğer çocuğunuzu, döverek, bağırarak, tehdit ederek cezalandırırsanız; çocuğunuz bu kelimeleri yakalanıp cezalandırılmamak için, gizlice kullanmayı öğrenir.

        Uygun olmayan bu sözcüklerin yerine, uygun kabul edilebilir sözcükler kullanması için çocuğu bilgilendirmek gerekir.Çocuk olumlu sözcük kullandığında, çocuğun övülmesi teşvik edilmesi gerekir. 

                               ÇALMA-HIRSIZLIK 
              

         Çalma genel anlamıyla başkalarına ait eşya, para vb şeyleri habersizce almaktır. Çalma bir suç örneğidir, ancak bu davranış çoğu kez, yanlış yola itilme sonucu yada bir macera olarak ortaya çıkar.

        Çocuklarda doğuştan mülkiyet kavramı yoktur. Çevresinde gördüğü, hoşuna giden, gereksinme duyduğu eşyayı kendine mal ederek, kullanmaya başlar. Örneğin 2 yaş çocuğunda sahiplik kavramı yoktur. Her şey onundur, başkasına ait olamaz. Çocuk giderek kendinin olanla olmayanı ayırt etmeye başlar ama bencil tutumu uzun süre değişmez. Örneğin, komşu gezmesine gittiğinde, sorulmadan alınmayacağını bildiği halde, cebinde kendisinin olmayan birtakım oyuncaklarla geri döner.

       Küçük yaşlarda çocuklar tarafından başkalarına ait olan bir şeyi izinsiz alma davranışına sık rastlanır. Ancak bu tür eylemleri çalmak anlamında kabul etmemek gerekir. Çocuklar henüz hangi kurala uyulup hangi kurala uyulmayacağının yeterince bilincinde değildirler. Bazı ülkelerde cezai sorumluluğun başladığı yaş olarak belirlenen, mülkiyet duygusunun geliştiği 8 yaşındaki çocuklar henüz erişkin yaşamını yönetecek dengeye sahip değildirler.

        Okul çağında tekrarlanan çalmalar üzerinde daha önemle durulmalıdır. Çocuk aile ve çevresiyle birlikte araştırılmalıdır.Yaşına göre olgunlaşması geri kalan kimi çocuk, annesinin çantasından para aşırarak, çevresindeki çocuklara dağıtır. Kazanamadığı arkadaşlığı para ile kazanmaya çalışır. 

                “Hırsız” sözcüğü çalmayı alışkanlık haline getirmiş çocuklar için kullanılır.Bu tip çocuklar, çeşitli anti-sosyal davranış (suçluluk) karakteristikleri gösterirler.

ÇALMA ÇEŞİTLERİ

1- Çalınan Objenin Kullanılması:

·         Yarar sağlamayan hırsızlıklar: Çocuklardaki karakteristik çalma biçimidir.

·         Cömertlik Hırsızlıkları: Çalınan obje dağıtılır. Bu hırsızlıklar özgeci ve değer kazanmak amacıyla yapılır.

·         Gereksinim Hırsızlıkları: Yoksul, evden kaçan ya da amaçsız dolaşan çocuklarda görülür. Para hırsızlıklarının birçoğunda, çocuk ya da gencin şiddetle gereksinme duyduğu veya istediği bir şeyi elde etmek için çaldığı ileri sürülebilir. Ancak hırsızlığın kötülüğünü iyice öğrenmiş olan çocuk, gereksinme ne denli önemli ve güçlü olursa olsun, bunu hırsızlık yoluyla doyurmaya kalkmaz.


2- Patolojik Hırsızlıklar:

·         Saldırgan Hırsızlık: Zarar verme amacı baskındır.

·         İçtepisel Hırsızlıklar: Çalma eylemi düşünülmeksizin ve bir plan yapılmaksızın gerçekleştirilir.

·         Zevk Hırsızlığı: Çalma zevki her şeyden öndedir. Bu tür hırsızlıklar ergende ve çete suçlarında görülür. Tehlike ve korkuyu yenme zevkiyle birliktedir. Bu tür hırsızlıklarda yeni ve heyecan verici deneyimler yaşamak ya da çevresini atlatarak bir üstünlük veya egemenlik duygusu elde etmek amacı yatmaktadır. Çocuk veya gençlerde bu isteklerin doyurulması doğal ruhsal bir gereksinmedir. Bu istekler yararlı birtakım eğitsel faaliyetlerle yönlendirilmediği taktirde, çocuk bunu, komşunun bahçesinden meyve, pastacıdan çörek, vb. yollarla doyurmaya kalkışır. Bu tür hırsızlıklar genel olarak grup halinde işlenir ve çalınan nesneyle bir gereksinmeyi karşılamak söz konusu değildir.

·         Telafi Hırsızlık: Aşağılık duygusu olanlarda, çekingen ve duygusal kişilik yapısındakilerde görülür. Burada sevgi eksikliği telafi edilir. Bunlar aynı zamanda kardeş doğumu, kardeşler arası kıyaslama gibi nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan kıskançlık ve avunma hırsızlıklarıdır.

Nedenleri

     1- Doyumsuzluk: Doyumsuzluk çok çeşitli durumlarda ortaya çıkabilir ve kısa süreli yada uzun süreli olabilir. Sevilmediğini yada ana-babasının sevgisini yitirdiğini sanan bir çocuk, onların ilgisini çekmek amacıyla bu davranışa yönelebilir. Ailede yeni doğan çocuğun olması ve bu nedenle papucunun dama atıldığını düşünen çocukta, annesinin kendisini yüzüstü bıraktığını düşünerek, ondan öç alma isteğiyle çalma davranışına yönelebilir.

   
2- Sevgi Açlığı: Bu durum genellikle ana-baba yoksunluğu çeken çocuklarda görülür.Çocukta sevgi açlığından güvensizlik duygusu oluşur. Bu güvensizlik duygusunu da ancak kendisine ait birtakım eşyalar elde ettiğinde giderebilecektir. Sevilmediğini düşünen çocuk, ilgi çekmek için çalabilir. Bazen ana- baba kaybından sonrada ortaya çıkabilir. Genellikle çalma davranışı gösteren çocukların,  alkolik veya suçlu ana-babalar tarafından yetiştirildiği ve ihmal edildiği belirlenmiştir.


3- Arkadaşlar arasında özel bir yere sahip olmak:
Arkadaşları arasında özel bir yer sahibi olmak için rüşvet vermek amacıyla kullanılan küçük eşyaları çalarlar. Bu sebepten kaynaklanan hırsızlık, en fazla, arkadaşlar arasındaki yarışmalarda başarısız olan çocuklarda görülür bu çocuklar saygı göremedikleri gibi kendilerine de saygı duymazlar ve kendilerini kabul ettirmek için bu yolu deneyebilirler.


4- Çocuğa yeterli harçlık verilmemesi:
Çocuğun temel ihtiyaçlarının karşılanmaması durumunda görülür.


5-Çocukta mülkiyet fikrinin gelişmemiş olması


6-İntikam almak:
Örneğin; başarılı bir çocukla kıyaslanan bir çocuk, ondan intikam almak için eşyalarını alabilir. Çocuk otoriter ana-baba yada öğretmenden intikam almak için de çalabilir.


7-Ana-babanın çocuğun yaptığı bu davranıştan bilinç altı zevk alması:
Çocuk bunu hisseder ve çalmaya devam eder.


8-Çocuk özdeşleşmek için kendine kötü örnek seçmiş olabilir
: Çocuk bir grubun onayını almak için yapabilir. Amaç çalmak değil, başkalarını yaranmaktır.


9-Özgüvenini artırmak için:
Bazı çocuklar kendi güçlerini, erkekliklerini kanıtlamak için yaparlar.


10-Çocuğun anne-baba ile hesaplaşmasının bir yolu olabilir

 

 

Çalma davranışı karşısında neler yapılabilir?

Çalma olayı 5 yaşına kadar sorun teşkil etmez. Çocuğun kendisine ait eşyalarının olması sağlanmalı ve başkalarına ait şeyleri izinsiz alamayacağı öğretilmelidir. Çocuğun ayrı odası ve çekmeceleri olması da tercih edilebilir.

Çocuk ailenin diğer bireylerinin eşyalarını almaya kalktığında, bunların kime ait oldukları hatırlatılmalıdır. Ana-babalarda çocuklarına iyi bir örnek olmaları için, başkalarına ait eşyaları izinsiz almamaları gerekir. Böylece çocuk başkalarının mülkiyet hakkına saygılı olmayı ve bazı isteklerini kontrol etmeyi öğrenir.

Ana-babaların çalma davranışı karşısında soğukkanlı davranmaları gerekir.Çocuk bu davranışın sonucunda acımasızca cezalandırılmamalıdır.Bu tutum çocukta sevilmediği inancını doğurur. Aldığı ceza ve gördüğü sevgisiz tutumla, çocuk cezasını çektiğini düşünerek yeniden çalmaya yönelebilir.

Ana-baba olarak çocuğunuza davranış şeklinizi değerlendirin ve ona gerçekten sevginizi gösterebiliyor musunuz düşünün. Çünkü çalan çocuk, anne ve babasına karşı duyduğu kızgınlıktan ileri gelen suçluluk duygusuyla bu amaca yönelebilir. Ayrıca okulda çalma davranışı göstermesi, bir yandan aralarına giremediği arkadaşlarından öç alma, öte yandan ana-babayı yaralamak amacını güdebilir.Eve kendisinin olmayan bir oyuncakla gelen bir çocuğa annenin hırsız niye çaldın, senin neyin eksik demesi yerine, hiçbir şey söylemeden oyuncağının geri verilmesi en doğru yoldur. Bu durumda çocuk kazançlı çıkmayacak ve yaptığı davranışı da yinelenmeyecektir. Çocuk gereksiz yere suçlanmamış ve davranışı da onaylanmamıştır.

Çocukların ilk çalmalarında, ana- babaların olduğu gibi okul yöneticilerinin de çok duyarlı ve bağışlayıcı davranmaları yerinde olur.Çalma bir uyum ve davranış bozukluğu semptomu olarak kabul edilmeli ve bir alarm sinyali olduğu bilinmelidir.Çocuklara 7-8 yaşından itibaren düzenli olarak harçlık verilmelidir. Harçlık yaşa, ekonomik olanaklara ve koşullara göre değişir.Çocuğunuzu hırsız olarak nitelendirip, yaptığı her hareketinden kuşkulanmayın. Eğer böyle davranırsanız, çocuğunuzun kendine karşı olan sevgi ve güvenini yok edersiniz ve zihninde, kabahatini tekrarlamasını beklediğiniz fikrini uyandırırsınız. Çocuğunuz bilinçsiz olarak, bu korku yada isteğinizi yerine getirebilir.

                   Nasıl önlenir?


1-Değerleri Öğrenmek:
Çocuğa dürüstlük ve başkalarının mülküne önem verme öğretilmelidir.Anne-baba örnek olmalıdır.


2-Örnek oluşturma:
Önce anne-baba çocuğa örnek olmalıdır. Başkasına ait eşyalar alınmamalı, bulunmuş eşyalar geri götürülmeli, diğer insanlar kandırılmamalıdır.


3-İletişimi güçlendirmek
: Eğer evde çocuk yakın ilişkiden yoksunsa, çocuğa yeterli zaman ayrılmıyorsa, aile bireyleri arasındaki ilişki güçlendirilmelidir


4-Çocuğa belirli bir miktarda harçlık verilmelidir.
Çocuğun gereksinimlerini karşılayabilecek belirli bir harçlık mutlaka verilmelidir. Çocuk ihtiyacı olduğunda tekrar alabileceğini bilmelidir.


 
5-Mülkiyet hakları:
Çocuğa ihtiyacı olduğunda , kendisine ait olmayan bir eşyayı nasıl ödünç alabileceği ve bunu nasıl geri vereceği öğretilmelidir.


6-Etrafta bozuk para gibi cezbedici eşyalar bırakılmamalıdır.


7-Çocuğun kendisine ait eşyaları olmalıdır
.Çocuğun en azından bir kaç eşyası olmalıdır.Anne-baba çocuğun eşyalarını kullanacağı zaman ondan izin almalıdır.

ALT ISLATMA ( ENURESİS)

Genellikle çocuklar mesane kontrolü gerçekleştirinceye kadar, yani ortalama olarak 2-3 yaşlarına kadar geceleri altlarını ıslatırlar.Gündüz kontrol 2 yaş dolaylarında,gece kontrol ise 3,5-4,5 yaşları arasında kazanılır. Çocukların hemen hepsinin idrar ve dışkı kontrolü kazandıkları 4 yaşından sonra hala altını ıslatmanın devam etmesi “enuresis” adını alır.

Doğumdan başlayarak süregelen ve sinir-kas kontrolündeki gecikmeden kaynaklanan alt ıslatmaya "birincil enuresis" denir. Düzensiz ve yetersiz tuvalet eğitimi, anne babanın ilgisizliği sonucunda oluşur. Fakat birincil enuresis zamanla kaybolur, kalıcı değildir.

                Tuvalet kontrolü oluştuktan sonra başlayan alt ıslatmaya "ikincil enuresis" denir. Bu tip alt ıslatma da bir gerileme olayı söz konusudur. Örneğin yeni bir kardeşin doğumu gibi birtakım ruhsal gerginlik durumlarından sonra ortaya çıkar, burda neden çocuğun bir bebek gibi sevilme ve ilgi çekme ihtiyacıdır. Bu ihtiyaca yönelik olarak çocukta geriye dönüş görülür.Yeterli sevgi, ilgi ve anlayışla bu durum çözümlenebilir. Fakat çocuğun itildiği ve sevgiden yoksun kaldığı durumlarda tekrar ortaya çıkar, devam eder.

Enuresis genellikle sosyo -ekonomik düzeyi düşük ailelerde daha sık görülür. Bu ailelerde çocuklar yeterli duygusal etkileşimden yoksundurlar ve aldıkları tuvalet eğitimi yetersizdir. Çocuğun duygusal durumunu büyük ölçüde etkileyen ev ortamı ve yakın çevresi alt ıslatma olayıyla yakından ilgilidir. Aşırı sevgi ve hoşgörü, yetersiz ilgi, kıskançlık gibi ruhsal nedenler enuresisin oluşumunda başlıca nedenlerdir. 

             Aşırı heyecan ve gerginlik durumlarında da alt ıslatma meydana gelebilir. Bunların yanı sıra korkular, örseleyici yaşantılar ve ameliyatlarda etken olabilir. Korkutucu durumlarda çocukların altlarını ıslatmaları bilinen bir olaydır. Alışılmadık dayak ve cezalarda neden olarak gösterilebilir. Annesine kızıp öfkelenen bir çocuk, altını ıslatarak intikam almak isteyebilir ve bunu saldırganlık aracı olarak kullanabilir. Ayrıca erken ve baskılı tuvalet eğitimi ile çocukla anne arasındaki gergin ilişki de enuresisin bir nedenidir.                Ruhsal etkenlerin yanı sıra bedensen etkenlerden de alt ıslatma sorunu kaynaklana bilir.Fakat bedensel nedenler %5 gibi küçük bir grubu kapsarlar. Örneğin, böbrekte ve boşaltım yollarında ki doğuştan bozukluklar, sidik yolarının yangıları başlıca bedensel nedenler arasındadır. Epilepsisi olan çocuklar da gece gelen epilepsi nöbetleri de gece işemelerinin nedeni olabilir. Ayrıca bu çocukların omurganın alt omurlarından birinde çatallı diken denilen bir bozukluğunda yatak ıslatmaya yol açabileceği ileri sürülmüştür. Ancak bu bozukluğun görüldüğü her çocukta gece işemesi görülmez.

                 Alt ıslatma davranışı tek başına ruhsal uyumsuzluğun göstergesi değildir ve özellikle ilk çocukluk döneminde tedaviden kaçınılmalıdır. Tek başına altını ıslatma mutlu, uyumlu bir çocukta  kaygı uyandırıcı bir durum değildir. Sabırlı, anlayışlı ve sevecen bir tutumla sorun kısa sürede çözümlenebilir.Kesinlikle çocuğa sert ve otoriter bir tutumla yaklaşılmamalıdır. Çünkü bu tür yaklaşımlar çocukta aşağılık duygusuna yol açabilir.Aslında çocukta alt ıslatma olayında kontrol mekanizması doğal olarak kendiliğinden gelişir ve herhangi bir eğitime gerek duyulmaz.Bu işlevsel gelişme ancak daha sonra fiziksel ve çevresel etkenlerle bozulur. Bu nedenle erken yaşta tuvalet eğitimi vermek yada bunu çocuktan istemek zararlıdır ve en önemlisi çocuğun duygusal dengesini bozar.

                                   Nedenleri 
           
Altını ıslatma ya organsal ya da ruhsal bir nedene dayanır. Böbrek, bağırsak bozuklukları ve ağır uyku, organsal nedenlerdendir. Ruhsal nedenler ise oldukça karmaşık ve çeşitlidirler. Altını ıslatma, duyulan bir kaygının dolaylı anlatımı, anneye babaya karşı duyulan öfkenin, kinin bilinç dışı yolla dışa vuruşu da olabilir.Kardeş doğumu ile başlayan ikincil enuresis, bir regresyon belirtisi olabilmekte, bazen enuresis, kardeşe duyulan saldırgan duyguların ifadesi, bazen de aşırı temiz, titiz, düzenli bir annenin baskılı tuvalet eğitimine karşı pasif agresif bir tepki niteliği taşıyabilmektedir. Ailede ölümler, ayrılıklar, geçimsizlik, hastalılar ya da okulda başarısızlıklar gibi yaşam olaylarının yaratacağı anksiyete enuresis ile ifade edilebilir. Ailenin aşırı koruyucu ve hoşgörülü tutumu ile çocukta bebeksi kalma eğilimi, enuresis belirtis ile  kendini gösterebilir. Enuresis, sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan, aile içinde yeterli duygusal etkileşimden yoksun, nörotik ve uyumsuz çocuklarda daha çok rastlanır. Çeşitli ruhsal etkenlerin oluşumunda başlıca neden olarak sayılabilir.Yaptığımız incelemeler, alt ıslatma sorunuyla çocuğun duygusal dünyası arasında yakın bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.Yapılan araştırmalar,enuresiste ailesel bir yatkınlık olduğu görüşünde birleşmektedir.Enuretik çocukların %75'inin birinci dereceden akrabalarında devam eden ya da geçmişte enuresis bulunduğu bildirilmiştir.

özetle;

A-Fiziksel Olarak

  • Genetik yatkınlık,   
  • Sinir kas kontrolünün gecikmesi, 
  • İdrar yollarında enfeksiyon, idrar kesesinde tonus azlığı
  • Çok derin uyku yaratacak aşırı yorgunluk,
  • Fazla sulu ve tuzlu yemek yeme,
  • Ayakların ve bel kısmının aşırı üşümesi gibi nedenlerden kaynaklanabilir.

B - Psikolojik Olarak;

  • Yeni bir kardeşin doğması, okula başlama, okul değiştirme, sevilen birinin kaybı gibi stres faktörlerine karşı hayatın eski dönemlerine geri dönme isteği,
  • Erken ve baskılı tuvalet eğitimi (Aşırı titizlik ve sabırsız davranma )
  • Gün içinde korku yaşanması,
  • Derin uyuma,
  • Ruhsal zorlama, aşırı baskı ve üzüntü yaşanması,
  • Anne babanın ayrılması, aile ilişkilerinde bozukluklar, evde huzursuzluk gibi ailevi faktörler,
  • Ailenin aşırı koruyucu ve hoşgörülü tutumu ile çocukta bebeksi kalma eğilimi,
  • İlgi çekmek ve öç alma isteği,
  • Okul korkusu gibi nedenlerden kaynaklanabilir.

       

Enuresisin Tedavisi için Neler Yapılabilir?

             Gece altını ıslatan çocukların çoğunda uyku derindir.Bu yapısal özellikten dolayı derin uykuda sidik torbasının büzücü kasları gevşemekte ya da  içten gelen işeme uyarılması, çocuğu uyandırmaya yetmemektedir.Uyku derinliğini azaltan ve sidik torbasını büzücü etki yapan çok etkili ilaçlar olup, bu ilaçların doktor kontrolünde 4 ile 6 haftalık kullanımından sonra % 70-80 ninde etkili olmaktadır.İlaç bırakıldıktan sonra da kazanılan alışkanlıklar bozulmamaktır.

           Mesane eğitimi başlatılarak, çocuk,ana-babanın kontrolü altında belirli saatlerde idrar yapmaya alıştırılabilir.

           Uykuda alt ıslatma durumunda elektrikli sistemi harekete geçen ve çocuğu uyandıran özel yapılmış yataklarda tedaviyi olumlu cevap vermektedir.Fakat çocuk uyandıktan sonra tuvalete gitme alışkanlığı kazandırılmalıdır.

          Annenin psiko-pedagojik açıdan eğitilmesi ve yönlendirilmesi de çocuğun alt ıslatma sorununu ortadan kaldırmaya yardımcı olur.

          Özellikle 7 yaşından önce çocuğun gecede 2 kez çişe tutulması yararlı olabilir.Çocuklarda tuvalet eğitimin de taklit olayı da etkili olabilir. Kız çocuğun anneyi izlemesi, erkek çocuğunda babayı izlemesi ve tuvaleti ne şekilde kullandığını görmesi lazımdır.

          Genellikle çocuklara tuvalet eğitimi başladıktan sonra gece yatarken altına bez takılır.Bu yanlış bir tutumdur. Çünkü çocukta gündüzleri altını ıslatmanın yasak olmakla birlikte geceleri bezini ıslatabileceği izlenimini uyandırır. Mesane kontrol kaybı ancak zaman zaman olur ve buna çoğu zaman duygusal gerginlikler yol açar. Bazı durumlarda da altına ve yatağını ıslatma, mesane belirli bir gerilim düzeyine geldiğinde bile uyanamama sonucunu doğuran, soydan gelen bir özelliğe bağlıdır. Bu nedenle pek çok ailede çocukluk sırasında sık görülen yatak ıslatma durumu bir süre sonra kendiliğinden kaybolur.

          Kısaca özetleyecek olursak, alt ıslatma sorunu çocuktaki idrar kesesinin olgunlaşması ya da ruhsal zorlanmanın ortadan kalkmasıyla kendiliğinden kaybolur. Enuresisin devamı halinde ise organik nedenlerin araştırılması, uyku derinliğinin azaltılması ve duygusal bozuklukların önlenmesi  gerekir.

Tuvalet Eğitimi

Çocukta tuvalet eğitiminde sabırlı olmak gerekir.Çocuğun hangi saatlerde kirlettiği çok iyi gözlenmeli ve hem o saatlerde hem de  yemeklerden sonra tuvalete oturtulmalıdır.Çocuk tuvalete rahatlıkla ulaşabilmelidir.Giysileri kolay giyip çıkarabileceği türden olmalıdır.Tuvalette gösterdiği her başarıdan sonra ödüllendirilmelidir.Çocuğa nasıl temizleneceği öğretilmeli,elleri her tuvalet sonrası yıkatılmalıdır.Gece kazalarını önlemek için 1 veya 2 kez tuvalete kaldırılmalıdır.Tuvalet ve temizlik eğitimi neşeli bir oyuna dönüştürülerek verilmelidir.Her yaptığı işlem hakkında mutlaka konuşulmalıdır.Örneğin "Şimdi ellerimizi ıslatalım, şimdi sabunlayalım, şimdi de havluya kurulayalım" gibi.

DIŞKI KAÇIRMA ( Enkopresis)

Çocuğun kakasını tutma ve bırakma işlevini kontrol edebileceği yaşa gelmiş olmasına karşın, istemli ya da istem dışı olarak kakasını uygun olmayan yerlere bırakma ile belirlenen bir bozukluktur. Çocuk, hiç kontrol geliştirmemişse, birincil enkopresis; en az bir yıl kontrol edebildikten sonra, kakasını kaçırma başlamışsa, ikincil enkopresis denir. Genellikle gündüz uyanıkken daha sık olur. İkincil enkopresis, 4-8 yaşları arasında başlar. Ülkemizde oldukça sık görülen bir bozukluktur. Erkeklerde kızlardan üç defa daha sık görülmektedir.

                9 yaşlarında bir kız çocuğu, yağmurlu havalarda okula gitmek istemez, yollar çamurlu olduğu zaman da sokağa çıkmaktan kaçınır. Bu saplantının nedeni araştırıldığında, küçük yaşta annenin kazandırdığı bir korkudan kaynaklandığı görülür. 2 yaşındayken çocuk, büyük abdestini yere yapar,annesi de büyük bir öfkeyle çocuğun yüzünü kirli yere bastırır. Daha sonra çocuk, kurala uyar tabii, tuvalet gereksinimini tek başına ve istenen biçimde yapan bir kişi olur, ama bu duygusal yara onda söz konusu saplantıya dönüşmüştür.

                Enkopretikler dışkılarını tutanlarla, kaçıranlar olarak ikiye ayrılabilir. Dışkılarını tutan enkopretikler, aşırı miktarda dışkı biriktirir, sonra birdenbire boşaltırlar; kaçıranlarsa, altlarını kontrol dışı olarak kirletirler.

                                    Nedenleri
             Söz konusu bozukluk, değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır. Yeterli tuvalet eğitimi verilmemesi ya da bu eğitime yeterli yanıt alınamaması
şeklinde olabilir. Bu durumda bağırsak kontrolü hiç kazanılmamıştır. İkinci şekilde ise ruhsal bir bozukluğa bağlı olarak, fizyolojik bağırsak kontrolü anormal olmasına karşı bir isteksizlik, direnç ve başarısızlık vardır. Fizyolojik olarak dışkıyı tutamamanın sonucu ortaya çıkan son durumda ise, bağırsak içeriğinin birikmesine bağlı olarak kaçırma ve uygunsuz yerlere dışkılama, görülebilir.Enkopresisin ortaya çıkışında barsak işlevlerinde yapısal bir bozukluk olabileceği gibi, tuvalet eğitiminin yanlış verilmesi ve psiko-dinamik etkenler etkili olmaktadır. Tuvalet eğitimine erken başlanılan çocuklarda enkopresis görülebilmektedir. Çünkü, yeterli kas gelişimi olmadığı için bu durumu çocuk engelleyemez.Ayrıca aşırı disiplin uygulayan anneye karşı, bir tepki şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Başka türlü dışa vuramadığı saldırganlık duygularını bu yolla ifade ediyor olabilir.Yeni bir kardeşin doğumu, anneden ayrılık, korkutucu olaylar, hastaneye yatış, anaokuluna gidiş gibi tedirgin edici durumlar, çocukta bir gerilemeye yol açar. Bu tür çocukların, annelerinin, temizlik ve titizliğe önem verişleri ve cezalandırıcı tutumları özellikle dışkılamada belirgindir. 

                                    Tedavisi
                Enkopresis, çocuğu utandıran, benlik saygısını zedeleyen, sosyal yaşamını, arkadaş ve aile ilişkilerini bozan bir belirti olduğundan tedavi büyük önem taşır. Çocuk, hangi nedenle olursa olsun, altını pisletmeye başlarsa, bunun bir alışkanlık haline gelme olasılığı, vardır. Bu duruma sert tepki göstermek, sorunu artırır ve bir kısır döngüye neden olur. Bununla birlikte, ilk evrelerde sadece sorunun kaynağındaki fiziksel nedeni, tedavi etmek yeterli olabilir. Sabahları okula gitmeden ve  öğleden sonra okula gitmeden önce,kakası gelsin gelmesin tuvalete oturması ve kakasını yapıncaya kadar beklemesi, gerekirse bunu günde bir kaç tekrarlaması istenir. Bir hafta-10 günlük takvim tutup, her günkü durumu not etmesi ve tekrar etmesi istenir. Dışkısını tutabildiği günlerin sayısı artmışsa, kendisi ile oyun oynanır.Uygun biçimlerde ödüllendirilir.Çok lifli diyet veya yumuşatıcı ilaçlar kullanılarak çocuğun bağırsaklarını mümkün olduğu kadar boşalttığından emin olun. Kabızlık çeken veya bağırsakları çok dolu olan bir çocuğun bu sorunu aşması zordur. Altını pisleten çocuklar, kirli iç çamaşırını temizlemelidir. Bu bir, ceza olmayıp, sorunun daha çok farkına varmalarına ve bundan kurtulmak için daha istekli olmalarına yardımcı olmanın bir aracıdır.Altını pisleten çocuklar, temizleme işini sıkıcı buldukları için konuya duyarlı olmayı öğrenirler. Başarının fazlasıyla ödüllendirilmesi, altını pisleten çocuklarda kolayca gelişen, güvensizlik ve başarısızlık duygularını engellemede yardımcı olacaktır . Tıbbi müdahale, uygun bir rejim ile birlikte dışkının kontrolü için lavman, laksatif ve fitil kullanarak, feçes ile doğrudan fiziksel kontrolü sağlamaya çalışılır.Çocukları, küçük yaşlarından itibaren, temizliğe alıştırmak ve bu işi ölçülü ve planlı bir şekilde yapmak, çocuğun karakterine ters bir istikamet vermemek için büyük bir sabırla çalışmak, çocuğun özelliklerine göre en doğru tedbirleri almaya dikkat etmek gerekir.

Altını pisletme 4 yaşından sonra her çocuk için çok ürkütücü bir sorundur ve ciddi olabilecek duygusal sonuçlarının önlenmesi için etkin bir tedavi gerektirir. Tedavi sağlanmazsa, kolaylıkla psikolojik sarsıntıya yol açabilir. Bu nedenle bir uzmanın yardımına başvurmakta gecikilmemelidir.

TIRNAK YEME

            Tırnak yeme alışkanlığı çoğunlukla 3-4 yaşlarından önce başlamaz. (Çok ender olarak 5 aylık gibi erken bir dönemde görülebilir).Çocukların %33 de tırnak yeme davranışı görülür.Bu oran erken ergenlik çağına kadar sürer.Ergenlik çağında tırnak yiyen çocukların sayısı %40-45’e yükselir. Yani ergenlik çağına doğru çocukların hemen hemen yarısı tırnak yeme davranışı gösterir.Bunun nedeni olarak gençlerin çevreden onay görmemeleri olarak değerlendirilir.Ayrıca tırnak yiyen çocukların ailelerinin çoğunda tırnak yiyenlere rastlanmaktadır.Bunun içinde tırnak yemenin bir taklit olduğu ve büyükleri taklit etmek suretiyle öğrenildiği ileri sürülmektedir. Ergenlik çağında sosyal onay görenlerin çoğu bu alışkanlığı terletmektedir. Tırnak yeme, daha çok sinirli çocuklarda ve dişlerin çıkmaya başladığı dönemlerde görülmektedir.7-8 ve daha ileri yaşlarda da görülebilen tırnak yeme, özellikle çocukların ellerinde herhangi bir iş ya da oyunla uğraşmadığı zamanlara görülmektedir.Bu hal çocuklarda genelde uyku bozuklukları ve hareket huzursuzluğu ile beraber bulunur.Çocuk bu yoldan iç huzursuzluğunu bastırmaya çalışır. Aşırı baskıcı bir ana-baba veya sert bir öğretmenin etkisinde kalan çocuklarda daha sık rastlanır. Saklı kalmış bir saldırganlığı yansıttığı kabul edilir. Daha çok, kendini suçlayan ve öfkesi içine dönük kişilik yapılarında görüldüğü söylenir.

Nedenleri

Aile içinde aşırı baskılı ve otoriter bir eğitimin uygulanması, aşırı baskılı ve otoriter bir eğitimle birlikte, çocuğun azarlanması, eleştirilmesi, dövülmesi, başka çocuklarla  kıyaslanması, vb gibi yanlış ana-baba tutumlarından kaynaklanabilir. Evde veya çevresinde tırnak yiyen bir başka modeli kendine örnek alabilir ve taklit yoluyla tırnak yiyebilir. Çocuğa kapasitesinden fazla ders, iş ve sorumluluk yükleme, kıskançlık, yeni doğan kardeşi kıskanma, yetersiz ilgi, sevgi ve şefkat yoksunluğu, ergenlik çağındaki gençlerin arkadaşları ve başkalarının yanında davranışlarının eleştirilmesi, küçük düşürülmesi ve horlanması, mide bağırsak rahatsızlıkları gibi nedenlerden tırnak yeme davranışı kaynaklanabilir.

Öneriler

Yapılacak şey aile içi dinamiklerini ortaya çıkarmak, tırnak yemenin zararlarını anlatmak ve yememeye özendirtmektir.Tırnak yeme genel olarak psikolojik kökenlidir ve bir güvensizlik belirtisi olarak kabul edilir. Bu nedenle öncelikle çocuğun bu alışkanlığı kazanmasına neden olan etkenler araştırılıp saptanmalıdır. Bazı çocuklar herhangi bir nedenden dolayı öfke, üzüntü, korku gibi duygularla yüz yüze geldiklerinde bununla nasıl başa çıkacaklarını bilemeyebilirler.Ancak bu gibi duygular mutlaka dışa vurulmalıdır.Çocuk öfke yada kızgınlık duygularını bir şekilde anlatmalı anne babasıyla paylaşmalıdır, aksi takdirde öfke ve engellenmişlik duygusu artacaktır.Çocuğun anne babasıyla sadece düşüncelerini değil, duygularını da rahatça paylaşabildiği bir iletişim kurulduğu takdirde tırnak yeme davranışı azalabilir.Gece tırnak yiyen çocuklara, hafif, zararsız pamuk eldiven giydirilebilir, ayak tırnaklarını yiyenlere ise sıkmayan çorap giydirilebilir. 3-4 yaşına kadar bu davranış devam ediyorsa anne baba tarafından görmezlikten gelinmelidir. Huzursuzluk bu davranışın ortaya çıkmasında çok etkili olduğu için ev ortamındaki çatışma ve gerginliklerin mümkün olduğu kadar azaltılarak çocuğun kendini güvende hissetmesi sağlanmalıdır. Ailedeki tüm bireylerin bu davranışı ön plana çıkartarak rahatsız oldukların sık sık hissettirmeleri kaygıyı arttırarak davranışı sıklaştırabileceği için bundan kaçınmalıdır. Çocuğa sözlü açıklamalarda bulunarak, başkaları tarafından bu davranışının yadırgandığı uygun bir dille anlatılmalıdır. Çocuğun parmağına acı biber sürme eline eldiven takma bu davranışından dolayı aşağılama gibi yöntemler var olan sıkıntıyı daha da arttırabilir. Çocukları korku kaygı yaratacak durumlardan uzak tutmak gerekir. Küçük çocukların kaygı korku verici televizyon filmlerini izlemeleri, kavgalı olaylarda bulunmaları çocuğu heyecanlandıracağı için sakıncalıdır. Çocukların ilgisi başka yöne çekilebilir. Sinema, televizyon izlerken veya radyo dinlerken onun ağzını çiğneyecek bir şeyle meşgul etmek tırnak yemenin ve ısırmanın yerine gelecek bir etkinlik olabilir. Çocukları ara sıra başarılarından dolayı ödüllendirme bazı durumlarda yarar sağlayabilir. Ancak bunun kısıtlı ve uygun şekilde kullanılması gerekir. Aksi takdirde çocuk yeni ödüller almak için bunu kullanabilir.Çocuğun kendi tırnak bakımıyla uğraşması da yararlı olabilir. Bunun içinde çocuğa manikür ve pedikür malzemeleri alınabilir.Çocuğa tırnak yeme davranışından isterse kolayca vazgeçebileceği anlatılarak ikna edilebilir. Bu alışkanlığın başkalarına göre çirkin, itici bir izlenim bıraktığı sevecen bir yaklaşımla söylenilmelidir.Ayrıca çocuğa ayna karşısında tırnak yeme davranışı yaptırılmasında faydalı olabilir. Özelikle genç kızlarda tırnaklarının yenmiş ve manikürlü hali gösterilebilir.Tırnak yeme alışkanlığından vazgeçerken çocuk desteklenmeli ve daima sevecen ve anlayışlı yaklaşılarak, sabırlı davranılmalıdır.

Alışkanlığı Tersine Çevirme Adımları

           Bu yöntemde takıntılı bir alışkanlığı (tırnak yeme ,parmak emme,vb.) kırmak için adımlar kullanılır. Oldukça basit olmasına rağmen, uygulanabilmesi için çocuğun en az 6-7 yaşında olması gerekir. Uygulamayı nasıl gerçekleştireceğinize çocukla birlikte karar vermeli , çocuğunuzun bunu yapmaya istekli olduğundan emin olmalısınız.

Rahatsızlıkların gözden geçirilmesi: Çocuğunuzla birlikte bu alışkanlığın yol açtığı güçlükleri sıralayın niçin bundan kurtulmak istiyor? Hangi durumlarda onun için probleme neden oluyor?

Farkındalık eğitimi-ortaya çıktığı durumları saptama: Alışkanlığın ne zaman ve hangi durumlarda meydana geldiğini fark etmek , onu kontrol etmede ilk adımdır.İki tane çizelge hazırlayın. Birine siz ,diğerine çocuğunuz ne zaman ve nerede takıntılı hareketi tekrarladığını işaretleyin.Bir hafta sonra çizelgelerinizi karşılaştırın.

Alternatif tepki : Bu yöntemde anahtar adım budur.Alışkanlığı durdurmak için çocuğunuzla birlikte bu hareketi her tekrarladığında yapacağı bir şey üzerinde anlaşın. Bu öyle bir davranış olmalı ki dakikalarca yapıldığı halde başkalarına garip gelmesin, çocuğunuzun normal etkinliğini engellemesin ve takıntılı hareketin farkına varmasını sağlasın.

           Aşağıda Azrin ve Nunn tarafından geliştirilen tablo bu konuda size fikir verebilir:

Takıntılı Hareket Yerine Ne yapmalı?

      Takıntılı Alışkanlık                                       Alternatif Alıştırma             

       Parmak Emme                                                       Yumruk Sık

         Tırnak Yeme                                                 Eşyayı Tut

         Kirpik –Kaş Yolma                                                Eşyaları Tut

       Kafa Sallama-Boyun kütürdetme                  Boynunu Kas

 Düzeltici ve Önleyici Tepki :Alternatif tepkiyi öğrendikten sonra , bunu alışkanlığı yarıda kesmek  ya da ortaya çıkışını engellemek için kullanmasını sağlayın.

Bağlantılı Davranış :Takıntılı hareketten hemen önce yaptığı davranışı belirlemeye çalışın ve alternatif tepkiyi bir önceki bağlantılı davranışı durdurmak için kullanmasını sağlayın.Örneğin tırnağını yemeye başlamadan önce ayaklarını sallamaya başladığını fark ettiyseniz bu bağlantılı davranıştır.

Gevşeme çalışması:  Seçilebilecek bir gevşeme tekniği uygulanmalıdır.

Toplumsal Destek: Bu destek çabaları teşvik veya övgü olarak sizden veya yakın arkadaşından gelebilir.

Deneme :Çocuğunuzu ,alternatif davranışı her gün tekrarlayarak rutin hale getirmeye yönlendirin. Ayrıca takıntının ortaya çıktığı durumları düşünürken de alternatif tepkiyi denemesini önerin.

Kayıt: Ne kadar ilerleme kaydettiğini görmek için günlük olarak alışkanlığın görülme sıklığını kaydedin.

PARMAK EMME

Doğumdan sonra ilk 3-4 ayda normal olarak bir çocuğun yeme içmesi için tek yol emme faaliyetidir. Bir yaşına kadar emme beslenmede esas yoldur.Çocukların emme faaliyetinden büyük ölçüde zevk aldıkları görülüyor.Çocukların bir çoğu beslenmedeki emme faaliyetinin yeterince doygunluk aldıkları görülmektedir. Parmak emme 1,5 yaşına doğru sık görülebilir. Parmak emme açlıktan kaynaklanan bir davranış değildir. Emme %50’den %87’lere varan yüksek oranda beslenmeye bağlı olmayan davranış biçimidir.9.aydan itibaren bebekler uyku ile parmak emme arasında yakın bir ilişki kurarak, uykuları geldiğinde parmaklarını ağzına götürürler.Bu alışkanlığa "rituel" adı verilir. Ayrıca bazı bebekler diş çıkarma döneminde de bu alışkanlığa yönelebilirler. Dr. David Levy her üç saatte bir beslenen bebeklerin, her 4 saatte beslenen çocuk kadar parmak emdiklerine işaret etmektedir. Yine biberon emzikleri eskiyip yumuşadığı için 20 dakika yerine 10 dakika biberonu emen bebekler hala 20 dakika biberon emen bebeklerden daha fazla parmak emmektedirler. Çocuğu parmak emmeden alıkoymak için yapılan çalışmalar 3 yaşına kadar çocuk tarafından dirençle karşılanır. Bazı bebekler yeni dişlerinin çıkması, bazıları zorlukla karsılaştıklarında, utanma ve sıkılma belirtisi olarak parmak emme görülür.18 ayda sıklaşan parmak emmenin 4 yaşında kaybolması beklenir.Beslenmeye bağlı olan parmak emme birinci yılın sonunda kesilebilir. Parmak emme sıklığı okula başladığı sırada hızla azalır. 6-12 yaşlarında %12 oranında kazanılmış bir alışkanlık olarak süre gelir.

Genellikle bebeklerin çoğu baş parmaklarını ya da diğer parmaklarını emerler. Bu durum bazen daha yoğun olarak görülür ve ana-babayı telaşlandırır.Çünkü parmak zamanla hassaslaşmaya ve rengi koyulaşmaya başlar, daha aşırı durumunda dişlerde ve damakta şekil bozukluğuna yol açar. Parmak emmenin uyum ile siki bir ilişkisi vardır. Çocukların uykuya dalarken parmak emerler.2 yaşında ki çocukların bir kısmı uykuya dalarken parmaklarını ağzına almak için direnirler. 3 yaşında bu alışkanlık kendiliğinden kaybolur.

Parmak emme faaliyeti inanıldığından daha az diş düzensizliğine sebep olmaktadır. Parmak emme 5-6 yaşından sonra görülürse arzu edilmeyen bir alışkanlık haline gelir. Parmak emme yatma zamanı devam etse de bu bozuk bir alışkanlıktır.Yapılan araştırmalar, 5-6 yaş dolaylarında sona ermesi halinde zararının olmadığını, ancak devam etmesi halinde bu davranışın kökeninde psikolojik sorun ve gerginliklerin olabileceğini göstermektedir.

 

 

Nedenleri

Yeni doğan bebekler, parmak emmeyi daha anne rahminde öğrenir. Doğuştan sahip oldukları en güçlü reflekslerden biri emmedir. Bazı bebekler yeni dişlerin çıkması, bazıları da zorlukla karşılaştıklarında utanma ve sıkılma belirtisi olarak parmaklarını emerler.İlk bir yaş içinde bebeklik döneminde çocuk doğal olarak parmak emebilir. Daha çok başparmağını hatta bazen ayak parmağını bile emebilir. Bu davranışın, çevreyi tanıma ve keşfetme ihtiyacından doğduğu kabul edilebilir. Parmak emmenin temelinde anne-çocuk ilişkisindeki yetersizlik ve çocukta güven duygusunun yeterince gelişmemiş olduğuna ilişkin görüşler vardır.Ayrıca parmak emmenin uykuyla sıkı bir ilgisi vardır. Birçok çocuk parmaklarını uykulu oldukları ve uykuya daldıkları zaman emerler.Parmak emmenin gıda almak kadar duyguların da doymasına hizmet eden bir keyfiyet olduğu hakkında delil olarak gösterilmektedir. Bilindiği gibi her bebek bir devre parmak emer ve bu gayet tabi olarak görülmelidir.

Tedavi ve Önlemler

               Öncelikle parmak emme olayının temeli, nereden kaynaklandığı tespit edilmelidir. Alt ıslatmada olduğu gibi burada da bir gerileme söz konusudur. Örneğin, çocuk yeni doğan kardeşinden sonra parmak emmeye başlayabilir. Çünkü kardeşinin kendi yerini alacağını ana-babasının kendisini eskisi kadar sevmeyeceğini ve kendisi yeteri kadar sevilseydi ikinci bebeğe gerek duyulmayacağını düşünebilir. Bu nedenle çocuk, kardeşi dünyaya gelmeden bu duruma hazırlanmalıdır.Böylece bu tür gerginlikten kaynaklanan alışkanlıklar zamanla ortadan kaybolacaktır.

Parmak emme olayının, alt ıslatma olayına bezerliği itibarıyla kesinlikle ilk çocukluk döneminde tedaviden kaçınılmalıdır. En sağlıklı yaklaşım, bu davranışın kendine zarar verebileceği,yakışmadığı, başkalarının yanında çok çirkin gözükebileceği, çocuğa sevecen bir dille anlatılmalı ve olumlu bir çevre sağlanmalıdır.Kesinlikle çocuk ev ve okul ortamında eleştirilmemeli ve başkalarının yanında küçük düşürülmemelidir. Çocuk parmak emmediği zaman yaptığı davranışlar ödüllendirilmeli ve parmağını emdiği zaman görmemezlikten gelinmelidir. Böylece parmak emmeyi ilgi çekme amacıyla kullanmamaya başlar.

Parmak emme kendi başına çocuklukta ve sonradan uyumu etkileyen bir alışkanlık değildir. Özel bir düzeltici tedbir olmayı da gerektirmez. Ancak parmak emmeye başlayan veya bunu alışkanlık haline getirmiş çocuklara bu alışkanlıkları terk etmeleri için uygun olmayan tedbirlerin, cezaların uygulanması sonucu bir çok uyum ve duyusal problemlerin ortaya çıkmasının nedeni olabilir. Basit bir alışkanlığı terk ettirmek için uygulanan metotlar durumla ilgisi olmayan yeni ve kronik bazı uyum bozukluklarına sebep olabilir. Küçük yaşlarda çocuklar uygun şekilde beslenmelidir. Gıda ve anne sütünün kalitesi yanında çocuğun gıda verilirken tutumuna özel bir yer ve önem vermek gerekir.Çocuk gerek anne memesinden ve gerekse biberonla beslenirken annenin göğsüne onun sıcaklığını duyacak şekilde yaklaştırılmalıdır. Bir taraftan çocuğa gıdası veya meme verilirken diğer taraftan anne çocuğa gözlerinden sıcak sevgi akıtmalıdır.Çocuğun gevşek tutulması, hırpalanarak, azarlanarak gıda verilmesi büyük bir anlam taşımaz, haysiyet sahibi bir gence al zıkkımlan diye yiyecek vermenin yaptığı etkiyi yapar.Uygun şekilde beslenme bu problemin ortaya çıkmasında en büyük engel teşkil eder. Belki çocuk parmak emme veya lastik meme emmeden özel bir haz duyabilir. Bu hiçbir zaman zararlı bir alışkanlık değildir. Normal davranışlar ve ilişkiler yoluyla bu alışkanlık 1 yaşının sonunda terk edilebilir.Eğer çocuk yürümeye başladıktan veya 1 yaşından sonrada bunu yapıyor yani parmağını emiyorsa bu çocuğun fazla yorgun, rahatsız, mutsuz, sıkıntılı, üzüntülü olduğunun belirtisidir. Çocuğun durumunun incelenmesi düzeltici tedbirlerin yalnız bir belirti olan parmak üzerinde değil bütün durumu düzeltmeye yöneltilmesi gerekir. Çünkü parmak emmenin asıl nedenleri ortadan kalkmadıkça çocuk parmak emmeye devam edecektir. Çocuğa uygun dinlenme, geniş ve çeşitli faaliyet olanakları, oyun ortamları meşgul olmak için olanaklar sağlanmalıdır. Anne babanın uygun olmayan davranışları düzeltilmelidir.Çocuklara bu alışkanlığından dolayı şiddet hareketleri uygulanmamalı ve çocuk batıl fikirlerle korkutulmamalıdır.Mükafat vaadi,çocuğun bunu terk etme arzusunu ve gücünü harekete geçirecek, çeşitli tedbirler çocuğun bunu bırakmasını sağlayacaktır. Çocuğa bilhassa kendi kendini kontrol etmek için, isterse bu alışkanlığı terk edeceği inancını kazandırmak, alışkanlığı yenmek için iyi bir hatırlatıcı olabilir. Çocuk 4-5 yaşlarına geldiğinde parmağını emmeye devam ediyorsa kendisine telkinlerde bulunmak faydalı olabilir.Çocuğa bu yaptığının çocukça bir davranış olduğu başkalarının gözüne hoş görünmediği onun anlayabileceği bir dille anlatılır. Çocuklar bu yaşlarda genellikle büyük bir insan gibi olmaya, ebeveyni taklit etmeye özenir. Çoğu zaman onlar gibi davranır.Ebeveyn çocuğun bu durumunu çok iyi değerlendirmelidir. Kendilerinin parmak emmediklerini, çünkü bu durumun pek hoş olmadığını söylemeleri çoğu zaman etkili olabilir.

                                   ÖFKE VE SALDIRGANLIK

Öfke engelleme ve korku karşısında ortaya çıkan bir tepki olup, köpürme adı verilen aşırı safasında bilinç bulanıklığına ve davranış bozukluklarına yol açabilir.Belirli bir sınır içinde öfke, karşılaşılan engeli aşmak, hoş olmayan durumdan kurtulmak için gerekli tutum ve davranışta bulunma olanağı sağlar.

Çocuğun öfkelenmesine neden olan engellerin birçoğu, genç yada olgun insan için anlamsız gelebilir. İstediğini elde edemeyen yada oynanması engellenen çocuk, öfkeden bağırıp, çağırıp, tepinebilir. Bu durum büyükler için anlamsız olabilir.Oysa çocukluk ve gençlik çağında, belirli engeller karşısında öfkelenmek kişiliğin korunması, saygınlık kazanması ve bu saygınlığın sürdürülmesi açısından pekiştirici, yapıcı yönde rol oynar.

    Saldırganlık,öfkenin dışa yansıyan şeklidir.Kişi kendi gerçeklerini tanımadan, gereksiz amaç ve beklentiler içinde olursa bunların gerçekleşmediği durumlarda, kendince engel olarak gördüğü nesne ve kişilere karşı saldırgan olur. Freud saldırganlığı önce, doğuştan gelen, bütün canlılarda ortak olan, öğrenmeyle değişmeyen, evrensel bir iç güdü olarak düşünmüş ve cinsel içgüdüye bağlı olduğunu kabul etmiştir. Saldırganlık küçük çocuklarda normal bir tepki biçimidir. Çocuğun güvenlik, mutluluk yada başka bir gereksiniminin şekil değiştirerek başka bir biçimde ortaya çıkmasıdır.Saldırganlığı kişisel bir yaralanmanın bir başka şekilde sonuçlanması olarak tanımlayabiliriz. Bu yaralanma sonucu çocuğun akranlarına vurması, ısırması, eşyaları fırlatması, tekmelemesi, tükürmesi ve zarar vermeyi amaçlayan tehditler şeklinde sözel saldırılarda  bulunması söz konusudur.Sürekli ve aşırı biçimde saldırgan olan çocuk sinirli, anlaşılmaz,  eyleme hazır ve aşırı geçimsizdir. İlişkileri gergin ve sürtüşmelidir. Hemen parlar ve kavgaya hazırdır. Durmadan kuralları çiğner ve ceza görür. Bu çocuklar cezadan etkilenmez yada  kısa süreli etkilenmiş gibi görünürler. Olağan anlaşmazlıkları bile bilek gücüyle çözmeye çalışırlar.Tepkileri ölçüsüz ve durumla orantısızdır. Öfkesini yenemez ve hep kendini haklı çıkarmaya çalışır.Bu çocuklar evde okulda sürekli sorun yaratırlar ve yetişkinlerle sürekli çatışma içindedirler.Genellikle erkek çocuklar daha saldırgandır.Genellikle erkek çocuklar, anlaşmazlıklarına kavga ile çözüm yolu  ararlar.Kız çocuklar ise ağız tartışmasını yeğlerler.Kız ve erkek çocukta erkeklerin yapısal gücüde saldırganlık açısından ayrımı ortaya koymaktadır.

Nedenleri

Ciddi uyum ve davranış bozukluklarında görülen saldırganlık sıklıkla, zeka geriliğinin veya psikolojik bir reaksiyonun bir semptomu olabilir.Beyin zarı iltihabı, beyin zedelenmesi gibi fizyolojik sorunlar sonucunda görülebilir.Saldırgan davranışların ebeveynler tarafından ödüllendirilmesi,çocuğun yetişkinlerden katı ceza, anlayışsızlık ve yetersiz sevgi görmesi,  T           V. ve kitle iletişimim araçlarının olumsuz etkisi,ana-babanın,çocukla aralarındaki iletişimin iyi olmaması, çocuğun ana-babasından dayak yemesi gibi durumlarda saldırgan davranışlar görülebilir.

Tedavisi

Esas olan çocuk büyüdükçe ve geliştikçe saldırganlığı oluşturan gücü,toplumsallaşmasının kurallarıyla bağdaşır şekilde yararlı uğraş alanlarına dönüştürülmesi ve çocuğun uyumlu davranışlara yönelmesini sağlamaktır.    
            Spora ve yarışmalara yönelen çocuk ve gençlerde saldırganlık dürtülerinin büyük ölçüde deşarj olduğunu kabul etmek gerekir.
Her şeyden önce çocuğa hoşgörü gösterilmeli,ana-baba tutumu olumlu olmalı, çocuktaki saldırganlık yararlı hale dönüştürülmelidir.Örneğin kavga etmek yerine bir enstrüman çalmak gibi.Çocuk ana-baba ile özdeşim kuracağından dolayı,ana-baba tutum ve davranışlarıyla iyi bir model teşkil etmelidirler. Devamlı ceza ve baskı uygulanarak, çocukların özgürlükleri kısıtlanmamalı ve her şeyden önemlisi sevgiden yoksun bırakılmamalıdırlar.       

Çok fazla saldırgan davranışlara tolerans gösterilmemelidir.Çocuğun istekleri bu tip davranışlar yapınca yerine getiriliyorsa, çocuk isteklerini yaptırmada saldırgan davranışları araç olarak görmeye başlar. Bu yolla istekleri yerine getirilmemelidir.Saldırgan davranışlar ödüllendirilmemeli ve onun bu davranışının istenmeyen bir davranış olduğu hemen gösterilmelidir.

Saldırgan davranışlar kesinlikle dayakla cezalandırılmamalıdır.Ana-babanın ilgisi sevgisi azaldığında ve fiziksel cezalar uzun süre devam ettiğinde, çocukta saldırgan, asi, sorumsuz davranışlar gelişir. Saldırgan davranışlar ortaya çıktığında, yetişkinler sakin davranmalı, anormal duygusal tepkiler yerine ben dilini kullanmalıdır. Ör:Böyle kavga ettiğin zaman rahatsız oluyorum, üzülüyorum gibi.kişiler duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını davranış anında dile getirmelidir.Dayak saldırgan davranışa karşılık uygulandığı zaman, onun hemen kesilmesini sağlayabilir ancak, çocukta düşmanca duygular geliştirir.Çocuk gergin ve sinirliyken onunla tartışmamalı, sakinleşmesini beklemeli ve daha sonra davranışı ile ilgili konuşulmalıdır.

Çocuğa sosyal olgunluğuna uygun çeşitli sorumluluklar verilmeli, başarabileceği kadarıyla bir çok şeyleri başlatıp, bitirmesi sağlanmalıdır. Çocuk başarma duygusunu yaşamalıdır.

Çocuğa davranışının dezavantajları gösterilmelidir.Çocuk saldırgan davranışları ile isteklerini elde edemeyeceğini, istediği şeyleri kaybettiğini görmeli ve yaşamalıdır.

Olumlu davranışı pekiştirme:Ana-baba ve diğer yetişkinler çocuğun olumlu davranışını görüp, olumsuz davranışı görmemezlikten gelmelidir. Çocuk bu davranışı yapmadığında, kavga etmeden ve bağırmadan oynadığında sözel olarak ödüllendirmelidir.

Çocuğun dışarıda oynamasına izin verme, çocuğun gerilimini azaltır ve enerjisini boşaltma imkanı sağlar.Saldırgan davranış diğer çocukların güvenliğini ciddi bir şekilde tehdit etmedikçe bu davranışın üstünde durmamak gerekir.

Kendi kendine konuşma:Çocuk oldukça dürtüsel davranıyorsa ve onun bu yönünü kontrol etmede güçlük yaşanıyorsa; çocuğa başkalarına vuracağı zaman, kendi kendini engelleyici cümleler söylemesi öğretilebilir.Ör:10'na kadar say ve ona vurma gibi.

Çocuk saldırgan modellerle karşı karşıya getirilmemelidir. Televizyondaki şiddet içeren programları seyretmesi engellenmelidir. Eğer kesinlikle engel olunamıyorsa, ana-baba çocukla birlikte seyrederek şiddetin sonuçlarını tartışabilirler.Ayrıca bu şiddet filmlerinin gerçek yaşamın modeli değil, kurmaca olduğu çocuğa anlatılabilir.

Kızgınlıktan kurtulmak için alternatifler bulunabilir. Yumruklanabilen kil, çakılabilen çiviler,resim çizme, boyama çocuğun kızgınlık duygularını kontrol altına almayı sağlayabilir. Ayrıca futbol, basketbol gibi sporlar kabul gören çıkış yollarıdır.Her yaş ve dönemde çocuğun temel ihtiyaçları zamanında yerine getirilmelidir.Bu çocukların özellikle baba ile daha çok birlikte olması sağlanmalıdır.

OTİZM

Kanner otizmi, bireyin kendini soyutlanmış bir dünyaya hapsetmesi veya bireyin kendi içine kapanması ve dış dünyada ki gerçeklikten hiç bir şey beklemeden kendi düşsel dünyasına sığınması olarak tanımlamıştır.

 

Belirtiler genelde ilk 30 ayda kendini gösterir, ancak son yıllarda gerçekleşen araştırmalar biyolojik kökenli bir hastalık olan otizmin bebeklik çağıyla sınırlanmadığını, 36 aylık ve daha ileri yaşlarda da ortaya çıkabileceğini doğrulamıştır. Çünkü doğumdan iki yaşa kadar belirtileri anlamak zordur. Cinsiyet açısından bakıldığında her 5 otistikten 4'ü erkektir.

           Otistik çocukların en belirgin özelliği çocuğun çevreyle ilişki kuramaması ve içine kapanık olmasıdır. Dış dünya ile bu çocuklar arasında sanki kalın bir duvar vardır. Annenin yaklaşmasına, varlığına,  yokluğuna, yakınına, yabancıya karşı kayıtsızdırlar. Çocuk görmüyor, duymuyor gibi davranır.Kalabalık bir odaya girdiğinde, oda boşmuş gibi davranır, insanlarla ilişki kurmaz, onlarla göz göze gelmekten kaçınır.Birisinin yüzüne bakarken, sanki bakışları baktığı insanın ötesine geçer.Anne babasının ilgi göstermesini dirençle karşılar. Kucaktan indirildikten sonra kas katı kesilir. Canlılarla ilişkileri, cansıza olduğu gibidir. Bir ele, bir yüze, bir masaya dokundukları gibi dokunurlar.Günlük yaşam değişikliklerine, eşyalarının yerinin değişmesine karşı aşırı tepki gösterirler. Duygusal tepkileri yetersiz olmakla birlikte, dış uyaranla ilgisi olmayan gülme, ağlama, öfkelenme, sevinme gibi belirtirler mevcuttur. Çocuk genellikle yalnız oynamayı tercih eder.

            A- Fiziksel Gelişim:Otistik çocuğun fiziksel gelişimleri yaşıtlarından farklı değildir. Oturma, yürüme, emekleme gibi gelişim basamaklarında gecikme görülmez. Yaygın uyku ve beslenme problemlerine rağmen hemen hepsi sağlıklı bebeklerdir.Taklit etme becerilerinin zayıf  olması nedeniyle atlama, zıplama gibi becerileri kazanamazlar. Makasla kesme, boncuk dizme gibi faaliyetleri küçük kas gelişimleri zayıf olduğu için yapamazlar. Parmak uçlarında yürüme, belirli bir hareketi  tekrar etme, bir ayağı önde diğeri arkada olmak üzere ileri geri sallanma, uzun süre kendi etrafında dönme davranışı görülür. Birçok otistik çocuk mekanik takmalı-sökmeli oyuncağı kolaylıkla takıp sökebilir.

            B-Sosyal Gelişim Özellikleri:Sosyalizasyon, iletişim ve hayal kurmada ciddi bozulmalar vardır.Fiziksel temastan kaçınırlar, kucağa alınmak istememe, dokunmak ve dokunulmaktan hoşlanmama ve annenin sesine tepki vermeme gibi davranışlar gösteren bu çocukların çoğunda anneye bağımlılık görülmemektedir.Çoğu kez çevresindeki bireylerin farkında değildir, göz kontağı kurma, kendilerine gülünce karşılık olarak gülme yoktur. Sevgi ve güvende olma ihtiyacıyla diğer bireylere fiziksel ya da duygusal yakınlaşma görülmemektedir, insanlara karşı ilgisizdirler ve onların duygularını anlamakta zorlanırlar, arkadaşlık ilişkileri bozuktur. Cansız nesnelere geliştirdikleri bağlanma insanlara geliştirdikleri bağlanmadan daha belirgindir. Canları acıdığında yada üzgün olduklarında ana babaları tarafından rahatlatılma isteğinde bulunmadıkları gibi ilgilendikleri bir nesneyi anne babayla paylaşmak istemezler.İstediği bir şeyin yapılması ya da yapılmaması için ısrar, öfke nöbetleri, çevresine ve kendisine zarar verici davranışlar görülebilir. Kendisi için rahat bir ortam arama becerileri olmayabilir. Sosyal oyun ve taklit davranışı ya hiç yoktur ya da yetersizdir.Genellikle nesneleri amacına uygun olmayan tarzda kullanırlar. Örneğin,saatlerce bir kutu kapağını çevirebilir ya da bir kapıyı açıp kapayabilirler. İletişim ve hayal gücünden yoksun oldukları için diğer çocukların oyununa katılmazlar.Oyun oynarken oyuncakları amaca uygun olarak değil daha çok döndürme, çevirme, yuvarlama şeklinde kullanırlar,
Eskiye karşı sıkı sıkıya bağlılıkla beraber yeniliğe karşı direnç görülür. Aile üyeleri ve aile dışındaki kişiler arasında ayrım yapabilirler.
             
C-Zihinsel Gelişim Özellikleri:Her zeka düzeyinde görülebilir ancak, araştırmalar bu çocukların %30'unun normal veya üstün zekaya sahip olduklarını göstermektedir. Geri kalanlar değişen derecelerde zeka engeline sahiptir.Uyarıcılara tepki vermedikleri, çok sınırlı sosyal ilişki ve iletişim kurdukları için zeka ya da psikolojik ölçüm yapan testleri almakta güçlük çekmeleri ve düşük performans göstermeleri zeka bölümlerinin tespitini zorlaştırır. Zihinsel düzeylerini anlamak güç olduğu için de, neyi ne kadar bildikleri konusunda kesin bilgi edinilememektedir. Genellikle öğrenme bozukluğuyla bir aradadır. Son yapılan araştırmalar temel problemin zihinsel gelişim alanında olduğunu belirtmekte ve bu konudaki tartışmalar zihinsel yetersizliğin birinci olarak dil ve iletişim problemlerine yol açtığı, ikinci olarak da davranışsal ve duygusal güçlüklere neden olduğu konusunda yoğunlaşmaktadır.Yaygın yanlış inanç otistik çocukların bazı olağanüstü yeteneklere sahip oldukları biçimindedir.Oysa otizm her zaman özel yeteneklerle karakterize edilmez.Yine de bazı otistik bireylerin resim, müzik, matematiksel hesaplamalar gibi konularda başarılı oldukları görülmektedir.
              D-Algısal Gelişim Özellikleri:
Duygusal tepkileri alışılmışın dışında olabilir.İşitmede organik bozuklukları yoktur ama sesleri duymuyormuş gibi davranabilir ya da farklı tepkiler gösterebilirler.Çağrıldıklarında dönmedikleri için çoğu zaman işitme engelli oldukları sanılır.Büyük bir gürültüde yada adı söylendiğinde işitme engelli gibi davrana bu çocuklar kağıt hışırtısı veya başka bir odadan gelen müzik sesine dikkatini verebilir. Parlak olan bazı cisimlere uzun süre bakabilirler, bazısı ışığa bakmaktan kaçınır. Yeni bir nesneyi tanımada, dokunma, tat alma ve koklama duyularını kullanırlar. Acıya, soğuğa, sıcağa ya aşırı duyarlı ya da duyarsızdırlar. Ağrıya karşı dayanıklılık gösterebilirler. Bazı günlük eşya ve nesnelere karşı nedensiz korkular geliştirirler.Nesnelere ve ayrıntılarıyla aşırı ilgilenirler. Dikkatlerini nesnenin bütününe değil bir parçasına yoğunlaştırırlar. Çevre ve günlük düzendeki en ufak değişiklikten rahatsız olup, değişikliklere karşı tepki gösterirler.Dönen nesnelerle aşırı ilgilenme, kendi etrafında dönme, sallanma, saatlerce aynı hareketi tekrar etme görülür.TV ve müziğe karşı aşırı ilgi görülebilir.Diğer soyut kavramlarda olduğu gibi önce, sonra, bugün, yarın gibi zaman kavramlarını da anlamakta güçlük çekmektedirler.Olaylara ve nesnelere ait neden sonuç ilişkisi kurmakta zorlanabilirler.
       
E-Dil Ve Gelişim Özellikleri

Sözel İletişim: Konuşmaya diğer çocuklarla beraber başlasalar da, daha sonra gerileme görülebilir veya yaşına uygun konuşma gelişmeyebilir. Konuşmaya hiç başlamamaları da söz konusudur. Konuşma üretimleri ve konuşmanın içeriği sınırlı ve normalden farklı olabilir, karşılıklı diyalog kurmada yetersizlik görülebilir. Genellikle basit ve kısa cümleler kullanırlar, konuşmaları karşılaştırıp örnekler vermekten çok somut şeyler üzerinde konuşurlar. Sözcükler ikinci bir lisanın parçaları gibidir ve aslında bir çoğu resimlerle düşünmektedir. Aynı sözcük veya sözcük grubunu kullanım için ısrar edebilirler.Standart sorularına standart cevaplar beklerler.Yaklaşık yarısında konuşma anlamlı bir iletişim aracı olacak şekilde gelişmez. %20-30'luk bir kısmında da 12-30 ay arası öğrendikleri konuşma aniden kaybolabilir.Konuşmadaki gecikme ailedeki en önemli endişe kaynağı olur ve hekime başlıca başvuru nedenidir.Sadece bir iki kelime söyler ya da çok kelimeyle anlamsız konuşurlar. Konuşulanları anlamakta çoğu kez güçlük çekerler, konuşmayı belli bir amaca ve iletişime yönelik olarak sürdürme zorlukları tipiktir. Bu nedenle sohbete katılmaları çok güçtür.Geç de olsa konuşmaya başlayan otistikler de, konuşmayı başlatmama veya karşılıklı olarak konuşmayı devam ettirmeme sık görülür.

Sözel Olmayan İletişim:Genellikle istek ve ihtiyaçlarını ağlayarak ya da çığlık atarak belirtirler. İletişim kurmak istemedikleri zaman karşılarındaki kişiyi iterler. Sıklıkla yüzleri donuk ve ifadesizdir. Bazıları belli el hareketlerini sosyal iletişim amacıyla kullanabilirler. Anlamsız ve zamansız gülme ve ağlamalar görülebilir.

                                              Nedenleri

Otizmin nedeni hala tam olarak bilinmemekle beraber tek bir nedeninin olmadığı ileri sürülmektedir. Otizmin, önceleri sanıldığı gibi, sevgi yoksunluğu,iletişim eksikliği yada çocuğun geçmiş yaşantısıyla ilgili duygusal sorunlara ilişkin olmadığı, kaynağının psikolojik değil fizyolojik (sinir sisteminin gelişimsel bozukluğu) olduğu ortaya çıkarılmıştır. % 5-10' unda belli bir tıbbi neden saptanabilmekte, %2-5' inde Frajil x, %1-3'ünde tüberküloz skleroz adlı genetik hastalıkların otizme yol açabildiği düşünülmektedir.Araştırmalar, beynin konuşma ve duygulardan gelen bilginin değerlendirilmesiyle ilgili bölümlerinde fiziksel bir problem olduğunu iddia etmektedir. Bu problemin doğuştan gelen ve beynin bilgiyi kullanma şeklini belirleyen belirli kimyasal dengelerdeki bir bozukluk olduğu ileri sürülmekte, beyin hücreleri arasında mesajları taşıyan kimyasal ileticilerde aşırılık veya eksiklik olduğu düşünülmektedir. Birçok araştırmacı otizmin nedeninin genlerde yattığı görüşündedir.Otistik çocukların kardeşlerinin bu bozukluğa sahip olmada 50 kat daha fazla risk altında oldukları bulunmuştur.Tek yumurta ikizlerinden birinin otistik olması durumunda diğerinde de %60 olasılıkla otizmin, %92 olasılıkla da bağlı sendromların ortaya çıkabileceğine işaret edilmektedir.Çift yumurta ikizlerinde bu oran %10 civarındadır. Otizmin kalıtsal özellikleri konusunda yapılan çalışmalar tahminen 3-10 genin devreye girdiğini göstermektedir. Bu genlerde belirli sayının üzerinde gerçekleşen mutasyonlarla otizmin ortaya çıkabileceği daha düşük sayıda mutasyonlarında utangaçlık, çekingenlik ve gecikmiş dilsel becerilere neden olabileceği düşünülmektedir.Otizm genlerini arama çalışmaları şimdiden önemli sonuçlar vermektedir. Kromozom 7 ve 15'te saptanmış bazı anormal özellikler bu durumla ilişkilendirilmektedir. Araştırmacılar önümüzdeki yıllarda otizmle ilgili en az 5 genin bulunacağını ümit etmektedirler.Diğer yandan otizmin sadece genetik nedenlere bağlı olmayıp, çevresel nedenlere de bağlı olduğu sanılmaktadır.Genetik açıdan birbirine tıpatıp benzeyen tek yumurta ikizlerinden biri otistik olurken diğerinde otizm görülmeme olasılığının varlığı çevresel etkenlerin işin içine girebileceğini göstermektedir.Bir veya daha fazla otizm geninin geçirdiği mutasyon,çocuğu anne karnında veya erken bebeklik döneminde karşılaştığı çevresel bir etkene karşı daha duyarlı hale getirebilir.Ayrıca bağışıklık sistemlerindeki bozukluklarda virüsler gibi çevresel etkenlerin etkili olabileceği düşünülmektedir.Bazen de beyni sonradan hasar gören bazı çocuklarda, örneğin geçirilen bir beyin iltihabı sonrasında otizmin geliştiği bilinmektedir.Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte annenin hamilelikte geçirdiği enfeksiyon hastalıkların, doğum sırasında geçirilen güçlüklerin aynı şekilde doğumdan sonra çocuğun geçirdiği ve beyni etkileyen hastalıkların sonucunda ortaya çıkabildiği söylenmekte ve çoğu zaman belirtiler ortaya çıkmadan tanı koymak ve engel olmak mümkün olmamaktadır.

Belirtiler:

Doğumdan 6. aya kadar:

Ø       Fiziksel görünüş ve motor gelişimi normaldir,

Ø       Kolaylıkla huzursuzlanabilir,

Ø       Nesneleri almak için uzanma davranışı göstermez,

Ø       Sosyal anlamda gülmesi ve göz kontağı yoktur yada azdır,

6-12.ay

Ø       Kucaklama hareketi yapmaz, anne babaya karşı ilgisizdir,

Ø       Basit sosyal oyunları oynamaz, oyuncak bebeklerle ilgilenmez,

Ø       Motor gelişimi gecikmiştir,

Ø       Katı yiyecekleri çiğneyemez,

Ø       Sözcük kullanımı yoktur,

24-36. ay

Ø       Gelişiminde bazı ilerlemeler görülse bile kişiler arası ilişkileri sınırlıdır. İnsanları araç olarak kullanır,

Ø       Göz kontağı sınırlıdır, nesnelerle ilişkisi yalama ya da koklama şeklindedir,

Ø       Kucaklama hareketi yapmaz, anne babaya karşı ilgisizdir,

48-54. ay

Ø       Genellikle konuşmada ekolali gözlenir,

Ø       Monoton, fısıltı yada bağırarak konuşma gibi değişik tonlarda konuşma özelliği vardır,

Ø       Günlük rutinin değişmesinden rahatsız olabilir,

Ø       Kendisine zarar verici davranışları vardır,

Ø       Öfke nöbetleri ve saldırganlık davranışları görülür.

Otistik  Çocukların Eğitilmesi Ve Tedavisi

Tedavide ilke çocuğa yaklaşıp onu kabuğundan çıkarak çevresiyle ilgilenmesini sağlamaktır.Bu durum sanıldığı kadar kolay olmayacaktır. Otistik çocuğun direnci o kadar güçlü olabilir ki en sevecen, sıcak ana-babalar bile çocuğa ulaşamayabilirler.Yılmadan,usanmadan çocukla uğraşmayı gerektirir. Otistik çocukların tedavisinde psikanalitik tedavinin yerini giderek davranışçı tedavi almış; bilişsel, sosyal ve dil gelişmesi için yapılan eğitime önem verilmeye başlanmıştır.Tedavi süreci 2 basamak olarak gerçekleşmektedir.

            1.Çocuğu otizmden çıkarmak

            2.Var olan yeteneklerini kullanmasını ve çevreye uyumunu sağlamak.

Otistik çocuğun 3 önemli özelliğini kullanarak uygulayacağımız yöntem olumlu sonuçlar verecektir.Bunu kısaca açıklamak gerekirse:
a. Bu çocuklar başka birisinin kendisine dokunmasında hoşlanmamakta, kucaklanmaktan kaçınmaktadırlar.

b. Müzik ile çok ilgilidirler. En huysuz oldukları sırada müzik dinletildiğinde yatışırlar.

c.Sallanmaktan çok hoşlanırlar.Kendi kendine sallanma, döndürme hareketine çok rastlanır.

Bunları yaparken huzur içindedir. Çocuğu otizimden kurtaracak bu özellikler şöyle kullanılmaktadır:Çocuklar çok hoşlandıkları ve kolay kabul ettikleri müzik ve sallanma uyaranları aldıkları sırada hoşlandığı dokunma uyaranı almaya karşı direnç göstermemektedirler. Kucaklayıp vücudunun çıplak bir bölgesi okşanırsa kaçınmaz, giderek haz alırlar.Daha sonra bu dokunma duyusuna karşı ihtiyaç duyup kendi dokunanı arama davranışlarıyla bu hazzı istediklerini aramaya başlarlar. Böylece otistik duvar delinmiş, insan ilişkileri başlamış olur. Her çocuğun otizimden çıkması için geçen süre aynı değildir. Bazıları hiç çıkmazlar.

               Otistik çocuğa temel becerileri öğretirken, yoğun davranış problemleri nedeniyle oldukça zorluk çekilir.Bu nedenle başlangıç olarak, çocuğun problem davranışları azaltılmaya  çalışılmalı, olumlu davranışları cesaretlendirilmeli geliştirilmelidir.Çocuğa öğretilecek yeni becerileri bir bütün olarak değil, aşamalara bölerek öğretilmeli ve çocuğun başarısız olmasından kaçınılmalıdır. Örneğin, el yıkamak olayının, musluğu açmak, sabunu almak, el ıslatmak şeklinde öğretilebilir.Bir beceriyi öğretirken, önce yardımınız beceriyi tamamen yaptırmak yönünde olmalı daha sonra ise yardım yavaş yavaş azaltılmalıdır. Bir beceriyi kazandırırken çocuğunuzun yeteneklerini,özelliklerini çok iyi tanımanız gerekir.

             Çocuğunuzun başarısını artırmak, öğrenme işlemini çabuklaştırmak için bir takım ödüller kullanmalısınız. Ödül doğru yaptığı işin karşılığında verilmelidir.Bu bir yiyecek bir oyuncak, hoşa giden bir oyun, sarılmak, kucaklamak, öpmek olabilir.Otistik çocukların öğrenme hızı yavaş olduğundan çocuklarınızın becerilerinde ilerleme ya az ya da hiç olmayabilir. Bu sizin için cesaret kırıcı olmamalıdır.Otistik özellikte ki çocukların konuşma becerilerini geliştirmek için sesleri, kelimeleri, zaman zaman da cümleleri taklit ettirmek uygun bir yoldur.Otizmden çıkmış olan çocuğun kronolojik yaşına göre değil, gelişimsel yaşının ve bilişsel işlevlerinin düzeyine göre bir eğitim- öğretim uygulanmalıdır.

                                   KARDEŞ KISKANÇLIĞI

Kıskançlık, kızgınlık sonucu oluşan, insanlara yönelik bir içerleme tutumu olarak tanımlanabilir.Beklenen ilgi, sevgi ve şefkat eksikliğine verilen bir yanıttır.Kıskançlığı  oluşturan ortam çoğu kez toplumsal içerikli olup,özellikle çocuğun sevdiği kişileri kapsar. Kıskançlık doğal bir olaydır.

                Kardeşler arasında rekabetin doğup gelişmesi, genel olarak çocuğun yaşamında yer alan olaylara bağlıdır.Yeni bebeğinizin hastaneden eve gelişi, çocuğunuzun yaşamının en önemli olaylarından biridir.Büyük çocuk artık kendine tamamen yabancı olan, bakımına büyük özen gösterilen, şefkate boğulan, bütün misafirler tarafından hayran olunan yeni bireyle uzlaşmak zorundadır.Eve bebeği görmeye gelen yabancılar, ona hayranlıklarını belirtmekle kalmayıp, birde hediye yağmuruna tutarlar.Bu da yetmezmiş gibi ona "yeni doğan kardeşini "çok seviyorsun değil mi? "diye sorarlar.Evde bütün bunlar olup biterken hiç kimse onun duygularıyla ilgilenmemektedir.

Nedenleri

Doğal bir duygu olan kıskançlık sevilen kişinin bir başkasıyla paylaşılamamasından ve temelde güvensizlikten kaynaklanır. O ana kadar kendine yöneltilen ilgi ve dikkatin kardeşine yöneltilmesinden doğan rahatsızlık en temel nedendir.Kardeşin doğmasıyla birlikte ona ayrılan zamanın azalması çocukta, bebeğe karşı gibi görünen ama aslında ana babaya karşı olan kızgınlık,kırgınlık gibi duyguların gelişmesine neden olabilir. Çocuk kendini terk edilmiş, güvensiz ve desteksiz hissetmeye başlar.Kardeşler arası kıskançlığın derecesi,yeni bir çocuğun doğumuyla anne babanın tutumunda olan değişikliklere, büyük çocukla ebeveyn arasında yerleşmiş olan ilişkiye ve çocuğun bebeğe olumsuz bir etkide bulunmasına göz yumma hoşgörüsüne bağlıdır. Kıskançlık derecesinde rol oynayan bir başka etken de kardeşler arasındaki yaş farkıdır.Yaş farkı az olan kardeşlerde kıskançlığın görülme sıklığı, yaş farkı fazla olanlara oranla biraz daha yüksektir.Kendisinden büyük bir kız kardeşi olan çocuğa saçlarının neden ablası gibi kıvırcık olmadığını sormak, ablaya da kardeşinin boyunun onu yakaladığını ve yakında onu geçebileceğini söylemek hem gereksiz hem de olumsuz etkileri olan yaklaşımlardır. Çocukların birbirleriyle rekabete girmelerini, kızgınlık duymalarını sağlayabilir.Cinsiyete göre de bazı farklılıklar yaşanabilir; çocuk kız ve doğan kardeş erkek ise, ana-babanın kendi cinsiyetinden hoşnut olmadığını düşünebilir.Ailelerin cinsiyete ilişkin tercihi varsa ve bunu yansıtıyorlarsa, cinsiyete göre kıskançlık yaşanması kaçınılmaz hale gelir.Bazı çocuklar mizaçlarından dolayı daha kıskançtır.

Kardeş  Kıskançlığını Belirli Bir Düzeye İndirgeyebilmek için Neler Yapılabilir?

Çocuğa geri plana itildiği değil, aile içinde her zaman yerinin olduğu hissettirilmelidir.Büyük olduğu ve sorumluluklara sahip olduğu anlatılmalı, ancak bu sorumluluklar abartılmamalıdır.Çocuk anne ile birlikte küçüğü korumalıdır.

                Evlat ayrımı yapılmamalı ve ana-babanın anlaşmazlığı olduğu durumlarda, çocuk taraf tutmaya zorlanmamalıdır.Ana-baba kardeşlerden birinin üstün özelliğini diğerlerini teşvik etmek amacıyla sık sık örnek göstermemeli ve çocukları kendi aralarında kıyaslama yapmamalıdırlar.Bu tutum kardeş kıskançlığının doğmasına neden olur.Her çocuğun kendine özgü kişiliğinin olduğunu kabul ederek,çocuğunuza yeni doğan bebekle ilgili olarak, herkesin farklı olduğunu  ve hiç kimsenin iki kişiyi aynı şekilde sevemeyeceğini, sevgilerin dereceleri aynı olsa bile şekillerinin farklı olabileceğini söyleyin. Bu şekilde yeni doğmuş kardeşine ve kendine karşı davranışınızın farklı oluşunu açıklayarak zemini hazırlamış olursunuz.

                Büyük çocuğun kendini bırakılmış hissedebileceğinden dolayı anne çocuğun okul yaşamı ve oyunları ile ilgilenmeli, ona aile içindeki yeri anlatılarak, sorunlara birlikte çözüm getirilmelidir.Çocuğa bebeği koruma görevi verilmelidir.Kesinlikle büyük çocuktan yaşının üzerinde davranışlar beklenilmemelidir.Bunun yanı sıra aşırı ayrıcalıkta tanınmamalıdır.Anne ve evdeki herkes, bebeği, çocuğun önünde gösterişli bir biçimde sevmekten kaçınmalıdır.Annenin bebekle uğraştığı sırada babanın da çocukla ilgilenmesi yararlı olur.Anne bebeği uyuttuktan sonra çocuğu ile ayrıca ilgilenmelidir.Yatma vakti gelince de yatağın başına oturarak konuşup, masal anlatmalıdır.Bebek için söylenen "Ne kadar yaramaz, sürekli ağlıyor ve beni yoruyor oysa ben seni daha çok seviyorum" gibi bir cümle çocuk tarafından inandırıcı bulunmayıp, tam tersine onu kandırmayı istediğiniz inancı verebilir.Bu da en başta çocuğun size olan güvenini zedeleyecektir.Bebeğe sürekli "bebek" demek yerine doğrudan adını söylemeye başlamak bebeğin bir nesne değil de canlı bir varlık olduğunu anımsatacaktır.Bebeğe "benim" değil "bizim" diye başlayarak hitap etmek ve "Sessiz ol, kardeşin uyuyor" gibi sözlerle çocuğun yaşantısını bebeğe göre ayarlamak kıskançlığı tırmandıracaktır.Bebeğe zarar vermesine izin verilmeyeceği kesin bir dille anlatılmalıdır.Annenin sevgisini kanıtlamak için aşırı bir çaba göstermesi gerekmez. Örneğin eskiden beri kendi yatağında yatan bir çocuğu koynuna almasına gerek olmadığı gibi, ana-baba odasında uyuyan çocuğunda bebek geldikten sonra odasını ayırmak yanlış bir tutumdur. Oda ayırma işinin çok önceden yapılması gerekir.

Kardeşini görüp kıskanmasın diye 3-4 yaş çocuğunu ana okuluna göndermekte yanlıştır.Çocuk bu davranışı evden atılmak olarak yorumlayabilir.Genellikle çocukların ilk kardeşe tepkileri daha büyük olur. İkinci kardeş gelince fazla etkilenmezler.İlk kardeşle çekişmeyi sürdürüp, ikinci kardeşe karşı koruyucu bir tutum geliştirirler. Aileler birkaç erkekten sonra olan bir kız çocuğu yada birkaç kızdan sonra  olan erkek çocuğa ne kadar gizleseler de aşırı düşkünlük gösterirler.Çocuklarda doğal olarak, bu ayrı cinsten olan kardeşe karşı tepki gösterirler.

TİKLER ( SEYİRCE )

Tik,sistemli çalışan çizgili kasların irade dışı belirli aralıklarla kasılması sonucu meydana gelir.Genellikle yüz ve boyun kaslarında görülür.Göz kırpma, sık sık diz ve ayak sallama baş yada boyun oynatma, dudak kenarlarının çekilmesi, burun çekme, boğaz temizleme ile birlikte görülür.Tik, yer ve biçim değiştirebilir, bir süre sonra da belli bir kasta yerleşip kalır.Erkek çocuklarda daha çok görülür.Genellikle 6 yaşından sonra fazla görülmeye başlar. En çok 8-12 yaşlarında rastlanır.Okul öncesinde göz kırpma gibi basit tikler görülebilir.Bu da ön ergenlikte kaybolur.Tikler ergenlik çağında kaybolur. Yetişkinliğe uzananları da vardır. En fazla yüz ve boyunda görülür.

Tiklerin Nedenleri

Tiklerin oluşmasında en fazla ruhsal nedenler söz konusudur. Tikler genellikle iç gerilimlerin veya çatışmaların yansımasıdır.Kişi tikleri sayesinde bu gerilimlerden kurtulma çabası verir.Tiklere engel olmaya çalışıldıkça daha da artış gözlenir. Duygulanma, üzüntü, yorgunluk arttıkça tiklerde artış gösterir.Tiklere neden olan ruhsal etkenlerin başında erken yaşlarda başlayan ve süren korku, tedirginlik, kaygı, gerginlik vardır. Çevresinde, kavga, güvensizlik, tedirginlik yaşamak,çevresiyle çatışma halinde olmak,coşkunluk, yorgunluk, öfke,acı gibi durumlar yaşamak çocuklarda tiklerin oluşmasına sebep olabilir. Ruhsal etkenlerin yarattığı tiklere örnek:9 yaşındaki bir kız çocuğu aile içinde yaşadıklarını psikoloğa şöyle anlatmıştır.“Kardeşim beni çok rahatsız ediyor.Bana vuruyor. Buna karşılık babam beni suçluyor.Babam eve geç geliyor.Babamın gelmemesinden korkuyorum.Annem babam sık sık kavga ediyorlar” Çocuğun aile içinde yaşadığı korku, tedirginlik,kaygı gibi durumlar onda ağız ve burun tiki onda ağız ve burun tiki oluşmasına sebep olmuştur. Göz ve boyun tiki olan erken okula başlamış 6 yaşındaki çocuk 10 yaşındaki abisini örnek almıştır. Abisinin oyun grubuyla oynamak istemiş,gruba katılmış fakat uyum sağlayamamıştır. Ailede ve okul çevresinde yaşadığı bu kırıklık onda göz ve boyun tiki geliştirmesine sebep olmuştur. Tiklerin oluşmasındaki bu neden tamamlanmamış bir hareketin temsilcisi şeklinde olabilir. Örneğim çocuk vuruculuk ,kırıcılık,saldırganlık gibi dürtülerini dışa vuramaz.Bilinç altındaki bu istekler çocuğun devamlı el kol hareketleri yapması şeklinde temsil edilir.Tiklerin nedenlerinden biride istemsiz olarak tekrarlanan hareketlerin zamanla alışkanlık olması ve daha sonrada otomatik olarak yinelenmesi seklinde olabilir.Örneğin göz kırpma başlangıçta göz rahatsızlığı veya yorgunluğa tepki olabilirken daha sonra otomatikleşerek tiki oluşturabilir.Boyun silkme kolalı bir gömleğin rahatsızlığından kurtulmaya çalışırken alışkanlık olan ve otomatikleşen bir tik olabilir.Omuz silkme,kaş kaldırma başlangıçta bir ret işareti olurken alışkanlık olur ve tike dönüşebilir. Tiklerin nedenlerinden biride taklittir.Çocuk çevresinde bulunan anne babasını,arkadaşlarını,öğretmenini taklit ederken,onların davranış kusurlarını da edinebilir.Zamanla bu hareketleri taklit eden çocukta tik gelişebilir. İstemsiz kasılmanın ortaya çıktığı bölgeye ya da organa ilişkin uzun süren fiziksel bir tahrişte tike neden olabilir.Bu fiziksel tahrişler arasında uzun süre devam eden düzeltilemeyen görme bozuklukları,burun akıntısı,boyun ağrıları sayılabilir.Tik organik bir rahatsızlığa bağlı olarak da gelişebilir. Örneğin, göz kırpan bir çocuğun görme problemi olabilir. İstemsiz kasılmanın ortaya çıktığı bölgeye veya organa ilişkin uzun süren fiziksel tahrişte tike neden olabilir.                                  Düzeltici Önlemler

Tikler,dikkat edildikçe artış gösterir. Çocuğa sık sık gözünü kırpma, kaşını oynatma, saçıyla oynama şeklinde uyarılar yapmak yanlıştır. Davranış sona ereceğine daha da artış gösterebilir.Çocuk tikleri bilinçli olarak kısa sürede durdurabilir. Bunun için kesinlikle zorlama yapılmamalıdır.Çünkü zorlandığında gerginlik ve sıkıntı duyacaktır.Çocuğun yorgun olduğu durumlara dikkat etmek gerekir.Heyecanlı bir film izlediğinde tik artış gösterebilir.Tikler ortaya çıktığı anda bu durumun organik veya psikolojik nedenlere mi dayandığını anlamak için bir çocuk ruh hekimine götürmeniz yararlı olacaktır. Çocuğun ailedeki, okuldaki ve yakınları ile olan çatışmaları ve bunların nedenlerinin bulunup ortadan kaldırılması uygun ve köklü tedbirlerdir.Taklit etmekten çocuğun dikkatini çekmekten, tenkit etmekten, akranları ile kıyaslanmaktan sakınılmalıdır.Yeteneklerini iyice saptamadan, bir çok derslerde daha başarılı olmaya zorlanmaktan çekinmek gerekir. Hakaret, azarlama ve bu çocuklara dayak atılması tiklerin daha da artmasına ve buna eşlik eden bir seri duygusal bozuklukların ortaya çıkmasına sebep olabilir.Ana-babanın çocuğun bu halinden utanması çocuğu utandırması olumlu bir tedbir olmaktan uzaktır. Devamlı olarak ana-babanın çocuğu kendi arzularına ve usullerine uydurmaya çalışması, yanlış bir tedbirdir. Çocuk bol bol dinlendirilmelidir. Bazen gerekiyorsa, spor vb.etkinlikler azaltılmalıdır. Diğer taraftan az aktif, yalnızlık içinde bulunan çocukların grup etkinliklerine katılması teşvik edilmelidir. Doktor tavsiye ederse ilaç verilmelidir. Tike neden olabilecek organik etkenlerin dikkatle ele alınması, varsa bu tür bozuklukların tedavisi yoluna gidilmelidir.

                         OKUL FOBİSİ

Okul fobisi çocuğun kuvvetli bir endişe nedeniyle okula gitmeyi reddetmesi yada bu konuda isteksiz  görünmesidir.Okul fobisi olan çocuklar, okula olan isteksizliklerini tipik bir biçimde bedensel yakınmalarıyla dile getirmeye çalışan, bu nedenle kendilerini evde tutmaları yolunda anne babalarını ikna etmeye çalışan çocuklardır.

               Okul fobisinin temel belirtisi, çocuğun okuldan korkması ve okula gitmek istememesidir.Korku tüm okula olabileceği gibi okuldaki herhangi bir çocuğa, öğretmene ya da derse karşı olabilir.Bu nedenle ana-baba olarak, kendi bağımsızlığını kazanamadığını düşünerek onu suçlamak yerine okulda neyin olup bittiğini araştırmak gerekir.Çocuk çoğu zaman onu hırpalayan bir çocuk,sözünü etmekten ürktüğü korkutucu bir olayla karşı karşıya kalmış olabilir. Korkutucu bir olayla karşı karşıya kalmış olabilir.

             Okul fobisi farklı derecelerde olabilir. Kimisi sadece okula kadar götürülmek ister, kimisi de haftalarca, aylarca gitmek istemez.Bu tür çocuklar da, okul fobisinin yanı sıra bir dizi psikolojik belirti görülür. Genellikle İlkokul 1.sınıfta anneden ayrılma güçlüğü gösterirler. Kendilerine güvensiz ve ana-babaya bağımlıdırlar.Çünkü ana-baba çocuğun yapması gereken şeyleri kendileri yaparak çocuğun toplumsal olarak olgunlaşmasını sağlayamamışlardır. Bu tür çocuklarda, bedensel yakınmalarda ön plandadır. Özellikle pazar akşamları veya pazartesi sabahı çocuk karın ağrısı, mide bulantısı, kusma, baş ağrısı, uyku bozukluğu gibi psikolojik nedenlere bağlı yakınmalarla kalkar.Ana-baba telaşlanır ve çocuğu okula göndermezler. Bir süre sonra şikayetler ortadan kalkar.Fakat ertesi gün okul saati geldiğinde yeniden başlayabilir ve çoğunlukla tatil günlerinde bu yakınmalar sona erer. Bedensel yakınmaların psikolojik kökenli olup olmadığına karar vermek için çocuğun mutlaka bir uzman tarafından kontrol  edilmesi gerekir.

             Okul fobisini akut ve kronik olmak üzere iki kısma ayırabiliriz. Akut okul fobisi olan çocuklar evde kaldıkları süre içinde mutludurlar, çevreleriyle olumlu etkileşimde bulunurlar. Çocuklar büyüdükçe akut okul fobisinin şiddeti de düşer.Kronik okul fobisinde ise bir takım uyum zorlukları söz konusudur.Sadece okuldan değil, aynı zamanda önceden zevk aldıkları faaliyetlerinden de uzaklaşırlar.Ders çalışmazlar  ve ev çevresinde sıkıntılı bir şekil de zamanlarını geçirirler. Zamanla okula karşı olan korkularını tüm çevrelerine karşı genelleştirmeye başlar.

           Okul fobisi ile okul kaçağı olmayı birbirine karıştırmamak gerekir.

Okul fobisi:

Okuldan korkma var,

okul korkusunu bedensel yakınmalarla maskeleme,

korku ve duygusallık,

okulda disiplin sorunu yok,

Öğrenme ve başarı motivi genellikle yüksek, Zeka normal yada normalin üstünde

Yetkinci anne –baba, symbiyotik ilişki

Çocuğun okula gitmediğinden anne babanın bilgisi var.

Okuldan kaçma:

Okuldan korkma yok.

Bedensel yakınmalar çok seyrek

Saldırgan davranışlar umursamazlık

Disiplin sorunu çok fazla

Öğrenme ve başarı motivi genellikle düşük. Zeka normal yada normalin altında,

Evde çocuğa karşı ilgi a, sevgisiz bir ortam,

Çocuğun okula gitmediğinden anne babanın bilgisi yok

Okula gitmediği zaman çocuk evde kalmaz.

 

                                                                

                                               

Nedenleri

Okul fobisi olan çocukların çoğu annelerinden uzakta kalmaktan korkarlar.Evde küçük kardeşi olan bir çocuk,annesinin kardeşine daha çok ilgi göstereceğine ve kendisinin dışlanacağını düşünebilir.Onun için okula gönderilmek "evden atılmak" anlamına gelebilir. Çocuk, aile içinde ki güveni ve özellikle annesini kaybetme korkusu yaşar ve bu korkuyu bilinçsizce okula yansıtır.

             Okul fobisinin yaygın bir nedeni,çocuğun kendinden beklenen başarı seviyesine varamayışı ve kendinde başarısızlık duygusu gelişmesidir.Çocuk bu olumsuz duygudan kaçmak ister.Bu duyguya yol açan ise yine ana-babalardır.Çocuğun yeteneklerini ve uyum sağlama gücünü göz önünde tutmadan ondan çok şeyler beklerler ve çok yakın ilgi göstererek, kendilerine bağımlı kılarlar,doğal olarak çocuklarda okula gitmektense evde oturmayı tercih ederler.

              Aile içindeki huzursuzluk, özellikle anne-babanın anlaşamayışı çocuğun okulu sevmemesinin bir nedeni olabilir.Çocuk endişe içindedir ve endişeleri evden uzakta olduğu süre içinde daha çok artar.Eve döndüğünde neyle karşılaşacağını bilmediği için kendini dersine veremez.Ana-babanın  aşırı koruyucu tutumu ve çocuklarını okula gönderirken endişe duyması bu endişeyi bilinçaltı kanalıyla çocuğa aktarması,çocuğun okulda kalmasını etkileyecektir.

                                                   Tedavi Ve Öneriler

Okul fobisi, çocuğun okuldan uzak kalması  nedeniyle sosyal faaliyetlerden ve öğrenme yaşantısından uzaklaşmasına yol açar. Bu nedenle çocukların bir an önce okula dönmeleri sağlanmalıdır.Çocuğun okula gitmeme süresi ne kadar uzarsa, çocukta ve ana- babada oluşacak diğer olumsuz psikolojik belirtiler o kadar artar, tedavide o oranda zorlaşır. Çocuğun ana-babaya olan bağımlılığını azaltmak,yaşıtları arasında kendini  kabul ettirmesine yardımcı olmak ve sosyal ilişkilerde ki korkuyu azaltmak gerekir.Bu amaçla terapiler, çocuğun ruh sağlığını da olumlu açıdan etkileyecektir ve çocuğun kendine güvenini kazanmasını sağlayacaktır.

    Çocuğu okula alıştırma süresi içinde, anne aşamalı olarak yanında kalmalıdır.Çocuğu okula gitmekten alıkoymamak gerekir.Çocuk bedensel yakınmalarda bulunduğu zaman okulla temasa geçilmelidir.Çocuk bir yandan okula gitmesi için ısrar ederken bir yandan da sorununu çözümlemeye  uğraşırken görürse, ona insanların karşılaştıkları sorunları, çözümlemeye uğraşırken, istemeseler bile bir çaba sarf etmek zorunda olduklarını göstermiş olursunuz .Sabırlı, tutarlı ve kararlı bir tavır içinde olunuz.Sorunu gömemezlikten gelmek ve bir sonraki yıla havale etmek ancak çözümü zorlaştırır.Çocuğunuz okula gitmek istemediğini söylüyor ve okulda kalamıyorsa bir çocuk psikiyatristinden yardım isteyiniz. Okul fobisi hekim, aile ve öğretmenin işbirliği ile çözüme kavuşturulabilir bir sorundur. 

             Çocuğunuzu okula gitme zorluğu nedeniyle cezalandırmayın, küçük düşürücü sözlerle aşağılamayın.Çocuğun bunaltısı ile oluşan belirtileri şımarıklık, ilgi çekme arzusu ya da sizi kızdırmak için yapılan davranışlar gibi yanlış yorumlamaktan kaçının.

               DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE

 Hiperaktivite bir öğrenme bozukluğu değil, bir davranış sorunudur. Bir başka deyişle, hiperaktivite davranış sorunlarına sebep olabilen bir kişilik özelliğidir. Hiperaktif çocuklar gereğinden fazla hareketlidirler, düşünmeden davranır ve dikkatlerini (ilgilerini çekmeyen konularda) birkaç dakikadan fazla yoğunlaştıramazlar. Hiperaktivite okul çağındaki çocukların %3-5’inde bulunan ve erkek çocuklarda daha fazla rastlanan bir problemdir. Hiperaktivite aile  için olduğu kadar çocuğun kendisi için de büyük bir stres kaynağıdır.Hiperaktif  çocuklar genellikle davranışlarının dikkat dağıtıcı ve rahatsız edici olduğunu bilirler, fakat bu konuda ellerinden bir şey gelmez. Anne-babaların bunu anlamaları ve çocuklarına sevgi ve destek vermeleri gerekir.Anne-babalar hiperaktivitenin getirdiği zorlukları aşabilmek için çocuklarının doktoru, öğretmenleri ile işbirliği yapmalıdırlar.

Hiperaktivite ön plandaysa, yerinde duramaz, oturması gerektiği halde oturamaz,yerli yersiz koşup tırmanır, aşırı konuşur,sessiz sakin oyun oynamakta güçlük çeker, her zaman bir şeylerle uğraşır, sırasını beklemekte zorlanır, olaylara veya konuşmalara müdahale eder.

Dikkat Eksikliği ön plandaysa,yönergeleri başından sonuna kadar takip edemez,dikkatini yaptığı işe veya oyununa vermekte zorluk çeker, evde veya okulda yapacağı işler ve aktiviteler için gerekli malzemeleri kaybeder, zorlanır, dinlemez, detayları gözden kaçırır,düzensiz görünür, uzun süre zihinsel çaba gerektiren işleri yapmakta zorlanır, unutkandır, ilgisi kolayca başka yönlere kayar.

                                        Nedenleri 

Hiperaktivitenin sebepleri tam olarak anlaşılamamıştır. Bazı araştırmalar aşağıdaki sebepler üzerinde durmaktadır.Hiperaktif  çocukların beyinlerinde mesaj alış verişini gerçekleştiren kimyasal maddelerde bir sorun vardır.Anne babadan birinde veya her ikisinde de hiperaktivite varsa, bunların çocuklarında da hiperaktivite belirtilerine rastlanabilir. Hiperaktivite çocukluk çağı hastalıklarından sonra görülebilir.Gelişimsel sorunlar hiperaktivite ile bağlantılı olabilir. Beyin dokusundaki doğumsal ya da sonradan olma zedelenmeler hiperaktiviteye sebep olabilir.

Tedavisi

Hiperaktiviteyi ortadan kaldırıcı bir kesin tedavi yoktur,fakat hiperaktiflere yardımcı olabileceğimiz pek çok yol vardır.Doktoru, öğretmeni, danışmanı ve aile bireylerinin karşılıklı fikir alışverişi ve işbirliğiyle çocuğunuz bu rahatsızlığa rağmen normal bir yaşam sürebilir.

İlaç Tedavileri : Bazı görüşlere göre, hiperaktivitenin tedavisinde uyarıcı ilaçların oldukça işe yaradığı, bu ilaçlar hiperaktiviteyi azaltıp dikkat süresini uzattığı düşünülmektider.Hiperaktif bir çocuğa davranışlarını kontrol etmesinde yardımcı olan bu ilaçları kullanan bir çocuk ilacı kullandığı süreler içerisinde daha sakin ve dikkatli olmaktadır. Bazılarına göre kullanılan bu ilaçların bağımlılık yapmadığı, fakat bir takım yan etkilere yol açabildiği düşünülmektedir (baş ağrısı, uykusuzluk, iştah kaybı ve depresyon gibi).  Bazı görüşlere göre de, ilaç tedavisi yararlı bulunmamaktadır.  

Çocuğunuzun doktoru tarafından düzenli olarak görülmesini sağlayın. Bu şekilde çocuğunuzun genel sağlığını gözetim altında tutacaktır.

          Psikolojik ve pedagojik tedaviler: İlaçlar hiperaktif çocuklar için asla tek tedavi yöntemi olarak kullanılmamalıdır.Çocuğun davranışlarını kontrol etmesine yardımcı olurken öğretmenler, danışman ve ailenin diğer bireyleriyle yapılacak işbirliği içerisinde uygulanacak tedaviler çok önemlidir. Anne-babanın çocuğa yaklaşım konusunda eğitimi önemlidir.   Çocuğun kendisini kontrol etme ve duygularını ifade etme becerilerini kazandığı psikoterapi ve pedagojik terapilerin birlikte uygulanması, ilacın sağladığı kazanımların uzun vadeli olabilmesi için şarttır.

KAYNAKÇA

Aydoğmuş, Kayıhan, Çocuklarda Uyum ve Davranış Bozuklukları, Remzi

                    Kitapevi, İstanbul, 1993

Aytuna, A.Hasip, Normal Çocuklarda Anormallikler, Milli Eğitim

              Basımevi, İstanbul, 1976

Bakırcıoğlu, Rasim, Ruh Sağlığı ve Rehberlik, Ankara, 1976

Güleç, Cengiz, Psikiyatrinin ABC’si İstanbul, 1999

Özdoğan, Berka, Çocuk ve Oyun, Anı Yayıncılık, Ankara, 2000

Öztürk, Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği, 

             Ankara, 1997

 Selçuk, Ziya, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktif Çocuklar, Pegem    

        Yayıncılık, Ankara, 2001

Yavuzer, Haluk,Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1994

Yavuzer, Haluk,Çocuk ve Suç, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1996

Yörükoğlu, Atalay, Çocuk Ruh Sağlığı, Özgür Yayınları, İstanbul, 1996

Zulliger, Hans, Suçlu Çocuklar ve Çocuk Mahkemeleri, Cem Yayınları,

               İstanbul, 1991

   Mamak ve Samsun Rehberlik ve Araştırma Merkezleri Bilgi Dokümanları

 
Herşeyin bir güzelliği var, herkes göremese de...  
  PSİKOLOJİK DANIŞMAN
AHMET VURAL
 
HAFTALIK PROGRAM  
  Hangimiz bir gün yataktan kalkıp da daha akıllı olduğumuzu görmek istemeyiz ki? Bu dilek her ne kadar ütopik olarak görülse de bir bilim adamının yöntemi, 1 hafta gibi kısa bir sürede, zekayı yüzde 40 oranında artırmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Beynin herhangi bir kas gibi olduğunu ve egzersizlerle güçlenebileceğini öne süren İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nin Biyomedikal Bölümü’nden Prof. Mark Lythgoes’in 1 hafta süren programı BBC’de yayınlandı. Programa katılan 100 kişinin IQ’larında, yüzde 40 oranına varan artış görüldü. Bu artış katılımcıların programa katılmadan önce girdikleri testle, programdan sonra uygulanan test sonuçları karşılaştırılarak elde edildi.

İşte bir haftalık program

Cumartesi: Dişinizi her zaman kullandığını elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. Ve gözünüzü kaparatak duş alın.

Pazar: Sabah saatlerinde bulmaca çözün. Ve kısa yürüyüşe çıkın.

Pazartesi: Akşam yemeğinde yağlı balık yiyin. İşe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin.

Salı: Sözlükten bilmediğiniz sözcükleri öğrenin. Ve bunları günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın.

Çarşamba: Yoga, Pilates ya da meditasyon derslerine katılın. Daha önce tanımadığınız bir insanla konuşun.

Perşembe: İşe daha önce kullanmadığınız bir yoldan gidin. Televizyondaki ciddi bilgi programlarını izleyin.

Cuma: Alkol ve kafein tüketmekten kaçının. Alışverişe çıkarken listeyi ezberlemeye çalışın.
 
Bugün 78 ziyaretçi (104 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol