"BÜTÜN YÖNLRİYLE DEPRESYON"
Çocukluk Çağı Depresyonu
Çocuklara yakıştırılan genellikle neşeli, heyecanlı, keyifli, inatçı, yaramaz gibi duygular ve davranışlardır. Keder, hüzün, üzüntü, çökkünlük gibi duygular çocuklarla birarada düşünülemez. Bu nedenle çocuk ve depresyon gibi iki ayrı kavramı bir arada düşünmek çoğu zaman yetişkinleri zorlar. Oysa depresyon tüm yaşlarda oldukça yaygın olarak görülebilen bir duygudurum bozukluğudur. Depresyonun tanımı, çocuk ve yetişkin için aynıdır. Depresyon, bireyin kendisini üzüntülü ve umutsuz hissettiği, eğlenceli olan aktivitelerden zevk almadığı ve keyifsiz, cansız ruh halinin eşlik ettiği, düşüncede ve eylemde yavaşlamanın görüldüğü bir durumdur. Ancak depresyon, yalnızca kişinin kendisini kötü bir ruh halinde, hüzünlü, keyifsiz ve üzgün hissetmesi olarak tanımlanamaz. Çünkü çocuklar genellikle engellendikleri ya da hayal kırıklığına uğradıklarında kendilerini üzgün, mutsuz ya da kızgın hissedebilirler. Ancak bu olumsuz duygulanım kısa bir süre sonra ortadan kalkar. Oysa depresif durum haftalar, aylar hatta daha fazla sürebilir.
Çocuklarda depresyonu saptamak yetişkinlere göre daha zordur. Çünkü çocuklar duygularını kelimeler yolu ile aktaramazlar, genelde davranışları ile ifade ederler, ruhsal gelişimleri nedeniyle kendilerini ve duygularının değerlendiremezler. Özellikle küçük yaştaki çocuklar duygularının ebeveynleri tarafından tanımlanmasına ihtiyaç duyarlar. Çocukluk çağı depresyonu yetişkin depresyonu kadar ciddidir. Bireyin genel anlamda enerjisini, ruh halini, duygularını ve davranışlarını etkiler. Yetişkin depresyonunda olduğu gibi çocukluk depresyonunda da intihar riski vardır, ancak intihar riski küçük yaşlarda daha az, yaş ilerledikçe ise daha fazladır.
Birçok ruhsal hastalıkta olduğu gibi çocukluk çağı depresyonu için de erken tanı ve tedavi önemlidir. Anne babaların ve çocukla vakit geçiren diğer yetişkinlerin (bakıcı, öğretmen vb.) çocukluk çağı depresyonun belirtilerini bilmeleri önemlidir.
Yetişkinlik ve çocuklukta görülen depresyonun semptomları yaşa göre farklılıklar gösterse de genel anlamda birbirine benzerdir. Yetişkin depresyonunda bireyler içe kapanır, dış dünyaya yönelik ilgisini tamamen çeker ve konuşmamayı tercih ederler. Çocuklarda ise aşırı hareketli oluş, çabuk sinirlenme, kızma ve bağırma gibi davranışlar gözlemlenebilir. Yetişkinler, duygu durumlarını sözlü olarak ifade edebilirlerken, çocuklar daha çok bedensel yakınmalar yolu ile ifade ederler.
Dikkatten kaçmaması gereken nokta, çocukta ortaya çıkan ani değişimleri fark edebilmektir. Çok ilgili ve hareketli bir çocuğun birden bire içe kapanması ve dış dünyadan ilgisini çekmesi ya da çok sakin olan bir çocuğun son dönemde hareketlerinde ve duygu dünyasında aşırılık veya taşkınlıkların ortaya çıkması depresyonu düşündürebilir.
Genel olarak çocukluk çağı depresyonunun belirtilerine bakıldığında;
·Endişe, gerginlik ve kaygı, üzüntü, çaresizlik ya da umutsuzluk vb. duyguların varlığı,
·Kendini değersiz hissetme. (ben aptalım, ben kötüyüm, kimse beni sevmiyor vb.)
·Huysuzluk, hırçınlık, kolay sinirlenme, ağlama, duygusal patlamalar, bağırma ya da söylenme şeklindeki davranışların varlığı,
·Yetersizlik ve acizlik duyguları içinde oturup durma ya da huzursuz ve kıpır kıpır şekilde sürekli hareket halinde olma
·Okul ortamında, arkadaşları tarafından anlaşılmadığını hissetme, diğer çocukları reddetme, onlarla konuşmama ya da iletişimini minimuma indirme,
·Düşüncede ve konsantrasyonda bozulma
·Okul başarısında düşme
·Okula gitmeyi reddetme, ebeveyne yapışma ya da ebeveyninin öleceğinden endişelenme
·Daha önce keyif aldığı aktivitelere yönelik ilgi ve keyif kaybı
·Tıbbi nedenleri olmayan ancak tekrarlayıcı fiziksel şikayetler (baş ağrısı, karın ağrısı vb) ifade etme
·Yeme ve uyku alışkanlıklarında değişim (artma ya da azalma)
·İntihar düşünceleri, kendisine zarar verecek davranışlar şeklinde sıralanabilir.
Her çocuğun içinde bulunduğu durumu ifade etme tarzı birbirinden farklıdır. Bu nedenle anne babalara ve eğitimcilere düşen görev çocuğun ortaya koyduğu davranış ya da semptomlarla ne ifade etmeye çalıştığını fark etmektir. Çocuğun ruhsal dünyasında yaşadığı sıkıntının ifade bulduğu yer bedeni ve davranışlarıdır.
Çocuklar yaşları ilerledikçe ve ergenliğe doğru yol almaya başladıkça depresif duygu durumlarını sözlü olarak ifade edebilmeye başlarlar. İleri çocukluk ve ergenlik döneminde en dikkat çekici belirtiler; okul başarısında önemli sapma, yıkıcı davranışlar ve arkadaşları ile problemler, agresif ve hırçın davranışlar, intihar ile ilgili düşünceler ve ifadeler, kendisinden ve diğer insanlardan nefret etme şeklinde tanımlanabilir. Ayrıca alkol ve uyuşturucu kullanımı da eşlik eder.
Çocukluk çağı depresyonunun ortaya çıkmasının bir çok nedeni olabilir. Fiziksel hastalıklar, olumsuz yaşam olayları, ailenin geçmişi, çevresel faktörler, genetik geçiş vb. Bu faktörlerin bir ya da birkaçının varlığı depresyonun ortaya çıkmasında tetikleyici olabilir.
Depresif duygudurumunun ortaya çıkmasına neden olabilecek olası durumlar;
·Ebeveynlerin boşanması ya da yakın ilişkide olduğu bireyden ayrılma,
·Sevdiği birinin ölümü,
·Beslediği hayvanın ölümü,
·Stresli yaşam olayları (taşınma, okul değiştirme, ekonomik krizler vb.),
·Sosyal becerilerin kazanılmamış olması,
·Ailede depresyon tanısı almış ebeveynlerin varlığı,
·Benlik saygısının düşüklüğü (kendine güveni az ve kendini beğenmeyen çocuklar),
·Akademik, sosyal veya spor alanında başarısızlık,
·Tutarlı olmayan ebeveyn tutumları (bazen çok yakın bazen çok mesafeli),
Ancak bu olası durumlarla karşılaşan her çocuğun depresyon yaşayacağı anlamını taşımaz. Beklenen hayat olayları dışında karşılaşılan durumlar bireylerin sıkıntı, üzüntü, mutsuzluk gibi duygular yaşamasına neden olabilir. Bu duyguların yaşandığı her durum için depresyondan bahsedemeyiz.
Depresyon ciddi bir durumdur ve erken teşhis önemlidir. Bu nedenle anne babaların çocuklarını yeterince iyi tanımaları önemlidir. Böylece çocukta oluşabilecek değişimler daha kolay fark edilebilir ve gereken desteğin alınması için daha hızlı harekete geçilebilir.
Depresyon semptomu gösterdiği düşünülen çocuk ya da ergenin, değerlendirilmesi ve tanı alması için özellikle çocuk ve ergenle çalışan bir uzmandan vakit kaybetmeden yardım alınması önemlidir.
M.Meltem CANVER
Uzm. Psikolojik Danışman
Depresyon geçirmekte olanların nelere dikkat etmesi gerekir ?
Prof.Dr. Mansur BEYAZYÜREK
Psikiyatri
lk yazımda depresyon konusuna genel hatları ile bir başlangıç yapmıştık.Bu yazımda ise 'depresyon geçirmekte olanların nelere dikkat etmesi gerekir' konusuna değinmek istiyorum.
Depresyon belirtilerini hissetmeye başladığınız andan itibaren en kısa sürede bir psikiyatrist e başvurun. Unutmayın ki gerçek teşhisi koyup tedavinizi düzenleyecek olan olan ne bir yakınınız,ne arkadaşınız nede başka bir branş hekimidir. Depresyon ciddi bir hastalıktır tedavinin geciktirilmesi hastalığın süresini uzatmaktadır.
Doktorunuza tek başınıza gitmektense yanınızda sizi iyi tanıyan bir dost, bir akraba ile gelinmesi daha yararlı olacaktır.
Depresyon tedavisinde doktorunuz ilaç kullanılmasını uygun görmüş ise ilacınızı düzenli kullanmanız gerekmektedir. Kendi başınıza doz ayarlaması yapmayın, doktorunuza danışmadan ilaç alımını kesmeyin. Tedavi esnasında başka sağlık sorunları sebebiyle ilaç kullanmanız gerekiyor ise olabilecek yan etkileri en az seviyeye indirilebilmesi için doktorunuza danışın.
Depresyonun tedavisi olan bir hastalıktır. Tedavi süreci zaman almakta gelişme yavaş yavaş görülmektedir. Aceleci olunmamalıdır.
Mutlaka içinde bulunduğunuz durumdan kurtulmak için çaba harcayın. Ne kadar olumsuz düşünseniz de hayatta olumlu ve güzel şeylerin olduğunu görmeye çalışın. Odak noktalarınızı negatiften pozitife doğru yönlendirin.
Hayatınızı günlük ve haftalık olarak planlamaya çalışılması son derece yararlı olacaktır. Bu plan doğrultusunda yapılacak çalışma,aktivite size meşguliyet kazandırıp,içinde bulunduğunuz ortamdan uzaklaştıracaktır. Kendinize verdiğiniz değer depresyonu aşmanızdaki en önemli kazanımlardandır.
Dostlarınızla ve arkadaşlarınızla temas kurun. Bir yerlere kapanmak,saklanmak depresyonu arttıracaktır. Onlarla olan bağlantınız,duygularınızı paylaşmanız size artı bir katma değer sağlayacaktır.
İntihar düşünceleriniz varsa mutlaka ama mutlaka eşiniz,arkadaşınız ve doktorunuzla mutlaka konuşun. Bu paylaşım krizi aşmanıza yardımcı olacak,anlaşılmanızı sağlayacaktır. Ağır depresyon evresinden çıktığınızda sonunda intihar fikrinin ne kadar yanlış bir karar olduğunu göreceksiniz
Günlük yaşamda ve psikiyatride Depresyon kelimesinin kullanımında anlam farklılığı görülmektedir. Depresyon ruhsal bir hastalıktır,Çok yaygın bir sağlık sorunudur. Depresyon toplumun her kesiminden, her yaş grubundan,her ırktan,her dinden ve ekonomik gruptan insan ayırt etmeksizin görülebilir. Psikiyatrik hastalıklar arasında sık görülen tablolardan biridir. Öyle ki yaşam boyunca her 100 erkekten 10'u , her yüz kadından 20'sinin depresyon geçirdiği araştırmalarda saptanmıştır.
Mevsim değişiklikleri,sevdiği birini kaybetmek,işten ayrılmak,tatil dönüşleri okul yada iş ortamına uyum sağlayamamak,ergenlik dönemindeki fiziksel, duygusal, psiko-sosyal değişimler, ilerleyen yaş ile vucuttaki hormonal değişimler gibi örnekleri çoğaltılabilecek sebepler depresyona neden olabilmektedir.
Depresyondaki insanların düşünme sistemleri, ortada yeterli bir sebep yokken bile yaşanan olaylarda olumsuz sonuçlar çıkartma, olumsuzluklar üzerine odaklanma, detaylara takılma,tek bir olayla genel yargılar ulaşmaya hep ya hiç kuralı ile üzerine kurudur.
Depresyondaki bir insanda dikkati çeken en önemli özellikler :
Kendini bitkin ve yorgun hissetme,
Karamsar duygular,
Aşırı uyku uyuma Ya da uykusuzluk,
Önemli derecede kilo kaybı (iştahsızlık), aşırı kilo alımı,
Dikkati bir konu- olay üzerinde toplayamama,
Kendini önemsiz,değersiz hissetme,
Güvensizlik,
Umursamazlık,
Sağlıklı karar verme yetisini kaybetme,
İntihar düşünceleri veya girişimi,
Alkol ve ilaç bağımlısı olma,
Cinsel isteksizlik,
Sebebi belli olmayan ağrılar,
Mide krampları,
Hafızada zayıflamalar,
İnsanlardan uzaklaşma,hayattan zevk alamamak gibi sıralanabilir.
Depresyonda olmak için bu belirtilerin hepsinin birden olması gerekmemektedir. Ancak en az beş belirtiyi kendinizde hissediyor, bu süre 10-15 günden fazla sürüyor ve hayatınız tümüyle etkileniyorsa bir uzmandan yardım almanız gerekmektedir. Unutulmamalı ki depresyon ciddi bir hastalıktır. Tedavinin geciktirilmesi hastalığın süresini uzatmakta depresyondaki kişinin durumunu dahada ağırlaştırmaktadır.
Mevsimsel depresyon
Güneşli ve sıcak günlerin azalmaya başlamasıyla birlikte, mevsimsel depresif belirtilerde de artış yaşanmaya başlıyor. Bunun sebebi güneş ışığının azalmasının insan psikolojisi üzerindeki negatif etkisi. Kış mevsiminde günlerin kısalması, güneş ışığının azalması ve
1. Mutsuzluk, ümitsizlik, isteksizlik
2. Kendini değersiz hissetme, zaman zaman suçluluk duygusu içine girme.
3. Uyku bozukluğu: Uykusuzluk, bazen da aşırı uyku hali.
4. Enerji azalması: Çabuk yorulma.
5. İştah değişikliği: İştah azalması veya artması. Daha çok karbonhidratlı yiyeceklere yönelme.
6. Sinirlilik ve karamsarlık.
7. Anksiyete.
8. Konsantrasyonda bozuklukları.
9. Ölüm düşünceleri ve intihar arzusu.
Bu belirtilerin 3 yada daha fazlası sizin için de geçerli ise en kısa sürede bir uzmandan yardım almanızda fayda var.
Sonbahar depresyonu
Psikolog Eda GÖKDUMAN
Yaz bitti , güneşli günler yerini bulutlu ve yağmurlu günlere bırakacak, yazın vermiş olduğu neşe ve enerji hepimizde yavaş yavaş azaldı, işe -okula yeniden başladık ve son zamanlarda yataktan kalkmakta zorlanıyoruz.
Güneşi az görmek, iş yükümlülüğünün artması, okulların başlaması, havaların serinlemesi kişilerde birtakım ruhsal sorunlar yaratabiliyor. Sabah uyanmakta güçlük, yataktan kalkmak istememe, kendini gün içinde yorgun ve bitkin hissetme, enerjide azlama , çalışmak istememe, karamsarlık, hüzün, cinsel enerjide azalma, çabuk sinirlenme gibi belirtiler “sonbahar depresyonuna” girmiş olabileceğinizi gösterebilir. Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte kişilerin yetersiz güneş ışığı alması beyindeki kimyasal maddelerin düzeninde bozulma yaratır bu bozulma da depresif duyguların yaşanmasına sebep olur. Uyku ve hormonları düzenleyen biyolojik saatin bozulması da bahar depresyonun ortaya çıkmasına neden olabiliyor.
Bilimsel araştırmalarda mevsimlerin insanların ruh hallerinde bir takım değişiklikler yapmış olduğu belirlenmiştir. Sonbahar ve kış aylarında kişilerde depresif belirtilerin arttığı, geçmişte depresyon yaşayan kişilerde bu belirtilerin yeniden tekrarlandığı araştırmalarla desteklenmiş olup kadınlarda erkeklere göre bu oranların daha yüksek olduğu gözlenmiştir.
Bahar depresyonu ile birlikte yaşanan yorgunluk, bitkinlik, enerji kaybı, isteksizlik, çabuk sinirlenme, karamsarlık, libidodaki azalma, konsantre olmada güçlük, uykusuzluk, yorgun ve bitkin uyanma vb şikayetlerin bir uzman tarafından değerlendirilmesi gerekebilir. Çünkü yaşanan bu belirtiler farklı bir ruhsal rahatsızlığın başlangıcı da olabilir. Bahar depresyonu yaşayan kişilerin hava bulutlu olduğunda dışarı çıkmak isteği olmamasına rağmen dışarı çıkmak için çaba göstermesi, vücudu için gerekli enerjiyi sağlamak için düzenli beslenmesi , düzenli spor ve egzersiz yapması, işyerindeki isteksizliğini azaltmak için sık ve kısa keyifli molalar vermesi, sosyal yaşamını yeniden planlayarak keyif alabileceği aktiviteler planlaması depresif belirtilerin azalmasına yardımcı olacaktır. Belirtilerin çok yoğun yaşanması durumunda profesyonel bir destek kesinlikle alınmalıdır. İlaç tedavisi ve psikoterapi süreci ile tedavisi mümkündür.
Yeni bir bebeğin dünyaya gelmesi heyecan ve mutluluk verici bir olaydır. Kadının yaşamında büyük bir değişim yaratan doğum ne kadar güzel bir süreç olarak algılansa da fizyolojik ve psikolojik olarak zorlayıcı bir sürecin de başlangıcını oluşturmaktadır.
Doğum sonrası kucağında bebeği ile hastaneden ayrılan anne bu mutluluğu yaşamanın yanında bu canlının tüm sorumluluğunu taşıma bilinci ile endişeli, kaygılı ve ne yapacağını bilememe duygularını da birlikte yaşayacaktır. Doğum sonrası yaşanan hormonel değişimler bu sürece fizyolojik olarak etki etmekle beraber psikolojik olarak da bazı hassasiyetleri arttırmaktadır. Annenin doğum sonrası vücudundaki tüm değişimlere uyum sağlamaya çalışmasının yanında bebeğine iyi bakabilmek, onu sağlıklı büyütebilmek, ağladığında ihtiyaçlarına cevap verebilmek için yeterli bir anne olabilme duygusunu taşımak annenin psikolojik olarak hassas bir döneme girmenin başlangıcını oluşturacaktır.
Doğum sonrası hüzün olarak adlandırılan bu durum anne için normal bir süreçtir. Hamile kalmadan önceki dönemde yapabildiği bazı şeyleri artık yapamayacak , kendisine eskisi kadar zaman ayıramayacaktır. Zamanının neredeyse tümünü bebeğinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere programlamak zorundadır. 10-15 gün içerisinde anne- bebek birbirine uyum sağlayabilmiş bir hale artık gelebilmiştir. Anne artık bebeğini emzirebilir, onu uyutabilir ve diğer ihtiyaçlarını giderebilir bir sürece girmiştir. Bir anne olduğunun ve çok güzel bir varlığa sahip olduğunun bilincindedir. Hamilelik döneminde annenin bu sürece gireceğini bilmesi doğum sonrasında bu dönemi daha kolay atlatmasını sağlayacaktır. Bu hüzün dönemini atlatamayan ve daha uzun süre bu belirtileri yaşayan kişilerde durum artık daha farklı bir hale gelmiş tedavi edilmesi gereken bir boyuta ulaşmıştır.
Doğum sonrası depresyon doğumdan iki ya da dört hafta içinde ortaya çıkabilir. Planlı olmayan bir gebelikse yani anne olmaya duygusal açıdan hazır değilse, eş desteği yoksa, hamilelik öncesi sorunlu bir evlilik söz konusuysa, kişi daha önceden depresyon geçirmişse, ailesinde daha önceden depresyon geçirme öyküsü söz konusu ise , psiko-sosyal destek sağlanamıyorsa, riskli bir hamilelik dönemi geçirilmişse, hamilelik döneminde veya doğum sonrasında olumsuz bir yaşam olayı ile karşılaşılmışsa ( iş kaybı, para kaybı, vefat vb süreç) kişinin doğum sonrası depresyon geçirme olasılığı artmaktadır.
Doğum sonrası depresyon yaşayan anne gün içinde sürekli yoğun bir sıkıntı yaşamaktadır, bebeğiyle kurmuş olduğu iletişimde endişeleri artmıştır , dönem dönem bebeğine bakamayacak hatta dokunamayacak bir duruma gelebilir, sürekli ağlama nöbetleri gösterebilir, iştahı azalabilir, iyi bir anne olamayacağı düşüncesi yoğunlaşabilir ve bu konuda umutsuzluk duyguları hakimdir. Annelikle ilgili yetersizlik duyguları gösterebilir ve bebek bakımı ile ilgili korkular yaşayabilir. Sürekli yorgunluk ve halsizlik , uykuda artma ya da
azalma görülebilir.Dikkatini bir türlü toparlayamaz. Bebeğin bakımındaki yetersizliği ile ilgili suçluluk duyguları görülebilir. Yaşamdan bıktığı ve ölmek istediğini ifade eden cümleler bile kurabilir.
Yaşanan bu süreçte annenin kesinlikle bir uzman desteği alması gerekmektedir. Tedavide amaç; kişinin annelik duygusunu tanımlamasına yardımcı olmak, annelikte karşılaşabilecek zorlukları ortaya koymak ve bu zorluklarla baş etme becerilerini geliştirmesine yardımcı olmak, yaşamış olduğu tüm duyguları açıkça ifade edebilmesini sağlamaktır. Yoğun intihar düşünceleri, annenin bebeğe ve kendine bakamaması durumlarında ilaç desteği gerekebilir. Bu dönemde eş ve aile yakınlarının desteği de çok önemlidir. Bebeğin doğumundan itibaren fiziksel ve ruhsal gelişiminde anne ile kurmuş olduğu ilişki çok önemlidir. Annesini ememeyen ve ondan gerekli sevgi ve şevkati göremeyen bebeğin gelişiminin çok sağlıklı olması beklenemez. Bu nedenle doğum sonrası depresyon yaşayan annenin bir an önce bebeğinin bakımını üstlenebilecek , ona sevgi verebilecek bir duygulanıma sahip olması sağlanmalıdır.Doğum sonrası hüzün ve doğum sonrası depresyonun dışında çok ciddi olarak nitelendirilen doğum sonrası psikoz da görülebilir. Doğum sonrası psikozda anne bebeği tamamen ret edebilir ve öldürme girişimlerinde bulunabilir. Kimsenin duymadığı sesler duyduğunu ifade edebilir. Bu durumda hemen bir psikiyatri uzmanından destek alınarak gerekli tedaviyi alması sağlanmalıdır.
Depresyonun bilişsel açıklaması
Uzm.Psikolog Yasemin MERİÇ
Depresyonun bilişsel kuramı Beck’in Bilişsel Kuramı temel alınarak tartışılabilir. Bu kuramın dört temeli vardır. Bunlardan ilki “olumsuz üçlü -dünya ve yaşantıları, geleceği olumsuz algılama-”, ikincisi olumsuz otomatik düşünceler, üçüncüsü bilgi işlemede ve algılamada sistematik hataların oluşması ve dördüncüsü temel işlevsel olmayan sayıltıların ortaya çıkması
Olumsuz Üçlü
İlk öğesi kişinin kendini değersiz, yetersiz, ahlaken ya da fiziksel olarak özürlü olarak algılamasını kapsar. Kişi geçmişte olan olumsuz olaylardan kendini sorumlu tutar ve başkaları tarafından beğenilmediğini düşünür. Olumsuz üçlünün ikinci öğesi hastanın çevresiyle olan ilişkilerini ve yaşantılarını olumsuz olarak algılamasıyla ilgilidir. Kendinden çok şey talep edildiğini, dünyanın aşılamayacak güçlüklerle dolu olduğunu düşünür. Aynı şekilde, gelecek; karanlık, başarısızlıklara gebe, ümitsiz bir durum olarak algılanır.
Bu olumsuz bilişsel kavramların depresif sendromun özelliği olan hemen bütün belirtileri açıklayabilir.
Otomatik Düşünceler:
Olumsuz düşüncelerin otomatik olarak ortaya çıkması da depresyonun bilişsel kuramının önemli bir yönüdür. Bu işlevsel olmayan düşünceler, hasta önceden planlamadan, yargılamadan, düşünmeden çabuk ve otomatik olarak ortaya çıkarlar. Otomatik düşünceler doğrudan daha temel işlevsel olmayan şemaları ya da sayıltıları yansıtırlar ve kişi tarafından doğru olarak kabul edilirler. Bu düşünceler bazen o kadar çabuk oluşurlar ki hasta bunların farkında olamayabilir. Bilişsel terapide ilk başta ele alınan konulardan biri de kişiye bu otomatik düşüncelerini yakalamayı öğretmek ve bu düşüncelerin duygu ve davranışları nasıl etkilediğini göstermektir.
Sistematik Hatalar:
Kişinin kendisini, çevresini ve geleceği olumsuz olarak algılamasında önemli etkenlerden biri de bilgi işlemede yapılan sistematik hatalardır. Beck (1967, 1976) bu hataları aşağıdaki şekilde sıralamaktadır.
• Seçici Algılama: Bir durumun seçici olarak belli bir ayrıntısının algılanması, diğer önemli özelliklerin ise göz ardı edilmesi
• Abartma: Olumsuz olayları büyütme
• Küçümseme: Olumlu olayları küçümseme
• Aşırı Genelleme: Bir tek olaydan genel kurallar çıkartma
• Bireyselleştirme: Günlük aksiliklerden kendini sorumlu tutma
• Ya Hep ya Hiç Tarzı Düşünme: Olaylar, siyah-beyaz, çok kötü fevkalade, iyi-kötü gibi iki uçta algılanır
• Keyfi Çıkarsama: Kanıt olmadan ya da aksi kanıt olduğu hakkında bazı sonuçlara ulaşma*
İşlevsel Olmayan Şemalar
Depresyonun bilişsel kuramıyla ilgili dördüncü ve en önemli kavram ise temel işlevsel olmayan sayıtlılardır. Bu sayıltı ya da inançlar genellikle başlangıcı çocukluk döneminde olan, yaşam boyu gelişen, oldukça değişmez ve kalıcı özelliklerdir. Bireyin, ne yaparsa yapsın kendini değerli hissedebilmesi iç başkalarının onayının gerektiğine İnanması, başarılı sayılabilmek iç her alanda başarılı olma zorunluluğunu hissetme ya da’ yaşamda iyi şeyin kontrol edilebileceğine inanma, işlevsel olmayan düşüncele örnek olarak verilebilir. Bu çeşit fikir ve inançlar sürekli olarak biliş çarpıtmalarla desteklenmektedir.
Şemalar olayları algılayarak bize anlam çerçeveleri sağlarlar. İnsanlar arası ilişki büyük ölçüde ortak şemalara dayanmaktadır. Bilgiyi bellekte saklayabilmek, farklı duyu organlarından gelen bilgileri birleştirebilmek, birbiriyle ilişkili bilgileri hatırlayabilmek, şemalar yardımıyla olmaktadır. Şemaların tekrarlanarak gelişmeleri ve otomatik işleyen zihinsel birimler biçimine dönüşmeleri uzun yıllar sürmektedir.
Depresyonun Bilişsel-Davranışçı Tedavisinin Özellikleri
Beck ve arkadaşlarının (1979) tanımıyla bilişsel terapi “aktif direktif, zaman sınırlı ve yapılandırılmış” bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın altında, bireyin duygu ve davranışlarının, büyük ölçüde dünyayı yorumlayıp algılamasıyla tayin edildiği şeklindeki kuramsal görüş vardır. Bilişsel terapinin temel özellikleri aşağıda özetlenmektedir.
1. Yapısal: Her terapi görüşmesi, hastanın ve terapistin anlaş tığı şekilde planlanır.
2. Aktif:Hem terapist hem hasta aktif olarak terapi sürecine katılırlar. Terapi ilişkisi önemlidir.
3. Direktif. Terapist görüşmeyi idare eder.
4. Esnek: Tedavinin.gidişine göre, hastanın gereksinmeleri göz önüne alınarak uygun teknikler ve ev ödevleri seçilir.
5. Kurama Dayalı: Tedavi, psikolojik bozuklukların bilişsel kuramına dayalıdır. Çeşitli tekniklerin altta yatan bir rasyonele göre uygulamaları içerir.
6. Kısa ve Zaman Sınırlı: Hastaların bağımsız başa çıkma yöntemlerini geliştirmeleri yüreklendirilir.
7. Soruna Yönelik: Odak sorunları sürdüren faktörleri anlamak ve ortadan kaldırmaktır.
Bilişsel terapi bir çeşit problem çözme yöntemi olarak algılanabilir. Hastalar, depresyonu da içeren çeşitli sorunlarla başvururlar. Depresif düşünce tarzı sorunları çözmeyi engeller. Otomatik olumsuz düşüncelerle uğraşmak sonuç değil sonuca giden yoldur. Terapinin amacı yalnızca hastanın rasyonel düşünmesine yardımcı olmak değil hastanın sorunlarına bilişsel-davranışsal stratejileri kullanarak çözümler bulmaktır. İlk amaç belirtileri azaltmak, uzun vadede ise yaşamla ilgili sorunları ele almak, böylece ileride olabilecek depresyon nöbetlerini önlemektir.
Depresyonda Bilişsel-Davranışçı Tedavinin Etkinliği
Literatürde depresyonun tedavisinde bilişsel-davranışçı terapinin kısa ve uzun süreli sonuçları
ve etkinliği ile ilgili karşılaştırmalı çok sayıda araştırma yayınlanmış ve halen de yayınlanmaktadır. Tedavinin hemen sonrasındaki sonuçların değerlendirildiği çalışmalar, bilişsel davranışçı terapinin en azından trisiklik antidepresanlar kadar etkin olduğunu göstermektedir (Feımell, 1989 ve Blackburn, Davidson ve Kendel, 1990). Uzun süreli etkinliği ile ilgili yapılan üç ayrı izleme çalışmasında antidepresan ilaçlara göre nüksün önlenmesinde bilişsel davranışçı terapinin daha etkin olduğu saptanmıştır (Kovack ve ark., 1981; Slmons ve ark., 1986 ve Blackburn, Euson ve Bishop, 1986).
Dobson’m 1989’da yaptığı, yirmi sekiz ayrı araştırmanın karşılaştırıldığı bir meta analiz çalışmasında, bilişsel-davranışçı terapinin, davranışçı, psikodinamik, yöneltimci olmayan ve diğer terapi türlerine göre anlamlı düzeyde etkili olduğu bulunmuştur. Literatürdeki bir çok çalışma, depresif hastaların bilişsel-davranışçı terapiden yanıt aldıklarını gösterirken bazı depresif hastaların bu terapiden etkin yanıt alamadıkları da bır gerçektir (Fenneil, 1989). Özellikle şiddetli depresyonlarda ilaç tedavilerinin daha etkin ve daha hızlı tedavi edici etkileri olduğu bulgulanmıştır (Elkin ve ark., 1989). Şiddetli depresyonlarda özellikle intihar riskinin yüksek olduğu durumlarda farmakoterapi ve elektro-konvülsif tedavinin uygulanması gerektiği vurgulanmaktacıır. Diğer taraftan bilişsel-davranışçı terapinin kronik depresyonun tedavisinde nüksü önlemede üstünlüğü çalışmalarla gösterilmiştir (Craig ve Dobson, 1995).
Yeterli sayıda araştırma sonuçları, depresyonun tedavisinde farınakoterapi ve bilişsel-davraruşçı terapinin birlikte kullanımının sadece farmakoterapiden veya sadece psikolojik tedavilerden de daha etkin olduğunu göstermiştir (Cralg ve Dobson, 1995 ve Elldn ve ark., 1989). Bu araştırma sonuçları gözönüne alındığmda, farmakoterapi ve bilişsel-davranışçı terapinin birlikte kullanımının depresyonun tedavisinde etkin stratejilerden biri olarak kabul edildiği sonucuna varılabilmektedir.
Dr. phil. R. Meltem KAVCAR SIRMALI
Depresyon sözcüğünün Latince kökü ‘depressus’tur. Aşağı doğru bastırmak, çekmek, bitkin, gamlı, kederli anlamına gelir.
Depresyon genel olarak hayata ve geleceğe kötümser bakış, ümitsizlik ve değersizlik duyguları, düşünce ve hareketlerde yavaşlama, boşluk duyguları ve bazı durumlarda zihnin ölüm ve ihtihar düşünceleri ile çok sık meşguliyeti ile semtomatize olur.
Depresif bozukluk tüm bedeni etkileyen bir durumdur. Bedeni, duygudurumu ve düşünceleri etkiler. Beslenme ve uyku düzenini, özalgılamayı ve düşünce işlevleri etkilenir.
Eğer bir kişide aşağıdaki belirtilerden dört ya da daha fazlası varsa, kişi kendi çabasıyla bu durumdan çıkamıyorsa ve belirtiler iki haftadan daha uzun bir süredir devam ediyorsa, bir uzmana başvurması gereklidir.
Genel olarak depresyondaki semptomları 4 alanda toplayabiliriz:
1. Duygudurum alanı: Çökkün, kederli, üzgün ve acı verici duygular baskındır. Bu duygular hastanın kendisi tarafından söze dökülebilir. Yüz görünümünden, ses tonundan ve davranışlarından anlaşılabilir ya da yakınları üzgün ve mutsuz olduğunu anlatır. İlgi ve istek azlığı, hoşlandığı etkinliklerden ve yaşamdan zevk alamama (anhedoni) belirgindir.
2. Psikomotor etkinlik: Daha sıklıkla psikomotor yavaşlama belirgindir. Devinimlerde yavaşlama, yorgunluk, bitkinlik, konuşmada yavaşlama, zamanın yavaş geçmesi görülür. Psikomotor ajitasyon da olabilir.
3. Bilişsel alan: Düşünce içeriğinde kayıp düşünceleri, umutsuzluk, karamsarlık, yetersizlik, değersizlik, suçluluk ve ölüm düşünceleri olur. Geçmiş hatalarla uğraşma, cezalandırılma düşünceleri ve depresif temalı sanrılar olabilir.
4. Vegetatif alan: Uyku ve iştah bozuklukları, menstürel düzensizlik, cinsel isteksizlik gözlenir.
Ayrıca depresyon belirtilerinin arka planda olduğu veya hiç görülmediği, kişiler arası ilişkilerde bozulmanın olmadığı bir depresyon çeşidi olan maskeli depresyonda hastalar sıklıkla psikolojik belirtileri ve yaşamsal sorunlarını inkar ederler ya da olduğundan daha az gösterirler. Bunlar yerine hekime; bedensel belirtiler (uyku bozuklukları -sıklıkla uykuya dalmakta güçlük, gece sık uyanma, sabah erken uyanma, iştah bozuklukları, sıklıkla iştahta azalma ve kilo kaybı), cinsel isteksizlik, menstürel düzensizlik, enerji kaybı ve çabuk yorulma şikayetleri ile başvururlar. Ayrıca uzun süreli ağrılar, kabızlık-ishal, bulantı kusma gibi bedensel belirtiler görülebilir, alkol-madde kullanımı oluşabilir.
Klinik depresyonu olan çoğu kişi kendini yalnız hisseder. Kendilerinin bu hastalıktan dolayı acı çeken tek kişi olduklarını sanırlar. Aslında klinik depresyon oldukça yaygın bir hastalıktır.
Klinik depresyon, duygularınızı, aile ve arkadaşlarınızla ilişkinizi, işinizi ve yaşama bakışınızı dramatik bir biçimde değiştirir. İhmal edilirse evliliği, arkadaşlıkları, mesleki kariyeri bozabilir. Tedavi edilmediği takdirde umutsuzluk ve hayatın yaşamaya değmediği duygusu uyandırabilir. Bazı hastalarda intihara dahi yol açabilir.
Yaşam boyu prevalansı genel olarak %15, kadınlar için %25 olan ciddi ve yaygın bir hastalıktır. Genel gözlem bu hastalığın ülke yada kültürel farklılıklardan bağımsız olarak kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazla görüldüğü şeklindedir. Bu durumun hormonal farklılıklara, doğum yapmaya, çeşitli psikososyal stresörlere maruz kalmaya bağlı olarak gelişebileceği düşünülmektedir. Kadınlarda depresyonun daha sık görülmesinde, hormonal faktörler örneğin menstrüel siklus değişiklikleri, hamilelik, düşük yapma, doğum sonrası dönem, menopoz öncesi ve menopoz rol oynayabilir. Pek çok kadın ayrıca hem evde hem de işteki sorumluluklar, tek ebeveyn olma, çocukların ve yaşlanan ebeveynlerinin bakımı gibi ek stres faktörleriyle karşı karşıyadır.
Başlangıç yaşı 20-50 arasında değişmekle birlikte ortalama başlangıç yaşı 40tır. %50’si 40 yaşından önce, %10’u 60 yaşından sonra ortaya çıkar. Kadınlarda 35-45 yaşlar arasında, erkeklerde 55-70 yaşlar arasında pik yapar. Irksal farklılık yoktur. Sosyokültürel faktörler; ailede alkol öyküsü, depresyon ve 13 yaşından önce ebeveyn kaybı öyküsü olanlarda ve düşük sosyoekonomik düzeydeki kişilerde risk daha fazladır. Birinci derece akrabalarda risk yaklaşık %10-13tür. Tek yumurta ikizlerinde de risk artışı saptanmıştır.
Ülkemizde yapılan çalışmalara göre; depresyon 40 yaş üstünde daha yaygındır (40-50 yaş arası en sık). Somatizasyon (bedenselleştirme) yaygın olarak görülür (vakaların yaklaşık %20 sinde). Prevalans: %8-20 arasında değişmektedir. Endojen depresyonun reaktif depresyona göre daha sık tekrarladığı saptanmıştır. Sosyal destekleri iyi olan orta ve ileri yaş hastalarda prognoz daha iyidir. Fiziksel hastalığın eşlik ettiği depresyonda prognoz daha kötü bulunmuştur.
Depresyon genelde yaşanan travmatik bir olayın akabinde görülür. Travmatik olayları kısaca listelemek gerekirse:
Bir yakının kaybı
Evde yada işte ciddi problemler
Uzun süredir devam eden veya kronik hastalıklar
Trakilizan, antihipertansif, steroid (prednizone), codeine ve indomenthacin türü ilaçların kullanımı
Madde kullanımı
Madde kulllanımından arınma safhası
Depresyonun sebepler, biyolojik ve psikososyal olmak üzere iki ana başlıkta toplanabilir. Nörokimyasal olarak, azalmış biyojenik amin (serotonin, norepinefrin, dopamin) etkinliği söz konusudur. Adrenerjik-kolinerjik sistemde kolinerjik baskınlık yönünde düzensizlikler görülür. Hipotalamo-hipofizer-adrenal eksen depresyonda hiperaktiftir ve kortizol hipersekresyonu görülür. Ayrıca depresyonda TSH yanıtı küntleşir, GH, FSH, LH ve testosteron seviyesi azalır. İmmün fonksiyonlar depresyonda azalır. Duygudurum bozukluğu olan hastaların %60-65’inde uyku anormaldir. Depresyonda REM yoğunluğu ve tüm REM süresi artar. Uykuya daldıktan sonra ilk REM döneminin başlamasına kadar geçen süre (REM latansı) ve evre 4 uykusu azalır. Genetik ilişki her zaman doğrulanmamakla birlikte ebeveynlerden birinde majör depresyon varsa çocukta risk %10-13’tür. Tek yumurta ikizlerinde bu risk %50 ,çift yumurta ikizlerinde %10-25’tir. Nöronal plastisite kavramı da depresyon etyolojisinde önemli bir kavramdır. Nöronal plastisite beynin bilgi edinmesinde ve bu bilgiyi ilişkili uyaranlara ve çevreye uygun adaptif yanıtlar vermesinde temel süreçtir. Stres durumunda özellikle hipokampusta piramidal nöronlarda atrofi gözlenir.
Antidepresanlar ise hücre proliferasyonundaki azalmayı ve bu atrofiyi önler.
Psikososyal boyutuna bakıldığında; sevilen kişinin simgesel veya gerçek kaybı reddedilme olarak algılanır. Depresyon,kaybedilen objeye yönelik öfke ve saldırganlığın kendi benliğine dönmesi ile açıklamaktadır. Kaybedilen objeye karşı ambivalans önem taşır. Geri dönen öfke ,depresyonun dinamik açıklamasında en iyi bilinen formülasyondur. Bu formülasyon kendini suçlama, benlik saygısında azalma ve cezalandırma gereksinimini de açıklar.
Depresyon büyük oranda başarı ile tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Çeşitli ilaç tedavileri ve beraberinde uygulanan psikoterapi bir çok hastada iyi sonuçlar vermektedir. Bu iki yöntem birlikte uygulandıklarında eni iyi cevap alınır.
Bütün hastalık belirtileri geçtikten sonra yapılması gereken şey en az 6 ay daha ilaç kullanımı ve belirli aralarla terapistinizle görüşmektir. Unutmayın bir kez depresyon geçirmek ikincisinin daha kolay gelmesine işarettir.
Toplumlarda depresyon artıyor
İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü 32 ilçede sağlık ocağına başvuran toplam 500 bin kişi üzerinde bir araştırma yaptı. Ruhsal hastalıklar sıralamasında ise ilk sırayı depresyon, ikinci sırayı anksiyete bozuklukları, üçüncü sırayı ise psikotik bozukluklar aldı.
İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağlığı ve Sosyal Hastalıklar Şubesi’nin yaptığı araştırma kentin ruhsal hastalıklar profiliyle ilgili önemli veriler ortaya koydu. 32 ilçede 500 bin kişi üzerinde yapılan araştırmada 11 bin 507 kişinin psikiyatrik bir hastalık tanısı aldığı belirlendi. Psikiyatrik rahatsızlığı olanların yüzde 68.35’inin kadın, yüzde 31.65’inin ise erkek olduğu saptandı.
Uzmanlar batı ülkelerinde birinci basamakta psikiyatrik hastalık tanısının oranının yüzde 15 ile 40 arasında değiştiğine dikkat çekerek, “Bu araştırma pratisyen hekimlerin fiziksel şikayetlerle başvuran hastalardaki ruhsal sorunların tanısı koymak konusunda yeterince etkili olamadığını ortaya koyuyor. Bu yüzden pratisyen hekimlere psikiyatrik hastalıkların tanısının konulması konusunda düzenli eğitim verilmesi gerekiyor” diye konuştular.
Araştırmayı yürüten ekibe başkanlık yapan İstanbul İl Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Abdülkadir Tabo, psikiyatrik hastalıklar içinde en sık yüzde 70.7 ile depresyonun, yüzde 13.3 ile anksiyete (kaygı-endişe), yüzde 7.8 ile psikotik bozuklukların görüldüğüne işaret etti.
ŞİŞLİ İLK SIRADA
İlçelere göre sağlık ocaklarına başvuran psikiyatri hastalarının genel poliklinik sayısı içinde
yüzdesine bakıldığında ise yüzde 5.1 ile Şişli, yüzde 4.4 ile Bakırköy, yüzde 4 ile Kadıköy ilk üç sırayı paylaştı. İlçelere göre değerlendirildiğinde en düşük psikiyatri tanısının yüzde 1.4 ile Ümraniye’de konulduğu belirlendi.
Dr. Abdülkadir Tabo, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Şişli; Bakırköy ve Kadıköy’de sağlık hizmetleri iyi organize olmuş durumda. İnsanlar hizmete ulaşma konusunda daha bilinçliler. İlçelere göre tanıların dağılımında depresyon yüzde 9.4 ile en fazla Bakırköy’de görüldü. En düşük depresyon ise yüzde 0.7 ile Silivri’de saptandı”
RUH VE BEDEN SAĞLIĞI
Bu arada İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, Türkiye Psikiyatri Derneği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sağlık Daire Başkanlığı, Türk Nöropsikiyatri Derneği’nin ortak yayınladığı bildiride şu açıklamalara yer verildi.
1. Ruhsal hastalıklar sık görülür. Toplumun her kesimini etkiler. Tedavi edilmezlerse toplumsal ve maddi kayba neden olur. İnsanların yüzde 25’i yaşamlarının bir döneminde ruhsal hastalıklardan etkilenir.
2. Ruh sağlığına destek veren ulusal sağlık politikaları olmadan ruhsal sorunlara kapsayıcı çözümler getirilemez. Tedavi edici kurumsal ruh sağlığı hizmetlernini yanısıra hastanın toplum içinde tedavi ve rehabilitasyonunu sağlayan toplum ruh sağlığı sistemi geliştirilmelidir. Hasta haklarını dikkate alan ve bu konudaki uygulamaları düzenleyen bir Ruh Sağlığı Yasası çıkarılmalıdır.
3. Ruh sağlığı politikalarının ve hizmetinin oluşturulmasında uzmanlar, hizmeti alanlar hasta aileleri ve toplum temsilcileri işbirliğiyle çalışmalıdır.
4. Savaş, çatışma, afetler, plansız kentleşme, işsizlik ve yoksulluk gibi sosyo-ekonomik olaylar r uh sağlığını olumsuz etkilediği gibi tedavinin önünde de engel oluşturabilirler. Bu açıdan ruh sağlığı toplumun tüm ilgili kesimlerinin ortak çabbasıyla gerektiğinde küresel işbirliği ile korunup geliştirilmelidir.
Depresyonu Tanıyalım
DEPRESYON (Ruhsal çöküntü)
Depresyon her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Majör Depresyon ( büyük depresyon) nöbetlerle gelen ve tam düzelen bir özelliğe sahiptir.
Toplumun her kesiminde görülebilir.
Psikiyatrik hastalıklar arasında en sık rastlanan bir tablodur.
Yaşam boyunca her 100 erkekten 10'unun ve her 100 kadından 20'sinin Depresyon geçirdiği araştırmalarla saptanmıştır.
Depresyondaki bir insanda en dikkati çeken özellikler şunlardır; Elem, keder, karamsarlık umutsuzluk duyguları ile; daha önceden zevk aldığı ilgi duyduğu nesnelere, uğraşılara ilgi duymaması ve hiçbir şeyden zevk alamama halidir.
Depresyondaki bir hasta çevresine ve hekime "çok üzgünüm, sanki daha önceki kişiliğimi yapımı kaybettim. Hiçbir şeyden zevk almıyorum. Bu sıkıntı, keder bitmeyecek. Hayat bana ağır geliyor. Canım hiçbirşey yapmak istemiyor. Kendimi yorgun ve bitkin hissediyorum. Sabırsız, tahammülsüz bir insan oldum. Kimse gelsin -gitsin istemiyorum. Sessiz - sedasız bir odada yanlız başıma kalmak istiyorum. Çocuklarıma bakamıyorum; bazen onları boğasım bile geliyor. Bazende artık yaşamanın bir anlamı kalmadı diye düşünüyorum. Bir şey öğrenemiyorum, her şeyi unutuyorum... Zaman zaman sebepsiz ağlıyorum. Çok sıkılıyorum, daralıyorum, baş ağrılarım sıklaştı. İştahdan kesildim, kilo verdim. Uykuya dalmakta güçlük çekiyorum, bazen erkenden sıkıntı ile uyanıyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Karar veremiyorum... " şeklinde yakınmada bulunur.
Uluslararası Depresyonları önleme ve tedavi komitesinin depresyonlu hastaların tanınması amacıyla hazırladığı tanı ölçütlerinden yola çıkarak hazırlanan maddelerin 4-5 tanesine evet diyorsanız Depresyonda olabilirsiniz.
· Hayattan eskisi kadar zevk almıyorum, hiçbir şey ilgimi çekmiyor.
· Son zamanlarda karamsar, ümitsiz, kötümser düşünüyorum.
· Kendimi yorgun, bitkin, halsiz hissediyorum.
· Uyku düzenim bozuldu.
· İştahım azaldı kilo kaybettim.
· Bedenimde ağrılar, sızılar başladı, göğsüme baskı oluyor, miğdeme kramplar giriyor.
· Son zamanlarda cinsel ilgimi kaybettim.
· Hafızam zayıfladı, birşeyi aklımda tutamıyor, öğrenemiyorum.
· Zaman zaman intihar etmek istiyorum. Kimseyi görmek istemiyorum.
· Depresyon geçiren bir insandan; düşünce ve duygu, davranış, motor faaliyetlerde, biyolojik yaşamsal foksiyonlarda değişiklikler olur.
Duygu durumundaki değişiklikler.
· Keder, elem, üzüntü, sıkıntı, karamsarlık
· Olağan faaliyetlere karşı ilgisizlik,
· Hiç bir şeyin zevk vermemesi, hayatın anlamsız gelmesi
· Ağlama isteği veya ağlama,
· Konuşmaya dahi isteksiz olma.
Düşünce içeriğindeki değişiklikler:
· En başta umutsuzluk, karamsarlık düşünceleri ( Kendisini değersiz, günahkar, suçlu kabul etme, ciddi depresyonlarda kişi bu düşüncelerle intihar eder...)
· İntihar fikirleri
· Ağır depresyonlarda bazen gerçeği değerlendirme, muhakemede kısmi bozukluklar görülebilir. Şahıs organlarının olmadığını, çürüdüğünü, bu nedenle yeme-içmesinin anlamsız olduğunu söyler ve kötülük göreceği şeklinde hezeyanları olabilir.
Depresyonda Hafıza
· Dikkat toparlanamaz
· Konsantrasyon bozulur.
· Unutkanlık başlar
· Yeni şeyler öğrenilemez
· Bu nedenle bir iş performansı ciddi şekilde düşer.
Depresyonda Biyolojik-Vital fonksiyonlar
· Uykuya dalmada güçlük
· Sık sık uyanma, sabahları erken uyanma
· İştahsızlık ( Perhizde değilken 1 ayda kilosunun %5'inden fazlasını kaybetme)
· Cinsel istekte azalma
· Hareketlerde faaliyetlerde yavaşlama, halsizlik, yorgunluk, bitkinlik.
DEPRESYON TÜRLERİ
Maskeli Depresyon
Sınıflamalarda yer almamakla birlikte klasik kitapların çoğunda yer alır.
Bu durumda klasik depresyon belirtileri yerine: Bedenin değişik yerlerinde ağrılar, sızılar, uyuşma, karıcalanmalar, hissiyet azlığı, karakter bozuklukları, Sexsüel alanda ve beslenme ile ilgili davranışlarda bozukluklar, alkolizm, madde bağımlılığı gibi sorunlar ön plandadır. Yani temeldeki depresyon bu şekilde dışa yansımıştır.
A tipik depresyon
Hastada deprestif duygu durum dikkati çekmekle beraber, diğer belirtiler "tipik" depresyon belirtilerine uymaz.
· Gün içi değişmeler görülür.
· Kişilik yapısı takıntılara saplantıları yatkın insanlarda takıntılar, saplantıar, kuruntular ön plana çıkar. Örneğin; su muslukları, tüpün düğmesi, ütü fişi sürekli kontrol edilir. Bazen yoldan dönülüp tekrar tekrar bakılır.
· Bedendeki fizyolojik değişiklikler organlardaki bozukluğun habercisi gibi değerlendirilir ve bedensel uğraşlar artar.
· Çeşitli korkular gelişir.
· Dışarıdan gösteri, rol gibi algılanacak davranışlar görülebilir.
· A tipik depresyonlu insanlar her zamankinden fazla uyur ve fazla yemek yerler. Aşırı kilo alırlar.
· Kollarda ve bacaklarda aşırı güçsüzlük vardır.
· Beklenmedik bir şekilde alkole, maddeye, kumara düşkünlük.
· Aile ve iş yaşamından uzaklaşma
· Açıklanması güç cinsel uyumsuzluklar dikkati çeker.
Çocuklarda ve gençlerde depresyon
Çocuklarda ve gençlerde tipik depresyon belirtileri olmayabilir. Daha çok davranış ve tutum değişiklikleri belirgindir. Aşırı ağlama, hırçınlık, asi davranışlar, çabuk sinirlenme, alkol ve uyuşturucu kullanımına başlamanın temelinde depresyon olabilir.
Yaşlılarda ve Menapoz Sonrası depresyon
· Kadınlarda daha sık görülür.
· Depresyonun tipik belirtileri olmakla beraber; ağır bunaltı (anksiyete), sıkıntı, özellikle sabah sıkıntısı, uyku bozukluğu ön plandadır.
· Aşırı telaş ve tedirginlik vardır.
· Sıkıntıdan dolayı sürekli eller oğuşturulur ve yerinde duramama, dolaşma hali vardır.
· Bedensel uğraşılar daha fazladır.
· İntihar düşünceleri yoğundur.
Doğum Sonrası depresyonları
Doğumdan sonra annelerde görülen depresif tabloya "puerperal depresyon" denmektedir.
Bazı anneler doğumdan sonra : Gelip geçici ağlama nöbetleri, güçsüzlük , halsizlik, sıkıntı, üzüntü, bebeğe karşı ilgisizlikle karakterize "Bebek hüznü " denen bir durum yaşar. Destekleyici tedavilerle olumlu yanıt verir.
Doğum sonrası bir ila 3 ay içinde gelişen karamsarlık , üzüntü, yetersizlik , hiçbir şeyden zevk alamama, çocuğa, ev işlerine bakmamak gibi hallerinde tam bir depresyon geçiriyor denmektedir. Ciddi tedavi gerekmektedir. Hastaların çoğu tedavi ile düzelir. Bazılarında depresyonun belirtileri uzun süre üzerinde kalabilir.
Distimik Bozukluk
Eskiden nörotik depresyon, depresif kişilik, nevrasteni diye nitelendirilirdi. Hastalarda en az iki yıl süren ve çok ağır olmayan depresyon belirtileri vardır. Uyku bozuklukları, hiçbir şeyden mutlu olamama, müzmin karamsarlık hali, yogunluk, istek ve ilgi azlığı, güvensizlik hissi, bedensel yakınmalar dile getirilir. Bu bozuklukta bir kaç gün , bir kaç hafta iyilik dönemleri görülebilir. Ancak bu iyilik dönemleri iki ayı geçmez.
Postpsikotik depresyonlar
Şizofreni gibi gerçeği değerlendirme yeteneğinin bozulduğu, "akıl hastalıklarında da zamanla depresyon gelişebilir.
Organik nedenlere bağlı depresyon
Bir çok fiziksel bozukluğa bağlı depresyonlar görülebilmektedir. Örneğin;
Hormonal sistemdeki bozukluklar, Nörolojik bazı hastalıklarda ( Örneğin Parkinson, Multipl skleroz) kan hastalıklarında, kanserde, enfeksiyon hastalıklarının bazılarında, kaza ve ameliyetlardan sonra depresyon gelişebilmektedir. Uzun süre kullanılan tansiyon düşürücü, ülser giderici bazı ilaçlar bağımlılık yapan uyarıcı ve uyuşturucular, kortizollü ilaçlarda depresyon yapabilirler.
Depresyon nedenleri
Depresyona yol açan çok neden vardır.
· Kalıtımsal nedenler
· Biokimyasal değişiklikler
· Hormonal bozukluklar
· Tedavide kullanılan bazı ilaçlar
· Bazı organik nedenler
· Psiko-sosyal olaylar
· Sosyo-kültürel etkenler
· Bazı yaşam olayları depresyona neden olabilir.
Birçok insanın aynı şartlarda yaşamasına rağmen bazılarının depresyona girdiği, bazılarının girmediği araştırılıp, tartışılmıştır.
Biyolojik-genetik alt yapının depresyona yatkınlık gösterdiği kişilerin dış faktörlerle daha kolay depresyona girdiği ileri sürülmektedir.
Depresyon tedavi edilebilen bir hastalıktır
Depresyon belirtileri 2 haftadan fazla sürüyorsa mutlaka bir psikiyatrise gidip tedavi olmak gerekir. Günümüzde depresyon giderici çok güçlü ilaçlar geliştirilmiştir. Psikiyatrislerin tedavide bir çok seçenekleri vardır. 2-3 aylık bir tedavi ile ciddi düzelmeler sağlanabilmektedir. Tedavinin süresi hastalığın ciddiyeti, süresi tekrar edip etmediğine göre ayarlanır. Psikoterapi ile birleştirilen ve sosyal düzenlemeler ile desteklenen tedaviler daha iyi sonuçlar vermektedir.
DEPRESYON BİR HASTALIKTIR TANIYIN YENİN
· Depresyon ruhsal bir hastalıktır.
· Depresyon çok yaygın bir sağlık sorunudur. Ülkemizde yaklaşık her on kişiden birinde depresyon görülmektedir.
· Ancak halk ve doktorlar tarafından yeterince tanınmamaktadır.
· Depresyonlu kişinin iş verimi düşer, çalışamaz, insanlar ile olan ilişkileri bozulur.
· Aileye ve topluma getirdiği ekonomik yük çok büyüktür.
· Depresyon tedavi edilebilen ve tam olarak düzeltilebilen bir hastalıktır.
· Depresyon tedavi edilmezse intahar ile sonuçlanabilir. İntihar olgularının büyük bir bölümü depresyon geçiren hastalardır.
· Depresyonun tanınmamasının ve yeterince tedavi edilmemesinin hastaya ve topluma maliyeti çok yüksektir.
· Tanınması ve tedavi edilmesi halkın ve doktorların eğitimi ile mümkün olabilir.
DEPRESYON
Depresyon nedir ?
Depresyon, esas olarak yaşamdan ve yaşadıklarından zevk alamama halidir. Depresyon yaşayan bir kişi daha önce severek isteyerek yaptığı şeyleri artık yapmak istememeye, yapsa bile bunlardan zevk alamamaya başlar. Yaşama sevincinin yerini “üzüntü, keder, mutsuzluk, isteksizlik, karamsarlık, umutsuzluk ve suçluluk” gibi duygular alır.
Depresyon her zaman bir hastalık mıdır ?
Depresyon her zaman bir hastalık değildir. İnsanlarda bir hastalık olmaksızın günlük olaylardan kaynaklanan depresyonu, hemen herkes yaşamında bir çok kez yaşar. Bu tür depresyon çoğu kez bir yitime tepki olarak ortaya çıkar. Bir yakını ölen, işini yitiren ya da umut ettiği bir şeyi elde edemeyen kişide sıklıkla depresyon ortaya çıkar. Bu tür depresyonun süresi ve şiddeti sınırlıdır, açıkça belirli bir olayla ilişkilidir. Kişinin günlük yaşamında çok önemli değişiklikler yaratmaz. Kişiyi neşelendirecek, canlandıracak bir şey olduğunda kişi üzüntü ve neşesizlik halini atabilir.
Ne zaman bir hastalıktan söz edilebilir ?
Ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanları depresyonun tedaviyi gerektiren bir hastalık olup olmadığını ayırt etmeye çalışırken belirtilerin şiddetine, ne zamandır sürdüğüne ve kişinin yaşamına etkisine bakar. Bir hastalıktan söz edebilmek için kişinin yakınmalarının en az on beş gün boyunca hemen hemen her gün ve gün boyu sürmesi gerekir. Yani kişi yaşadığı üzüntüyü, kederi atamaz; biraz neşelenir, canlanır gibi görünse de hiçbir zaman daha önceki neşesini, canlılığını kazanamaz. Fakat unutulmaması gerekir ki yaşanan depresyonun bir hastalığa dönüşüp dönüşmediğine bir doktorun karar vermesi gerekir. Diğer önemli bir noktada ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanının hastalığa dönüşmeyen depresyona da yardımcı olabilmeleridir. Bu nedenle baş etmekte zorlandığı duygular yaşayan herkesin bir ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanına başvurmasında yarar vardır.
Herkeste depresyon görülebilir mi ?
Evet depresyon herkeste görülebilir. Çocuk, genç, erişkin yaşlı, zengin, fakir, kadın erkek herkeste görülebilir. Fakat bazı kişilerde depresyon gelişme olasılığı daha yüksektir. Bunlara yatkınlık yaratan özellikler diyoruz. Örneğin ailesinde depresyon geçirmiş bir kişi varsa ailenin diğer üyeleri depresyon geçirmeye yatkın olurlar.
Depresyonun kadınlarda daha sık görüldüğü belirtilir, bunun nedenleri nedir ?
Yapılan araştırmalarda depresyonun kadınlarda iki kat daha fazla olduğu görülmektedir. Ancak bunun nedeni günümüzde tam olarak anlaşılmış değildir. Kadınlığa özgü hormonların ve kadınların
kadın olmaktan dolayı yaşadıkları streslerin farklılığı yaratan başlıca nedenler olduğu ileri sürülmektedir. Diğer yandan bu farklılığın yapay bir farklılık olduğunu ileri süren araştırmacılar da vardır. Bu araştırmacılar erkeklerin yaşadıkları depresyonu tanıyamadıklarını ya da toplumsal rolleri nedeniyle depresyonla ilgili yakınmalarını ifade etmekten ve bunlar için çare aramaktan kaçındıklarını belirtmektedirler.
Depresyon yaşayan bunu kolayca fark edebilir mi ?
Depresyon yaşayan bir kişi bunu çoğu zaman kolayca fark eder. Fakat asıl sorun bir hastalık haline gelip gelmediğini anlayabilmektir. Günlük yaşantıda sık karşılaşılıyor olması bazı kişilerde depresyonun "olağan" bir yaşantı olduğu düşüncesini yaratabilmektedir. Diğer yandan bazı kişiler de depresyona kader gözüyle bakabilmektedirler. Bu iki tutum da tedavi gerektirecek düzeyde depresyonun fark edilmesini, kişinin depresyonu için çare aramasını ve gittiği bir doktora bunlardan söz etmesini engelleyebilmektedir. Hastalar yaşadıkları duygulardan söz ederlerse "yetersiz", "güçsüz", "akıl hastası" vb şeklinde nitelenebileceklerini düşünerek de yakınmalarından söz etmekten kaçınmaktadırlar.
Herkesi etkileyebilecek bir olay sonrasında yaşanan depresyon tamamen normal bir durum mudur ?
Herkesi etkileyebilecek bir olay yaşayan ya da ciddi bir hastalığa yakalanan kişide ortaya çıkan depresyon bir çok kişi tarafından "normal" ya da "beklenen" bir durum olarak değerlendirilmektedir. Oysa bu doğru bir yaklaşım değildir. Herkesi etkileyebilecek bir olay yaşayan kişinin üzüntüsü tedaviyi gerektirecek bir depresyona dönüşebilir. Örneğin ölümcül bir kansere yakalanan kişide depresyon çıkmasının son derece doğal olduğu düşünülür ve depresyonun tedavisi için çaba gösterilmez. Böyle bir durum kuşkusuz herkesi çok üzer. Fakat bu üzüntü çok şiddetli bir hal aldıysa, kişinin yaşamını etkilemeye başladıysa, artık normal üzüntüden söz edilemez, bir depresif hastalığın geliştiği düşünülmeli ve bir doktora başvurma düşünülmelidir.
Psikiyatri uzmanları depresyonlu hastaların tedavisi sırasında ne gibi güçlüklerle karşılaşırlar ?
Depresyonlu hastaların tedavisinde karşılaşılan en önemli güçlükler arasında tedavinin ve ilaçların zamanından önce bırakılmasıdır. Bir diğeri ise hasta yakınlarının hastaya yönelik tutum ve davranışlarıdır. Hastaların çoğu depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların bağımlılık yapacağı endişesi taşırlar. Hele yakınları, tanıdıkları ve bilgisi yetersiz bir eczacı kalfası bu ilaçların bağımlılık yapabileceğini söylüyorsa hastaların kafaları iyice karışmaktadır. Oysa depresyon tedavisinde kullanılan ve antidepresan olarak adlandırılan ilaçların bağımlılık yapma potansiyelleri yoktur. Diğer yandan hem hastalarda hem hasta yakınlarında depresyonun kişinin kendi çabasıyla aşılabilecek bir durum olarak düşünülmesi de tedaviye uyumu etkimektedir. Bir çok kişi tarafından hastalara gez-dolaş, kafanı takma, istersen bu durumu atlatabilirsin gibi tavsiyeler hastaları tam tersi olumsuz etkilemektedir. Depresyonlu hastalar böyle diyenlerin hastalığına ve kendisine inanmadıklarını düşünmektedirler.
Erol Özmen
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi
Psikiyatri AD Öğretim Üyesi
Depresyonun Nedenleri
Depresyonun kaynaklarına baktığımızda başlıca üç faktörün ön plana çıktığını görüyoruz.Bunlar sırasıyla geçmiş yaşam olayları, bu günün beraberinde getirdiği sorunlar ve geleceğe yönelik endişelerdir.
Geçmişimiz çok önemli
Yapılan araştırmalar geçmişinde travmatik olaylar (taciz , şiddete maruz kalma, olumsuz çocukluk yaşantıları, iş kaybı , bir yakının kaybı vb.) bulunan insanların depresyon yaşama ihtimalinin diğer insanlara kıyasla daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.Bununla birlikte travmatik olmasa da sıkça yaşanan olumsuz olaylar da benzer bir etki yaratabilmektedir.
Bu güne ait çözümlenmemiş sorunlar
Bu güne ait çözümlenmemiş sorunlar ve bunların birey üzerinde yarattığı stres de başlıca depresyon sebeplerinden birisidir.Bunun yanı sıra kişinin stresle yeterince baş edememesi de önemli rol oynamaktadır.
Geleceğe yönelik endişeler
Geleceğe yönelik endişeler özellikle de rekabetin yoğun olarak yaşandığı günümüzde önemli bir stres faktörü olarak ortaya çıkmaktadır.
Bütün bu sebeplerin ötesinde asıl önemli olan kişinin yaşadığı olaylar değil onlar karşısında ortaya koyduğu işlevsel olmayan tavır tutum ve yaklaşımlardır.Benzer negatif etkilere maruz kaldıkları halde farklı sonuçlar yaşayan insanlara baktığımızda bu farklılığın temelinde bazılarının olaylarla baş edebilecek fonksiyonel tutumlar ortaya koyarken diğer bazılarının yanlış ve hatalı tutumlar içerisinde olmalarını görürüz.
Depresyon Tedavisinde Yeni Yaklaşımlar
Depresyonun biyolojik boyutu olan bir hastalık olduğu son bilimsel araştırmalar ile de doğrulandı. Beyinde bazı biyokimyasal alanların iyi işlev yapmaması ile depresyon arasında doğrudan bağlantı vardır. İlaç tedavisi ile özellikle beyinde farmakolojik iyileşme yapan yeni ilaçlar ile önemli başarılar elde edilebilmektedir.
Bu amaçla bilgisayarlı EEG-Beyin haritası alınma (CEEG/MAP) sistemi hasta takibinde katkı sağlamaktadır. Yandaki tedavi öncesi, tedavi sonrası görüntü ve profillerden anlaşılacağı gibi tedavinin işe yaradığı biyoelektrik olarak gözlemlenebilmektedir.
Panik bozukluk; nefes daralması, boğulma hissi, göz kararması, sendeleme, titreme, sarsılma, çarpıntı, tıkanma hissi, terleme, bulantı, vücutta uyuşmalar, ateş, ürperme, ölüm korkusu, aklını kaybediyor hissi gibi ataklarla seyreden bir hastalıktır. Hastalık beyinde panikle ilgili merkezin biyoelektrik veya biyokimyasal bozukluğu ile ilgilidir. Tedavide direnç olduğunda biyolojik boyut incelenmelidir.
Depresyon veya panik atak, bir beyin hastalığı olduğuna göre beyin işlevini anlamak ve izlemek iyi tedavi için önem arz eder. Depresyon tedavisinde psikolojik ve sosyal boyutla birlikte biyolojik boyutunun izlenmesi tedaviye dirençli durumlarda özellikle değerli ve önceliklidir. Memory Center olarak bu konuda yenilik sağladığımız için mutluyuz.
DEPRESYON VE ALKOLIZM
Alkolizm ve depresyon psikiyatrik tanılar içinde en sık görülen iki gruptur. Fakat bu iki bozukluğun gidişi ve tedavisi birbirinden farklıdır.
Alkolizm psikiyatride büyük bir oyuncu olarak tanımlanır; çünkü aşırı alkol alımı anksiyete, depresyon veya psikoz belirtilerini ortaya çıkarır. Depresif belirtiler majör affektif bozukluk için özgül değildirler; kokain kötüye kullanımında, ****don idame tedavisinde, alkolizmde de görülürler. Bu ikincil duygudurum belirtileri, ayıklığın ilk günleri veya haftaları içinde ortadan kaybolurlar. Psikiyatride iki hastalığın (bozukluğun ) birarada görüldüğü durumlarda kronolojik açıdan ilk olarak ortaya çıkan bozukluk birincil; daha sonra ilk bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkana ise ikincil adı verilir.
Kafaları kurcalayan bir başka soru ise; duygudurum bozukluğunun ve alkolizmin aynı kökten gelip aynı hastalığın farklı belirtilerle seyreden iki farklı izdüşümü olup olmadığıdır. Bu soru genetik bağlamda çalışılmış ve bulguların ışığında değerlendirilmiştir. Cadoret ve Winokur 1974'deki çalışmalarında, alkolik hastaların % 39'unda birincil veya ikincil depresyon olduğunu bulmuşlardır. Winokur 1979'da erken yaşta depresyon geçirenlerin akrabalarında alkolizm tanısının daha fazla görüldüğünü belirtmiştir. Weissman ve Myers 1980'de geniş tabanlı bir çalışmada alkolizm tanısı alan hastaların %68'inin yaşamları boyunca, major depresyon veya minör depresyon tanısı almış olduklarını bildirmişlerdir. Weissman; duygudurum bozukluğu ve alkolizmin aralarında genetik bağlantının var olduğu öngörüsü ile her iki cinste farklı görüntü veren tek bir bozukluk olduğunu ve bunun kadınlarda depresyon, erkeklerde de alkolizmin olarak ortaya çıktığını belirtmiştir.
Bu sonucu destekleyen bulgu, affektif bozukluğu olan kadınların erkek akrabalarında alkolizm oranının ve erkek alkoliklerin kadın akrabalarında ise depresyon riskinin yüksek olmasıdır.
Fakat bir dizi çalışma bunu kanıtlamaktan uzaktır. Goodwin, alkoliklerin evlat edinilmiş çocuklarında duygudurum bozukluğunun oranında artış görülmemekte olduğunu, alkoliklerin kızlarında görülen artmış depresyon riskinin ise alkolik bir ebeveyn tarafından yetiştirildiklerinde ortaya çıktığını belirtmektedir. Woodruff ve ark., 1979'da alkolizm ve depresyon tanısı alan grubun klinik görünümünün, depresif hastalardan daha çok depresyonu olmayan alkolik hastalara benzediğini söylemektedir. Gershon, Weissman ve ark., 1974 ve 1985'de normal grupla depresif hastaların akrabalarını karşılaştırdıklarında alkolizm tanısında artış bulamamışlardır.1984 yılında Yale Üniversitesi Psikiyatri Kliniği tarafından 215 suje ile yapılan çalışmada alkolizm tanısı almayan depresif grubun aile bireylerinde alkolizm oranı normal sujelerden farklı bulunmamıştır.
Angst ve Cloninger'in çalışmalarıyla da bu iki bozuklukluğun genetik olarak farklı olduğu ortaya konulmuştur. Akiskal başka bir yaklaşımla bu iki hastalığın farklı kökenleri olduğunu bildirmektedir.
Alkolizmle birlikte görülen depresyon sıklığı %3 - %98 arasında değişmekte ve depresyonun birincil-ikincil ayrımının yapılması tedavi açısından önem kazanmaktadır. Bir dizi biyolojik çalışmaların alkolizm ile görülen majör depresyon karmaşasının çözümü açısından sonuçları önemlidir. Wilford Hall Tıp Merkezinde yapılan bir çalışmada, alkol kötüye kullanımı olanlarda DST ( dekso****zon supresyon testi) major depresyonu tanımlamak için bağımsız bir değişken olarak kullanılmıştır. DST depresyon tanısı koymak için kullanılan biyolojik belirteçlerdendir. Çalışmanın sonucunda elde edilen veriler alkol kötüye kullananlarda DST'nin bağımsız değişken olarak major depresyonu tanımlamakta yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Hayvan çalışmalarında alkole adapte edilen farelerde, ancak 4 haftalık bir ayıklık döneminin geçmesi ile hipotalamo-pitüer-adrenal aksın alkol etkisinden kurtulabileceği gösterilmiştir. Birincil alkolizm ile beraber olan ikincil depresyon, ya da depresyon ile beraber olan ikincil alkolizmin ayırıcı tanısında DST'nin kullanılması ancak 4 haftalık ayıklık döneminden sonra anlamlı olmaktadır; çünkü alkolün vucut ve endokrin sistem üzerindeki etkisi bu tür biyolojik belirteçlerin alkolün etkisinin geçtikten sonra kullanılmasının sağlıklı sonuçlar vereceğini bildirmektedir.
Uyku bozuklukları da major depresyonun ayırıcı tanısında sıklıkla kullanılan bir biyolojik göstergedir. Birincil depresyon ile ikincil depresyon ayırımı açısından kullanılan uyku bozukluklarını irdeleyen bir çalışmada birincil alkolizm ve ikincil depresyonu olanlar, depresyonu olmayan birincil alkolizm tanısı alanlar, ve bir kontrol grubu alınarak yapılmış; her iki alkolizm grubuna Hamilton Depresyon Skalası verilmiştir.Bulgular, alkol kötüye kullanımı olanlarda kısa REM latansının depresyonun belirteci olmadığını göstermektedir. REM latansındaki değişiklik istatistiksel olarak HAM skorları ile uyumlu değildir. Uyku ölçümleri kontrol sujeleri ile diğer iki grubu ayırmak açısından yeterli olmakla birlikte, depresif ile depresif olmayan alkolikler açısından pek de başarılı değildir. Sonuç olarak alkol kullanımı olanlardaki uyku kalitesinin ve döngüsünün bozukluğu göz önüne alındığında depresyonun ayrılmasında bu biyolojik gösterge yararlı olamamaktadır.
Peki, ya alkolizm tanısı almış ve depresif belirtilerin görüldüğü kişilerde tanı ve tedavi ne olmalıdır? Weissman % 70 alkolizm tanısı almış kişinin yaşamlarının bir döneminde diğer psikiyatrik tanı ölçütlerini doldurduklarını ve % 50'sinin duygudurum bozukluğu veya major depresyon ölçütlerine sahip olduklarını söylemektedir. Yine duygudurum bozukluğu öyküsü olanların % 21.8'inin hayatlarının bir döneminde alkol kötüye kullanımı veya bağımlılığı ölçütlerini doldurmakta olduğu belirtilmektedir. Alkolden arındırma döneminde depresyon ve anksiyete belirtileri sıkça görüldüğünden, bu belirtilerden tanıya gitmek için 4 haftalık ayıklık döneminin geçmesini beklemeye ihtiyaç vardır. Brown ve Schuckit alkol tedavisi için başvuran erkek hastaların % 40'ında Hamilton Depresyon Skalası ile depresyonun belirti ve bulgularını ortaya koymuşlar, dört haftalık ayıklık döneminden sonra bu belirtilerin oranı % 6'ya düşmüştür. Ancak bu iki bozukluğun birlikteliği her ikisinin nüks riskini de arttırmaktadır. Bu yüzden alkolizm tanısı almış olan kişilerde görülen depresif belirtiler ayıklık döneminden sonra da dikkatlice araştırılmalı ve ayıklık döneminde de intihar fikirleri sorulup eğer varsa hastaneye yatırılmalıdırlar
Ayıklık döneminde depresif belirtilerin görülmesinin yeniden içme davranışı üzerine olan etkisi birçok çalışmacı tarafından sorgulanmıştır. Duygudurum bozukluğu olan ve olmayan alkol bağımlıları ile yapılan iki yıllık izleme çalışmasında, tekrardan içme davranışı gösterenler nüks nedenleri açısından değerlendirilmiş ve unipolar grubun(sadece depresyonu olanların) % 12'si ve bipolarların(iki uçlu duygulanım bozukluğu olanların) % 9'u; depresif veya yüksek duygdurumunu nüks nedeni olarak göstermektedir. Bu çalışmada duygudurum bozukluğu olan altgrubun sadece duygudurum bozuklukları açısından değil, alkolizm açısından da ek tedavi ihtiyacında olduğu görülmüştür.
Leibenluft, Fiero ve ark., alkol kullanımının depresif belirtilerle ilişkisi açısından, self-medication ( kendi kendini tedavi etme) hipotezini araştırmışlardır. Alkol bağımlılığı tanısı konulan hastalar ve birincil depresyon ile ikincil alkolizm tanısı konulan hastalar karşılaştırıldığında, alkol kullanımının depresif belirtilerin tedavisi için gruplar arasında belirgin bir fark yaratmadığı görülmüştür. Tek tek depresif belirtiler açısından bakıldığında; alkol bağımlısı hastalar, alkol bağımlısı olmayan gruplara göre o belirtiye cevap olarak daha fazla alkol kullanımından bahsetmektedirler ve her depresif belirti açısından alkolun iyileştirici etkisinden alkol bağımlıları daha fazla sözetmektedirler. Özellikle öfke ve sosyal ortamlarda duyulan anksiyetenin alkol kullanımından sonra belirgin olarak azaldığını tanımlamakta ve alkolikler alkolsüz durumdayken keyif alamayacaklarına inanmaktadırlar. Depresif belirtilerin hafif düzeydeki izdüşümleri bile alkol kullanımının, kendi kendini tedavi adıyla ortaya konması için yeterlidir. Sonuçta kendi kendini tedavi tek başına psikiyatrik hastanın bağımlılığı açısından yeterli bir açıklama olmaktan uzaktır, ancak depresif belirtilerin varlığında alkol kullanıcısı alkolün rahatlatıcı etkisinden medet ummakta ve bu da alınan alkol alımını arttırmakta ve depresif belirtilerin şiddetinin atrmasına yol açmaktadır.
Mueller, Lavori ve ark., major depresif bozukluğun on yıllık izlemesi süresince hastaların alkol kullanımlarını da incelemişlerdir.Major depresif bozukluk tanısı konulan sujelerin %30'unun yoğun olarak alkol kullandıkları belirtilmiştir. Sonuçlara göre erkeklerde, kadınlardan daha fazla alkolizm ve major depresif bozukluk tanısı konulmaktadır. Beklenildiği üzere hiç alkol kullanmayan veya alkolü bırakmış olan grupta major depresif atak daha çabuk remisyona girmektedir. Hastanın yaşam boyu aldığı alkolizm tanısı değil, major depresif bozukluk sırasındaki alkol kullanma durumu farklılığa neden olmaktadır. Çünkü alkolün duygu durumunu bozan etkileri, major affektif bozuklukta klinik belirtiler üzerinde de olumsuz etkide bulunmaktadır. Major depresif bozukluk ve alkolizm tanısı olan hastalar depresif ataktan iyileştikleri zaman eğer alkol kullanmıyorlarsa, ya da sorunlu bir alkol kullanımları yoksa bu şekilde devam etmeleri için cesaretlendirilmelidir. Alkolizm ölçütlerini karşılayan içme düzeyleri depresyonu ortaya çıkarmıyorsa da eğer depresif atak yeniden başlarsa hastanın tekrardan iyileşmesi güç ve zaman alıcı olmaktadır. Çalışmanın özeti bu on yıllık uzunlamasına ileriye dönük izleme bulgularına göre aktif olmayan alkolizm, aktif içme davranışı ile karşılaştırıldığında major depresif bozuklukta yaklaşık iki kat gelişme ve iyileşme ortaya koymaktadır.
Alkol bağımlılarında tedavi sonrasında görülen depresyon ve bu bulgunun nüksle olan ilişkisi 842 kişiyle yapılan bir yıllık izlem çalışmasıyla araştırılmıştır. Ayıklığı sürdürebilen alkol bağımlılarının depresif belirtileri genel populasyondan daha yüksek değildir. Fakat nüks gösterenlerin depresif belirtileri daha yüksektir. Gene de bu bulgu depresif belirtilerin nükse neden olduğu sonucunu doğurmamaktadır. Depresif belirtilerin nükse neden olabileceği gibi nüksten sonra da depresif bulgular ortaya çıkmış olabilir. Çalışmada yeniden içme davranışının mı, yoksa depresif belirtilerin mi önce başladığına ilişkin zamansal bulgu yoktur. Bir başka çalışmada hangi olayın daha önce başladığı araştırılmıştır. 259 alkol bağımlısının % 12'si depresyon belirtilerini nükslerinden önce gösterirken, % 41'i ise nüksten sonra depresif belirtiler göstermektedir . Ayrıca alkolün alkoliklerde depresif belirtileri alevlendirdiği de bilinmektedir. Alkol bağımlılığı tanısı almış olan kadınlar bağımlılık tedavisi sırasında erkeklere oranla daha yüksek düzeyde depresif belirtiler gösterdikleri birçok çalışmada bulunmuştur. Genel populasyonda da kadınlarda major depresyon sıklığının erkeklerden iki kat fazla olması veri olarak alınırsa alkol bağımlılığı tanısı almış kadınlardaki depresyonun yüksek bulunuşu açıklığa kavuşabilir.
Bu içiçe geçmiş klinik durumun ayırıcı tanısının (birincil / ikincil) dikkatlice yapılması tedavinin düzenlenmesi ve izlem açısından önemlidir. Öncelikle, alkolün mizacı etkileyen özelliği nedeniyle, majör affektif bozukluğu olan hastalar atak içindeyken alkol kullanmamalıdırlar. Ayrıca antidepresan ile lityumun alkolle etkileşmesi bu önermeyi daha kesin hale getirmektedir.
Birincil alkoliklerin büyük bir kısmı aktif içme davranışı ile birlikte ciddi mizaç dalgalanmaları gösterirler; %20- 30 gibi bir oranı ikincil affektif bozukluk tanısı alırlar. Kısa süren depresyonlar bile suisid riski taşıdığı için ciddiye alınmalı, antideprasan tedavi başlanmalı ve suisid fikri varsa hastaneye yatırılmalıdır.
Affektif bozukluğu olan bir hasta alkol bağımlısı olduktan sonra bağımlılık süreci klinik olarak daha baskın bir hastalık olacak; bu da kendisini sosyal davranışta ve tedavi uyuncunda gösterecektir. Bu veri alkol bağımlılığı geliştikten sonra kişinin her iki tanıya uygun bir tedavi anlayışıyla değerlendirilmesi ve çok eksenli değerlendirilmeye ihtiyaç gösterdiğini belirtmektedir.
Alkolizm ve depresyonla psikiyatride çok sık karşılaşılması ve birlikteliklerinin de birçok soru ve sorun doğurmasından dolayıdır ki; yapılan çalışmalar bu alanda yoğunlaşmıştır.Alkolizm ve depresyonun aynı bozukluğun farklı belirtileri olduğu üzerine yapılandırılan öngörü yapılan genetik, ailesel geçişi araştıran çalışmalar ve biyokimyasal araştırmalarla çürütülmüştür. Alkol bırakılması sırasında yaşanan depresif belirtilerin majör depresif bozukluk olarak tanınıp tedavi edilmesi açısından çalışmalar en az 4 haftalık ayıklık döneminin beklenmesi gerektiğini ve depresyon tanısının yalnızca bozukluğu taramaya yönelik ölçüm araçlarını kullanarak koyulmamasını önermektedirler. Gidiş ve tedavi açısından alkolizm ve depresyonun birincil ve ikincil ayırımının yapılması önemlidir.Alkol bağımlılığı tanısını almış kadın sujelerde birincil depresyon ve ikincil alkolizm tanıları erkeklere oranla daha sık görülmektedir. Bağımlılık tanısı konmuş kadın sujeler erkek bağımlılara oranla 2.5 kat daha fazla depresif atak geçirmektedir, bu oran toplumda depresyonun kadın / erkek oranı ile eşdeğerdir. Bu yüzden her bağımlılık tanısı konmuş suje depresyon ve kronolojisi açısından dikkatle incelenmeli ve kadın alkol bağımlıları açısından daha fazla tetikte olunmalıdır. Alkolizm ile depresyonun birlikteliğinden bu kadar çok sözedilmekte fakat alkolizm ile anksiyete bozukluklarının beraberliğinden pek de fazla bahsedilmemektedir. Özellikle sosyal fobi ve panik bozuklukta alkolizm de görülmektedir. Bu bozuklukların varlığı açısından da sujeler incelenmeli ve tedavi ve izleme bu verilere göre yapılmalıdır.
GÜNDÖNÜMÜ PSİKİYATRİ ve PSİKOTERAPİ MERKEZİ
Depresyon
Depresyon, biyo-psiko-sosyal nedenleri olan bir duygudurum bozukluğudur. Kişinin kendini derin bir keder içinde hissettiği, geleceğe ilişkin kötümser, karamsar düşünceler, geçmişe ilişkin yoğun pişmanlık, suçluluk duygu ve düşüncelerinin taşındığı , bazen ölüm düşünceleri, bazen ölüm girişimi ve sonuçta ölümün olabildiği uyku, iştah, cinsel istek vb. ilgili fizyolojik bozuklukların olduğu bir hastalıktır.
Depresyonda ki bireyler iki haftalık bir süreç içerisinde aşağıdaki belirtilerden en az beşini yoğun olarak yaşarlar:
-Hemen hergün yaklaşık gün boyu süren depresif durum
-Gündelik etkinliklere karşı isteksizlik ya da eskiden zevk aldığı etkinliklerden zevk alamama
-Önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımı
-Hemen hergün uykusuzluk veya aşırı uyuma durumu
-Değersizlik ve suçluluk duygularına kapılma
-Düşünme ve düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırmada güçlük
-Yineleyen ölüm ve intihar düşünceleri
-Hemen hergün bitkinlik, yorgunluk ya da enerji kaybının olması,
-Yavaşlamış, durgun hareketler ve huzursuzluk
-Cinsel isteksizlik
DEPRESYONUN BELİRTİLERİ
Kognitif (Bilişsel) Belirtiler
Sözel ifade gücü yavaşlamıştır ve sanki konuşmak için büyük bir çaba gerekiyor gibidir. Özellikle ağır depresyonlu hastalar konuşmayı tek tek sözcüklerle sürdürür, hatta bazen hiç konuşmazlar.Bazen sorulanlara tek bir sözcükle yanıt verme ve gecikmeli yanıt verme eğilimi gösterirler.
Düşünce içeriği bakımından sık karşılaşılanlar; umutsuzluk, kişisel yetersizlik, kendini uygunsuz ya da aşırı şekilde eleştirme, kınama, kendini suçlama, hastalık ya da hayali günahları için cezalandırılma duyguları gibi temalardır. Depresyondaki kişinin kendisine yönelik olumsuz algısı, yanlış giden her şeyden kendini sorumlu tutması ile birlikte hiçbir şeyi yapamayacakmış duygusu içinde olması ile belirlidir.
Hastalar yaşadıkları ya da gelecek zamana ait düşünceleri de karamsardır, obsesyonel biçimde yineleyen ölüme ve intihara ilişkin düşünceler, fobiler, obsesif uğraşlar yan belirtiler olarak ortaya çıkar. Basit konularda bile karar verme güçlüğü çeker ya da daha önce verdikleri kararlarla ilgili pişmanlık, kendini kınama, suçluluk duyguları vb. yaşarlar.
Unutkanlık depresif hastaların çok sık getirdikleri yakınmalardan birisidir. Bozukluğun, dikkatini ve düşüncelerini toparlama ve belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırma güçlüğü ile ilişkili olduğu düşünülebilir.
Duygusal Belirtiler
Afektif bozukluklar kategorisinde bulunan depresyonun belirtilerinin en yoğun olduğu boyutlardan birisi duygusal boyuttur. Duygusal açıdan bu rahatsızlığın anahtar belirtisi çökkün duygusal durumdur. Bu durum çoğu zaman çökkünlük, keder, umutsuzluk, çaresizlik, düş kırıklığı ya da hüzün olarak tanımlanır. Bu duygu olağan mutsuzluk duygusundan nitelik olarak oldukça farklıdır. Elem, keder, hüzün ve hastanın ağırlaştığı duygusu aşağı yukarı bütün depresyonlarda görülen ortak belirtilerdendir.
Duygusal açıdan çökkün olan birey bunaltıcı bir atalet duyar ve karar vermekten , bir faaliyeti başlatmaktan ya da herhangi bir şeye ilgi duymaktan acizdir. Yetersizlik ve değersizlik hisleri üzerinde düşünceye dalar , ağlama nöbetlerine kapılır ve intiharı düşünebilir.
Hastaların gün içinde duygu durumları da sürekli değişiklik gösterir. Sabah saatleri genellikle depresif duyguların en yoğun olduğu zamandır. Akşama doğru duygularda kısmen düzelme olur.
Ansiyete, depresyonlu hastalarda sık görülen bir belirtidir. Anksiyete subjektif olarak sürekli bir endişe, korku, gerginlik ya da gevşeyememe şeklinde yaşanır. Hastaların engellenmeye dayanma gücü çoğu zaman azalmıştır; hastalar irritabldırlar ve “kolay parlarlar”. Diğer yandan Anksiyete hastada konsantrasyon güçlüğü de yaratır.
Davranışsal Belirtiler
Depresyonla birlikte hareketlerde bir azalma, yavaşlık ve isteksizlik oluşur. Yeni bir davranışı başlatma yada sürdürme konusunda birey ilgisiz ve güçsüzdür. Ağır depresyonlarda etkinlikte azalma öyle ileri derecede olabilir ki hasta kamburu çıkmış bir biçimde oturuyor ve taş gibi bir yüz ifadesiyle yere bakıyor olabilir. Alçak sesle ve tekdüze konuşur. Her davranışı aşırı bir çabayı gerektiriyor olabilir.
Mimiklerde azalma , hastanın yürüyüşünde yavaşlama, başı öne eğik, gözleri yerde ve elleri kucaklarında çevreye karşı tepkisiz otururlar.
Hareketlerdeki yavaşlama ve isteksizliğin tersi olarak bazen ağır depresif hastalarda belirgin bir psikomotor ajitasyonda görülebilir. Ajite depresyonlarda anksiyete önde gelen özelliktir ve durmaksızın gezinme, sıkıntıyla ellerini ovuşturma ve inleyip durma gibi belirtilerle kendini gösteren bir huzursuzluk hali vardır. Hasta yerinde duramaz ve yaptığı işlerde süreklilik yoktur. Huzursuz bir kıpırdanma ve hareketlilik hakimdir.
Fizyolojik Belirtiler
Uyku bozuklukları depresif hastalar için evrensel bir belirtidir (% 90 hastada insomnia) ve genellikle bildirilen ilk belirtiler arasındadır. Depresyonda hem uykusuzluk (insomnia) hem de aşırı uyuma (hipersomni) şeklinde uyku bozukluğu görülebilmekle birlikte, uykusuzluk daha fazla görülmektedir. Uykuya dalamama, uykuyu sürdürememe ya da sabahları erken ve yorgun uyanma şeklinde uyku problemleri yaşanır. Hastalar depresif içerikli rahatsızlık verici rüyalar görürler, bu rüyalar hastaların ağlayarak uyanmalarına neden olabilir.
İştah çok azalır ve fark edilebilir düzeyde kilo kaybına yol açar. Bazen iştah kaybının tersine aşırı iştahda olabilirse de genellikle iştahsızlık hakimdir. Aşırı iştah da birey sanki içindeki bir boşluğu doldurmak istercesine sürekli yiyebilir. Depresyona bağlı olarak iştahı kesilen hastalar daha önce zevk aldıkları yiyeceklerden artık zevk almaz olurlar. Ancak zorlayarak, kendilerine tatsız tuzsuz gibi gelen bu yiyecekleri yemeye gayret ederler. Depresif hastaların sık sık yakındıkları kabızlık ise az yemek yeme ve su içmeye bağlı olabileceği gibi etkinlik düzeyindeki azalmaya bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Diğer yandan antidepresif ilaçlarda bu belirtileri şiddetlendirebilir.
Cinsel istek kaybı da depresyondaki hastalarda görülen hemen hemen evrensel bir belirtidir. Erkeklerde genellikle libidonun ve cinsel etkinliğin azaldığı ya da tümüyle ortadan kalkmış olduğu öyküsü alınır. Erkek hastalarda ereksiyon problemi ortaya çıkabilir, kadın hastalarda ise cinsel isteksizlik olsa bile cinsel işlev yerine getirilebilir. Erkek hastalarda cinsel etkinliğin yerine getirilemiyor oluşu hastanın kendine olan özgüveninide etkiler.Ayrıca bu hastalarda antidepresan ilaçlara bağlı olarak sertleşme ve orgazm sorunları sık görülür.
DEPRESYONUN NEDENLERİ
Depresyonun nedenleri ile ilgili çok sayıda hipotez öne sürülmüştür genel görüş ise depresyonun nedenlerinin çoğul etkenli olduğudur. Çoğu olguda genetik, biyolojik ve psikososyal etkenlerin birbirleriyle etkileşmesi olasıdır. Örneğin bir yakınını kaybetmiş bireyde bilişsel süreçlerin bozulması, bu bağlamda nörotransmitterlerde değişiklik olması ve genetik yatkınlıkta varsa depresyona girmesi gibi. Cinsiyet, aile öyküsü, stresli yaşam olayları, hayal kırıklıkları, aile işlev bozuklukları, yetersiz anne-baba bakımı, erken olumsuz yaşantılar, bağımlı ve obsesif özellikler gibi kişilik özellikleri, güvenli olmayan bağlanma stili, kronik psikiyatrik ve bedensel hastalık, sosyal destek azlığı gibi etkenler depresyona öncüldürler ve hastalığın sonucunu etkilerler.
Biyolojik Nedenler
Kalıtım: Aile ve kalıtım araştırmaları duygudurum bozukluğu olanların birinci dereceden akrabalarında hastalanma riskinin belirgin olarak yüksek olduğunu göstermektedir. Ailesinde depresyon geçirmiş olan bir kişinin bulunması o kişinin de depresyon geçireceği anlamına gelmez. Ancak ailede depresyon öyküsünün bulunması o kişide depresyon ortaya çıkma olasılığını artırıyor gibi görünmektedir.Bireyde görülen depresyon türü açısından da distimik bozukluk, minör depresyon ve diğer hafif depresyonlarda kalıtımın etkisinin olmayacağı ama majör depresyonda ve psikotik depresyonda kalıtımın etkili olacağı düşünülmektedir. Ayrıca bireyin depresyona erken başlama yaşı, anksiyete ve alkol bağımlılığı birlikteliği daha güçlü bir genetik eğilime işaret eder.
Depresyonda ailenin etkisinden şüphe edilmemekle birlikte aileden kaynaklanan bu depresyonun aileden genetik olarak mı yoksa öğrenme sonucumu olduğu yada genetik etkinin mi yoksa öğrenmenin mi daha etkili olduğu konusu bilinmemektedir. Depresif bir anne veya babayla yaşamak veya ebeveynlerden birisi depresyonda olduğu için gerekli besini (maddi-manevi) alamamak depresyona zemin hazırlayabiliyor. Öte yandan, biyolojik ebeveynleri depresif olan , evlat edinilmiş çocuklarda depresyon görülme olasılığı oldukça yüksek.
İkizlerle yapılan araştırmalarda genetik bağın etkisi açıkça görülmektedir. Eğer eş yumurta ikizlerinden birisi % 65 olasılıkla diğeri de depresyona girer. Ayrı yumurta ikizlerinde bu oran sadece % 14’tür. Eş yumurta ikizleri farklı ailelere evlatlık verildiğinde birisi depresyonda iken diğerinin de depresyona girme olasılığının çok yüksek olduğu bulunmuştur. Ayrı yumurta ikizlerinde ise böyle bir durum söz konusu değildir.
BİYOKİMYASAL ETKENLER
Depresyonun biyolojik nedenleriyle ilgili olarak üzerinde durulan konu nöroadrenalin ve serotonin eksikliği ile ilgili,olduğudur. Ama sorun sadece nörotransmitterlerin azlığı değil birbirleriyle olan dengeleriyle de ilgili görünmektedir.
PSİKOSOSYAL ETMENLER
Yaşam Olayları
Acı, elem ve keder insanlığın ortak duygularıdır. Bu duyguların insanın tüm varoluşuna egemen olduğu bir hastalık yaşantısı olan depresyon, sosyal ve kültürel etmenlerden önemli ölçüde etkilenmektedir. Olumsuz sosyal ve ekonomik koşulların depresyon riskini artırdığı gösterilmiştir. Anne ya da babanın on bir yaşından önce kaybı daha sonra depresyon gelişebileceğinin öngörülmesinin sağlayan en önemli yaşam olayıdır. Bir kişinin eşini ya da çocuğunu kaybetmesi ise depresyonun başlamasına neden olabilecek en önemli çevresel stres kaynağıdır. Yaşam olaylarının çoğu özgül değildir; yani her kişide böyle bir bozukluğu başlatmaz. Ancak biyolojik ve ruhsal yatkınlık olduğunda bu etkenler rahatsızlığın başlamasında önemli etken olurlar.
Kişilik Yapıları Ve Depresyon
Kuşkusuz bireylerin kişilik yapıları onların ruhsal bozukluklara karşı eğilimlerinde belirleyici olabilmektedir. Bununla birlikte hiçbir kişilik özelliği ve tipi tek başına depresyona yatkınlık yaratmamaktadır ve herhangi bir kişilik tipindeki her insan depresyona yakalanabilir. Bununla birlikte genel olarak depresyon geçirmeye yatkın kişileri genellikle kimseyi incitmemeye, herkesi hoşnut etmeye, iyiliksever olmaya eğilimli, aşırı duyarlı, titiz, sorumluluk duygusu güçlü, yakınlarına aşırı bağlı ve bağımlı, kendisinden ve yakınlarından yüksek beklentileri olan, mükemmeli arayan, onurlarına düşkün, öfke duygularını dışa vurmayan, çabuk etkilenen ve üzülen, meraklı, oral-bağımlı, histriyonik kişilik özellikleri, içedönük kişilerdir.
DEPRESYONUN TEDAVİSİ
Depresyon tedavisinde kullanılacak üç önemli araç vardır: psikoterapi, ilaçlar ve elektroşok. Işık tedavisi ve uykusuz bırakma tedavisi gibi yöntemlerindeetkinliği gösterilmiştir. Ancak bunlar söz konusu üç yöntemlekarşılaştırılabilecek yaygın bir kullanıma sahip değildir.
İlaçTedavisi
Depresyonun ilaçla tedavisi iki boyutta değerlendirilir. Birincisi hastanın yoğun depresif durumdan kurtulup düşünebilecek ve depresyondan kurtuluş için gereken çabayı gösterebilecek düzeye gelmesini sağlamak ve depresyondan çıkmasını sağlamak; ikinci aşamada ise iyilik halinin sürdürülmesine yardımcı olmaktır. Depresyon tedavisinde kullanılan temelilaçlar, kişiyi canlandırıp, içine gömüldüğü karamsarlık ve isteksizlik çukurundan yukarı, yaşamın canlılığına doğru iten antidepresanlardır.Depresyon tedavisinde esas olarak kullanılması gereken ilaçlar antidepresan ilaçlardır. Ancak zaman zaman gerekli görüldüğünde yani hastanın klinik özelliklerigerektirdiğinde anksiyolitik denen kaygı-sıkıntı giderici, yatıştırıcı ilaçlarya da nöroleptik ilaçlarda verilebilir. İlaç tedavisinde kullanılanantidepresan ilaçlar her zaman beklenen iyileşmeyi sağlamayabilir. Ayrıca aynıilaç farklı kişilerde aynı etki ve iyileşmeyi sağlamayabilir. Bu durumda ya ilaçdeğiştirilir yada birkaç ilaç bir arada önerilebilir.Antidepresan ilaçlardepresyonu iyileştirirken bazı etki ağız kuruluğu, görme bulanıklığı, çarpıntı,kabızlık ve idrar tutukluğu gibi bazı yan etkilere neden olabilir. Tüm gruplardacinsel işlev sorunları, uykusuzluk ya da aşırı uyuklama, sinirlilik gibi yanetkiler ve ender olarak alerjik reaksiyonlar görülebilir. Depresyonun sıklıklayinelenen ve bazen de kronik seyir gösteren özelliklerinden dolayı,klinisyenlerin tedaviyi sonlandırma konusunda çok dikkatli olmalarıgerekmektedir. İlaç tedavisinde genel prensip idame tedavinin, akut tedaviyeyanıt alınmış dozla devam edilmesi ve tam bir iyileşme olmadıkça kesilmemesidir.Tedavi sonlandırılmaya karar verildiğinde ilaçlar yavaşkesilmelidir.
Psikoterapiler
Ağır çökkünlüklerde kuşkusuz başlangıçta ilaç sağaltımıönceliklidir. Ancak hasta düzeldikçe çökkünlüğe neden olabilecek çökkünlüğüsüreğenleştirecek ya da yineletecek kişilik ve çevre etkenlerini psikoterapötikyöntemlerle ele almak gerekir.
Depresyonunnedenleri incelendiğinde diğer etkenlerle birlikte sosyal ve psikolojiketkenlerinde önemli rol oynadığı görülür. Bu nedenle hastaya ilaç tedavisininyanında psikoterapötik destek de sağlanmalıdır. Çünkü ilaçlar hastalığınbiyolojik nedenlerini ve bunların neden olduğu fiziksel belirtilerde düzelmesağlarken, psikoterapi hastanın sosyal ilişkilerini düzenlemesine, kişiliğiyleilgili ve hastalığın nedeni olan bilişsel ve bilinçdışı etkenlerleilgilenir.
Depresyonuntedavisinde psikanalitik terapi, bilişsel terapi, davranışçı terapiler,kişilerarası terapi yaygın olarak kullanılmaktadır.
Elektroşok Tedavisi
Elektro konvulsif terapi bir çeşit epilepsi nöbeti oluşturarak etki eden bir yöntemdir. Kişi bu sırada tam bir bilinç kaybı içinde olduğu için nöbet sırasında olup biteni anımsamaz. Yapılan çalışmalar oluşturulan nöbetlerin sinapslarda monoaminlerin etkinliğini artırdığını ve bu nedenle elektroşokun antidepresan ilaçlara benzer bir depresyon giderici etkiye sahip olduğunu göstermektedir. “ Bu tedavi genellikle hastanede yatan ve depresyon düzeyi çok yüksek olan hastalar için kullanılır. Haftada bir ya da iki kez uygulanır. Tedavisi için 5–10 seans gereklidir. Çok çabuk sonuç verir. Ancak 1–2 haftadan daha uzun sürmeyen geçici bir bellek zayıflığına yol açar”
Işık Tedavisi (Foto-Terapi)
Gündüz periyotlarının kısaldığı ilkbahar, sonbahar gibi mevsimlerde görülen depresyonlarda kullanılır. Tedavide parlak güneş ışığı üreten florasan lambalar kullanılır. Depresyon geçirmekte olan kişi lambanın bulunduğu odada, ışık şiddetine ve lambaya olan uzaklığına göre belirlenen bir süre kalır ve bu süre boyunca dakikada birkaç kez ışığa göz atması istenir. Çünkü depresyonun iyileşmesinde rol oynayan mekanizmanın göz yoluyla alınan ışığa da gerek duyduğu gösterilmiştir.
Uykusuz Bırakma Tedavisi
Depresyonda ki hastalarda tanı ve tedavide uyku çalışmalarının iyi bir yol gösterici olduğu kabul edilmektedir. İki uçlu mizaç bozukluğunda, bazen uykusuz kalmanın depresyonun karşı kutbu olan manik nöbetin tetiğini çektiği gösterilmiş ve bu gözleme dayanarak depresyonda uykusuz bırakma tedavisi geliştirilmiştir. Kişi haftada bir veya birkaç kez bütün gece oyalanarak uyumasına izin verilmez. Total uyku yoksunluğu % 40–60 hastada depresif belirti ertesi gün azaltmaktadır. Uykusuz bırakma tedavisinde hastanın yanıtı uyku yoksunluğunun olduğu gece ve takip eden günde ortaya çıkmaktadır. Bununla beraber depresyonda düzelme birkaç hafta sürmektedir.
Hastalar alışageldik gece uyku saatinden itibaren tüm gece ve takip eden tüm gün boyunca uyanık tutulurlar. Bu dönem süresince herhangi bir kestirme veya şekerlemeyi içerecek kısa ya da uzun bir uyuklamaya izin verilmez. Total uykusuzluk dönemi yaklaşık olarak 40 saat sürmektedir. Genelde düzelme tüm belirti ve belirtilerde olmaktadır. Bazı hastalarda ise düzelme takip eden toparlanma uykusu sonrasında ikinci gün ortaya çıkmaktadır. Uyku yoksunluğunun tüm depresyon tiplerinde etkili olması , bir yaş kısıtlaması bulunmaması ve hem total hem de kısmi olarak uygulanabilmesi diğer avantajları arasındadır.
Hangi olaylar sonrası depresyon görülebilmektedir?
Daha çok ilk depresyonun ortaya çıkmasında çevresel streslerin önemi vardır. Özellikle 11 yaş öncesi anne ya da baba kaybı olan kişilerde sonraki yıllarda depresyon daha sık görülmektedir. Sonraki yıllarda depresyon oluşturucu çevresel etkenler arasında en çok eş kaybı gelmektedir.
Depresyon nasıl seyreden bir rahatsızlıktır?
Depresif bir hastalık atağı yaşayan kişilerin en az %50 si bu atağı tekrar yaşarlar.2 ve üstündeki sıklıklarda yaşandığında ,izleyen 3 yıl içinde tekrar rahatsızlanma riski %70’lere çıkmaktadır. 1 yılın sonunda major depresyon vakalarının % 40’ının iyileştiği, % 20 sinin çok hafif yakınmaları olup, depresyonlarının şiddetinin azaldığı, %40 vakada ise major depresyonun sürdüğü gözlenmiştir.
Major depresyonda kalıtımın rolü:
Genel nüfusla kıyaslandığında birinci derece yakınlarındaki risk 1.5-3 kat daha yüksek bulunmuştur. Gene yetişkin birinci derece yakınlarda alkol bağımlılığı riski yüksek bulunmuştur. Depresyonlu ailelerin çocuklarında, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna rastlanma riski de daha yüksektir.
Tedavisiz geçmez mi?
Depresyon tedavi edilmediğinde ortalama 7-14 ay sürmektedir. Tekrar etmeme halinin yaşam boyu şansı % 25 ten azdır. Tedavi ile rahatsızlık 2-4 ay sürmektedir.
Tedavi nasıl olmaktadır?
Tedavi ilaç tedavisi yanında dinamik psikoterapi (kişinin geçmiş yaşam öyküsünün alınıp , şimdiki sorunların kökenleri ve amaçlarını,kişinin zorluklar karşısındaki savunma mekanizmalarını ve depresif temel düşünce biçimlerinin saptanıp,düzeltilmesine çalışılması) ile mümkündür. Bu tedavinin haftada bir gün (50 dakikalık bir seans) şeklinde en az 10 seans olmak üzere uygulanması gerekmektedir.
Tedavi ne kadar sürdürülmelidir ?
Antidepresif tedavinin en az 6 ay sürdürülmesi uygundur. Erken kesildiğinde (daha iyi hissedilmesi, ekonomik nedenler ,yan etkiler vs. nedeniyle) en riskli dönemin ilk 4-8 hafta olduğu ama sonrasında da erken kesim halinde riskin yüksek olduğu saptanmıştır.
depresyon tedavisi
Antidepresan ilaçlar (depresyon tedavi edici ilaç) hastaların %60-80’inde düzelmeye yol açar. Tedavi uzun sürelidir ve ilaçların düzenli kullanılması gerekir. İlaçların etkisinin ortaya çıkması birkaç haftayı bulur. Bu yüzden “bu ilaç bana yaramadı” diye düşünüp birkaç günlük kullanımdan sonra kesmek yanlıştır. İlaçların etkisi kişiden kişiye değişir. Her ilaç her hastaya iyi gelecek diye bir kural yoktur.
Yine her ilaca bağlı oluşabilecek yan etkiler de farklıdır. Bir yakınınız depresyon geçirdi ve tedavi oldu ise aynı gruptan ilaçlar size de iyi gelebilir. Bazı hastalarda birden fazla ilaç kullanımı, psikoterapi (profesyonel kişiler tarafından özel teknikler kullanılarak yapılan konuşma tedavisi) ile ilaç tedavisinin birlikte kullanımı veya başka tedavi yöntemlerinin kullanımı gerekebilir. Hangi ilacın iyi geldiği ve hangi dozda kullanılması gerektiği genelde deneme yanılma yolu ile tespit edilir. Bu nedenle tedaviye başladıktan sonra doktorunuz ile bağlantıı kesmeyin, düzenli kontrollerinize gidin, sık doktor değiştirmekten kaçının ve tedavinin uzun süreli olduğunu unutmayın.
Yapılan araştırmalar çoğu hastada tek başına antidepresan ilaç kullanımından ziyade ilaç ve psikoterapinin birlikte kullanımında daha iyi sonuçlar alındığını ortaya koymuştur.Depresyon tedavisinde kullanılan yöntemler kısaca şöyle özetlenebilir:
-Antidepresan ilaçlar
-Değişik psikoterapi yöntemleri
-Grup tedavileri
-Elektro konvulsif tedavi (elektro şok tedavisi)
-Fototerapi (özel bir ışık tedavisi)
-Diğer yöntemler
Son grup içinde pratikte kullanımda olan ancak bilimsel olarak yararlı olup olmadığı henüz ispatlanmamış olan yöntemler yer almaktadır. Bunlar arasında B grubu vitaminler ve folik asit içeren vitamin preperatları kullanmak, akapunktur, müzikle tedavi, bitki özleri ile tedavi ,egzersiz, masaj vb. Teknikler yer almaktadır. Bu tekniklerin yararlı olup olmadığı henüz bilinmemektedir. Bu nedenle depresyon hastalığı olan kişilerin direk bu yöntemlerle tedavi olmayı seçmek yerine öncelikle bir psikiyatriste başvurmalarında fayda vardır. Yine yeni bir tedavi tekniğinin denenmesi düşünülüyorsa mutlaka bir uzman tavsiyesine başvurulmalıdır. Gereksiz yere kullanılan bir yöntem zaman ve para kaybına yol açmasının yanında kişiye zarar verici de olabilmektedir.
HANGİ DEPRESYON İLACI DAHA İYİDİR?
Her hastaya uygun tedavi yöntemi farklıdır. İlaçların etkinliği kişiden kişiye farklılık gösterir. Size uygun olan bir ilaç bir başkasına uygun olmayabilir. Yine aynı şekilde dozlar da kişiden kişiye farklılık gösterir. Bazı hastalar düşük dozlarla tedavi olabilirken bazıları daha yüksek dozlara ihtiyaç duyarlar. Bu da ancak tedavinin seyri sırasında belirlenebilir. Aynı aileden benzer hastalığı olanlar aynı grup ilaçladan faydalanabilirler. Bu nedenle kan bağı olan bir yakınınız depresyon tedavisi görüyorsa kullandığı ilaçlar konusunda doktorunuza bilgi vermeniz sizin açınızdan faydalı olabilir. Depresyonun türü ve şiddetine göre değişik ilaçlar bir arada kullanılabilir, başka tedavi yöntemleri seçilebilir veya psikoterapi gündeme gelebilir. Bedensel rahatsızlıklar veya psikiyatri dışında kullanılan başka ilaçlar da tdepresyon tedavisinin belirlenmesinde rol oynayabilir. Kortizon, bazı hipertansiyon ilaçları gibi değişik amaçlarla kullanılan bazı ilaçlar bizzat depresyona yol açabilir. Bu durumda bu ilaçların dozlarının azaltılması veya değiştirilmesi gerekebilir. Bu nedenle bedensel hastalıklarınız ve kullandığınız diğer ilaçlar konusunda doktorunuzu bilgilendirmenizde fayda vardır. Tedaviden iyi sonuç almak için doktor kontrolünde ilaca başlamak en uygun dozda en uygun sürede tedaviye devam etmek gerekir.
İlaçların etkileri yanında yan etkileri de önemlidir. İlaçların yan etkileri ilaca göre değişmekle beraber aynı ilaç değişik hastalarda değişik tepkiler ortaya çıkarabilmektedir. Bu nedenle bir depresyon ilacı kullanmaya başladığınızda olabilecek yan etkiler konusunda doktorunuzdan bilgi almanız gerekir. Beklenmeyen bir yan etki olduğunda gecikmeden tekrar doktora başvurmalısınız.
DEPRESYON İLAÇLARI BAĞIMLILIK YAPAR MI?
Hayır yapmazlar. Depresyon ilaçlarının bağımlılık yaptığına dair bu güne kadar elimize geçen veri veya araştırma yoktur. Bağımlılık yapan ilaçlar Sağlık bakanlığının kontrolü altındadır ve yeşil reçete kapsamındadır. Hiçbir depresyon ilacı yeşil reçete ile satılmamaktadır. Tedavinin başlarında hastaları daha iyi uyutabilemk için genelde uyku ilaçları eklenmektedir. Bazen yeşil reçete ile satılan ilaçlar bu amaçla kullanılmaktadır. Bağımlılık riski açısından bu ilaçların kısa süre kullanılıp kesilmesinde fayda vardır. Depresyon ilaçları bu konunun uzmanı olmayan kişiler tarafından önerildiği veya kullanıldığı taktirde ilacın kötüye kullanımı sözkonusudur. Depresyonu veya başka ruhsal rahatsızlığı olmayan kişiler bu ilaçları kullandığı taktirde kişide neşelenme olmaz aksine sıkıntı yaratır. Bazı depresyon ilaçları ile ilgili olarak basında “utangaçlık ilacı bulundu” veya “kara sevdanın çaresi olan ilaç bulundu” gibi sansasyonel haberler çıkmaktadır. Bunların bilimsellikle, tedavi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tamamiyle ilacın kötüye kullanımıdır. Bu tip yayınlara itibar edilmemesi ve doktor önermedikçe bu ilaçların kullanılmaması gerekir.
Populermedikal.com
Depresyonda Psikoterapi Tedavisi
Psikoterapi Nedir?
Psikoterapi, geleneksel anlamda psikolojik sıkıntıları olan kişilere, sıkıntılarının ne olduğunu anlamalarına, kökenleri hakkında bir iç görü kazanmalarına ve bunlara uygun çözüm yollan bulmaları için öneriler getiren her türlü yöntem diyebiliriz. Psikoterapiye belli bir kuramın getirdiği, belli bir açıklama ve bu açıklamayla uyuşan bir çözümleme yolu olarak da bakabiliriz. Günümüzde çok farklı ve çok sayıda psikoterapiler kullanılıyor. Bunları birtakım ortak yönleri var ve bu ortak yönler de öncelikle kişinin problemini normalleştirmek, yani bu sıkıntıların başka insanlarda da olduğu ve bunlarla ilgili bilgi sahibi olunduğu söylenerek kişiye umut aşılamak, bu problemi sistemli bir yaklaşımla anlamak ve tedavi etmek diyebiliriz.
Psikoterapi nin moral verici konuşmalardan ya da diğer rahatlatıcı şeylerden farkı ne?
Aile ya da komşular da geçici rahatlamayı sağlayabilir; ama psikoterapiyi uygulayan psikoterapist her şeyden önce eğitimli biri ve sorunu olan kişiyle bireysel bir yakınlığı olmadığı için tarafsız davranabilir. Ayrıca, kişiye getirdiği iç görüler ve önerdiği çözüm yolları açısından da belli bir kuram ve araştırmalara dayalı ektin stratejileri uygulayabilir.
Psikoterapi ortalama ne kadar sürer?
Bu, kişiden kişiye ve yaklaşımdan yaklaşıma değişir. Son yıllarda yapılan araştırma bulgularına göre, depresyon tedavilerinde en etkili psikoterapi yöntemi bilişsel-davranışsal terapiler.Bu terapilerin özelliği, depresyonun en yoğun olduğu, tedavinin başında haftada l ya da 2 kere hastayla psikoterapistin bir araya gelmesi ve görüşmeler arasında kalan zamanda da ev ödevlerinin uygulanması.Bunlara hasta ve terapist birlikte karar verdikleri için daha yaygın etkileri olabiliyor bunların. Bu terapiler 14-20 hafta sürebiliyor. Bu, hemen hemen en kısa sürede en etkin terapi yöntemi, diğerleri daha uzun sürebilir. Birçok araştırmada bu terapilerin bazı durumlarda ilaç kadar etkili olduğu gözlenmiş. Bu alanda çok net sonuçlara ulaşmak zor olsa da, bilişsel-davranışsal terapiler bittiği zaman ilaçlarla aynı etkiyi veriyor, fakat daha uzun süre etkisinin devam ettiği görülüyor. İlaç alırken belki vücutta kimyasal değişim sağlanabiliyor ama, bilişsel terapide kişi kendi düşünce sistemini, kalıplarını fark edebilme, sorgulama ve değiştirebilme fırsatı buluyor. Kişinin belki çocukluğundan beri taşıdığı örneğin, yetersizlik duygusunu sorgulayarak değiştirebilmesi mümkün. Ama, dinamik oryantasyonlu dediğimiz, bilinçaltına itilmiş bazı anıların, düşüncelerin kişiyi rahatsız ettiği ve kişinin bunları fark edip çözümlemesi gerektiğini kabul eden yaklaşımlar çok daha uzun süren psikoterapi süreçleri gerektirebilir.
Günümüzde depresyon tedavisinde en yaygın olarak bilişsel-davranışsal psikoterapi kullanılıyor.
Bu farklı yöntemlerin amaçları ya da hedefleri de farklı mı?
Psikoterapiler hemen hemen beş değişik düzey üzerinde çalışır. En üst düzeyde kişinin semptomlarını ya da çevreyi değiştirerek kişinin kendisini iyi hissetmesini sağlamaya yönelik; ikinci düzeyde, daha çok kişinin düşüncelerini değiştirmeye çalışarak iyileşmesini sağlayan; üçüncü düzeyde aileyi, sistemi değiştirmeye yönelik; daha alt düzeyde daha genel sistemler üzerine ve en alt düzeyde de derinde yatan çatışmaları çözmeye yönelik yöntemler olarak beş değişik düzeyde çalışır psikoterapiler. Bu nedenle süreleri de farklı olabiliyor.
Psikoterapi her zaman etkili mi ya da tek başına yeterli olabilir mî?
Psikoterapi her zaman herkese uygun olmayabilir. Bilişsel-davranışsal terapilerin uygun olması için her şeyden önce kişinin motivasyonu yüksek olmalı, terapistle iyi bir ilişkinin kurulabilmesi, kişinin bu modeli benimseyebilmesi ve içselleştirebilmesi, kendisini sözel olarak ifade edebilmesi gerekli ve kişinin psikoterapiden beklentileri önemli. Bir de kişiye psikoterapi pahalı gelebilir. Devlet hastanelerinde çok fazla hasta olduğu için uzun uzun psikoterapi yapılamıyor.
Depresyonda bizim en fazla üstünde durduğumuz şey, ölüm düşüncesi ve intihar riski. Eğer hastada intihar riski varsa, mutlaka tedaviye ilaçla başlamak gerekir. Semptomlar hafifleyip, kontrol altına alındıktan sonra ve dikkati toparlandığında hasta, psikoterapiden yararlanabilir.
Depresyon yineleyebilen bir rahatsızlık. Hasta psikoterapistine karşı bağımlılık geliştirebilir mi?
Kişi bir psikoterapiden geçmişse, belli bir iç görü kazanmış oiuyor ve yaşamla başa çıkarken belli yaklaşımlarının onu depresyona götürebileceğini ya da depresyona yatkınlığı olduğunu bildiği için terapiden sonra bir daha depresyona girme eşiğine geldiğinde kendisi bunun daha fazla farkına varabiliyor. Bilişsel terapiler aslında bir eğitim sürecidir, kişiye çok fazla bakış açısı ve strateji öğretiyoruz. Kişi kendi kendisine de onları uygulayabiliyor. Bu, ev ödevleriyle de pekiştirilen bir şey. Ayrıca, bilişsel terapilerde depresyonun yenilenmesinin önlenmesi için program yapılır. Diyelim kişi kendisini çok iyi hissediyor, testler de bunu doğruluyor. Biz o kişiye depresyonunuz geçti gidin demiyoruz; alt ay sonra bir daha görüşelim diyoruz. Böylece kişiyi, eğer nüks etmeye yatkınlık görürse kendisinde o zaman neler yapabileceği konusunda önceden hazırlayan bir program yapıyoruz. Bunlara aşılama seansları diyoruz ve altı ay sonra bir daha görüyoruz hastayı. Terapi tamamen kesilmiyor, bir takip sürecine giriyoruz.
Hasta eğer terapistine bağımlı hale gelmişse hem kötü bir terapi yapılmış, hem de terapi beklenen başarıya ulaşamamış diyebiliriz. Çünkü, depresyonda en önemli şeylerden biri bağımlı olmaya yatkınlık. İşbirliği ilkesi çok önemli modern terapilerde. Belirli amaçlarla verilen ve bu amaçların hastaya doğru bir biçimde anlatıldığı ev ödevleri de bu işbirliğini, ekip çalışmasını pekiştirir.
Depresyona yatkınlığı etkileyen risk faktörleri olduğunu biliyoruz. Örneğin, kadınların sosyalleşmeyle öğrendikleri başa çıkma stratejilerinin onları depresyona daha yatkın hale getirmesi ya da küçük yaşta anne baba kaybı, fakirlik gibi etkiler var. Dolayısıyla, önleyici toplumsal çalışmaların yapılması gerektiği bilincinin yerleşmesi gerekiyor. Bireyleri depresyona karşı dayanıklı hale getirebilmek için neler yapılabilir türünden geniş çaplı çalışmalar yapılmalı.
Elif Yılmaz
Bilim Teknik, Aralık 2003
DEPRESYONUN NEDENLERİ VE DEPRESYONLA BAŞA ÇIKMAK
Depresyon ne sıklıkta görülür?
Maalesef depresyon sık görülür. Kadınlarda görülme oranı % 4-10, erkeklerde ise %2-2,5 . Hayat boyu risk kadınlarda %10-26, erkeklerde %5-12'dir.
Bu şu manaya geliyor: her dört yada beş kişiden biri hayatlarının bir döneminde bir çeşit depresif dönem geçirebilir. Depresyon kadınlarda erkeklerden üç kat daha sık görülür. Depresyon işşizliğin yüksek oranda görüldüğü yerler gibi sosyoekonomik seviyenin düşük olduğu yerlerde daha sık görülür. Yeni araştırmalar göstermiştir ki depresyon yirminci yüzyılda artış eğilimindedir ancak bunun nedenleri belli değildir. Sosyoekonomik değişiklikler, aileler ve topluluklardaki bölünmeler, genç kuşaktaki özellikle işsiz olanlar, umutsuzluk duyguları, beklentilerdeki artmanın etkisi olabilir.
Eğer depresyondan yakınıyorsanız, başarısız hissediyorsanız, kendinize yönelmiş yoğun bir öfkeniz varsa, eğer hayatı yaşamaya değer bulmuyorsanız, kapana kısılmış hissediyorsanız ve kurtulma umudunuz yoksa, duygularınız her ne ise; yalnız olmadığınızı hatırlayın. Dünyadaki milyonlarca depresyondaki insan sizinle aynı duyguları paylaşıyor. Elbette bunu bilmek depresyonunuzu daha az ıstıraplı yapmaz fakat bu sorunun sizden değil de zihninizden kaynaklandığını anlamanızda yardımcı olur. Bu duygular depresyonun bir parçasıdır. Doğrudur, bazı depresyonda olmayan insanlar sizi anlamazlar ve kendinizi toplamanızı söyleyebilirler, 'unut gitsin' veya 'takma kafana ya' derler, fakat bu sizinle ilgili bir şeylerin kötü olduğu manasına gelmez. Bu sadece sizi anlamakta zorlanıyor oldukları manasına gelir.
Depresyondaki insanlara yardım etmek amacıyla yapılacak çok şey vardır. Antidepresanlar ve psikolojik tedaviler gibi. Antidepresan ilaçlar yeterli doz ve sürelerde kullanıldıklarında çok etkilidirler ve pek çok depresyonun tamamen iyileşmesini sağlayabilirler.
Depresyonun Nedenleri
Akıl -beden bağlantısı
Depresif hissettiğinizde duymak isteyeceğiniz en son şey bunun tamamen psikolojik olduğu ya da sadece zihnin durumlarından biri olduğu sözleridir. Tüm bunlardan sonra yorgun ve amaçsız hissedersiniz, iyi uyuyamıyorsunuzdur ve tükenmiş hissediyorsunuzdur. Eskiye nazaran fiziksel olarak da rahatsızsınızdır. Depresyonda olduğumuzda beynimiz daha farklı çalışır. Depresyon psikolojik olduğu kadar fiziksel bir problemdir de. Sadece ruhunuz değil bedeniniz de depresyonla yavaşlar. Bağışıklık siteminiz bile daha yavaş çalışır. Bazen biz akıl ve bedenin birbirinden ayrı olduğunu düşünebiliriz ama öyle değildir. Akıl ve beden tektir.
Depresyonda beyin birçok yönden etkilenmiştir. Uyku sistemi etkilenmiştir. Beynin olumlu duyguları yöneten alanını (eğlence, aşk, mutluluk gibi) baskılarlar, olumsuz duyguları yöneten alanını (kızgınlık, gerginlik, kıskançlık, utanç gibi) uyarırlar. Diğer bir deyişle, depresyonda olduğumuzda sadece hayatın eğlenceli yönlerini durdurmakla kalmaz aynı zamanda daha gergin, üzgün ve kötü huylu oluruz.
Sinir hücreleri arasında mesaj iletiminden sorumlu olan maddelere nörotransmitterler/ sinirsel ileticiler denir. Beyinde çok çeşitli nörotransmitterler vardır. Bunların bir çeşidi monoaminlerdir. Dopamin, noradrenalin ve serotoninleri kapsarlar. Bu nörotansmitterlerin uyku, iştah, motivasyon fonksiyonları üzerine etkileri vardır. Aynı zamanda ruh hali ve duygular üzerinde de etkilidirler. Bizim ruh hali kimyasallarımızdırlar. Depresyonda bu ruh hali kimyasallarının daha az salgılandığı ve etkin bir biçimde çalışmadığı düşünülmekte.
Eğer size karmaşık geldiyse ruh halimizin ve duygularımızın beyindeki bazı kimyasal sistemler tarafından etkilendiğini bilmeniz yeterlidir. Antidepresan ilaçlar da olumsuz duyguları kontrol eden alanlara ket vuran bu sistem üzerine etkilidir. Değişik antidepresanlar değişik şekillerde etki ederler.
Artık beyindeki değişik kimyasalların ruh halimizi etkilediğini ve yapılan tedavilerin amacının da bu maddelerin daha etkin çalışmasının sağlanması olduğunu biliyoruz. Depresyondaki insanların doğal olarak sordukları niçin beyinde bu değişiklikler olur ve bunu düzeltmek için ne yapabilirizdir.
Bizim ruh hali kimyasallarımızı etkileyen bir çok faktör vardır. En önemli üç tanesi genlerimiz, geçmişimiz ve yeni oluşan stres faktörlerimizdir.
Genetik tasarım
Genlerin kişilik özellikleri üzerine etkileri vardır. Çocuklarla yapılan araştırmalarda doğdukları ilk günden itibaren davranışlarının birbirinden farklı olduğu gözlemlenmiş. Kimileri daha aktif iken kimilerinin daha pasif daha yavaş olması gibi. Genetik olarak birbirinin aynı olan tek yumurta ikizleri hariç hiçbir insanın bir benzeri daha yoktur.
İlk seçenek depresyona biyolojik yatkınlığın genetik olarak geçebilme ihtimalidir. Bu olasılığın geçerli olabilmesi için depresyonun bu ailelerde daha sık görülmesi gerekmektedir. Bunu ispatlayabilecek en güzel kanıt, doğdukları gün birbirinden ayrılan ikizlerin erişkin dönemde benzer depresyon riskine sahip olduklarının gösterilmesidir. Eğer bir tek yumurta ikizinde depresyon meydana gelirse diğer kardeşte de depresyon gelişme ihtimalinin normal nüfusa göre yüksek olması gerekir. Depresyonun ciddiyeti arttıkça (psikotik özellikli olması ya da bipolar olması gibi) risk artar. Çift yumurta ikizlerinde de risk normal nüfusa göre daha yüksektir ancak tek yumurta ikizlerinden düşüktür. Bu anlatılanlar temelinde depresyonun bazı çeşitlerinde genetik geçişin önemli olduğu görülmektedir. Genlerin yaşanan olaylara bağlı olarak depresyon geliştirme eşiğinin düşük olmasını sağladığı dile getirilmektedir.
Ancak bütün depresyonlar kalıtsal hastalıklardır diye basite indirgememek gerekir. Bazı depresyonlar özellikle psikotik ve bipolar olanlar daha yüksek genetik geçiş özelliğine sahiptirler. Sonuçta ailelerinde bu tür hastalıkların görüldüğü kişilerin depresyon geliştirme ihtimalleri artmıştır. Her ne kadar depresyon ailesel özellik gösterse de bu her zaman için genetik olarak geçmiş kesin bir riskin olduğunu göstermez. Depresyonun ailelerde daha sık görülmesinin çok sayıda başka nedenleri de vardır. Ailelerin aynı strese maruz kalmaları gibi. Soğuk ve çocuğuna özel ilgi göstermeyen bir ebeveyn, duygularını ifade etmekte zorlanan bir çocuğun yetişmesine sebep olabilir ve böyle bir çocuk depresyona daha yatkın olur ve bu çocuk da kendi çocuklarını aynı şekilde yetiştirir. Yaşanan olaylarla bağlantılı olan hafif ve orta şiddetteki depresyon bazı gruplarda daha sık görülür (yoksullar veya savaş nedeniyle travmatize olanlar gibi). Tabiî bu konuda genlerin rolü de hafife alınmamalı.
Erken çocukluk dönemi ve beyin gelişimi
Depresyon üzerinde genlerden başka neyin etkisi olabilir? İnsan hayatında ruh hali kimyasallarını etkileyen bazı faktörler olabilir mi? Gerçekten olabilir. İlk önce bilmemiz gereken doğumda insan beyninin gelişiminin tamamlanmamış olduğu ve gelişmeye devam ettiğidir. Erken dönemde kurulan iletişimlerin kalitesi beyindeki sinir hücreleri arasındaki bağlantıların şekillenmesinde etkilidir. Bugün biliyoruz ki beyin bu konuda çok esnektir. Erken çocukluk dönemindeki sosyal girdilerin beyin gelişiminde çok büyük katkısı vardır. Sevilen ve istenen bir çocuğun beyin gelişimi suistimal edilmiş bir çocuktan farklı olacaktır. Araştırmalar göstermiştir ki soğukluk ve istismar yerine ilgi ve sevgi gösterilen çocuklarda beynin ruh hali ve duygularla ilgili olan bölümünün gelişimi etkilenmektedir. Örneğin kronik depresyondaki insanların suistimal edilme öykülerinin olduğunu gösteren kanıtlar artma eğilimindedir ve bu insanların stres sistemlerinde artmış duyarlılık vardır.
Depresyona karşı olan biyolojik duyarlılık erken dönemde yaşanan deneyimlerin beyin gelişimini etkilemesinin bir sonucu olabilir. Bunlara bakarak çok da karamsar olmamamız gerekir çünkü bu durumlarda bile ilaç tedavisi ve psikolojik görüşmelerin faydası olur. Eğer kişiler kendi duyarlılıklarının ve psikolojik özelliklerinin farkına varıp bu konuda kendilerini eğitirlerse bu duyarlılıklarını daha kolay değiştirip onlarla daha kolay başa çıkabilirler. Bu arada korumak tabi ki tedavi etmekten her zaman daha iyidir, çocukla erken dönemde kurulan ilişkilerin beyin gelişimi üzerine olan etkilerini bilirsek toplumsal olarak çocuk bakımına daha fazla önem veririz.
Stres ve Depresyon
Beyin gelişiminin ve genlerin depresyona biyolojik duyarlılık üzerine olan etkilerini gördük. Peki ya yeni stresler? Stres bizi biyolojik olarak depresyona yatkın yapar mı? Cevabımız evet olacaktır. Çünkü stres duygular üzerine etkili kimyasalları etkiler.Stresin yaşadığımız zorluklara ve üzüntülere bağlı olduğu düşünülmekte. Düşüncelerimiz, davranışlarımız ve stres sistemimiz arasındaki bağlantı göz önüne alındığında düşünce şeklimizi değiştirmeye odaklanmanın önemi anlaşılabilir.
Stres veya ruhsal zorlanma; gerginlik , huzursuzluk, yorgunluk ve depresyon gibi birçok psikolojik sorunla ilgilidir. Herkesin stresle başa çıkma yolu farklıdır. Stres altındaki bazı insanlar bunun kaynağını çok rahat bulabilirler. Bir kısmı ise bu stres dolu olaylardan kolay kolay kurtulamazlar. Örneğin stres kaynağı işiniz ya da birlikte olmak zorunda olduğunuz bir kişi ise bu stresten kurtulmanız kolay değildir. Stresle başa çıkmak için kullanılan diğer yöntemler, mesela çok fazla alkol almak veya eve çok geç gelmek, başka sorunlara yol açabilir. Düşüncelerimizin ve stresle başa çıkma yollarımızın stresi nasıl kötüleştirdiğini düşünmeden önce, stres altında olduğumuzda vücudumuzda meydana gelen değişikliklere bir göz atalım.
İlk olarak beyinde milyonlarca yıldır bizi dış tehditlerden koruyan bazı değişikliklerin olduğunu söylemek gerekir. Bu nasıl çalışıyor? Şöyle düşünün; bir gece eve doğru yürüyorsunuz ve biri üstünüze atlıyor. Vücudumuz harekete geçmeye başlar. Kalp atışlarınız hızlanmaya başlar, daha hızlı nefes almaya başlarsınız, midenizde sıkıntı hissedersiniz, terlemeye başlarsınız ve korkarsınız. Bu vücudun çalışan savunma sistemidir. Bu sistem otomatik olarak çalışır ve sizi koşup kaçmaya ya da kalıp savaşmaya hazırlar. Vücudu harekete geçiren ve savunma sisteminin çalışmasını sağlayan çok çeşitli stresler vardır. Örneğin; çocuğunuzun hayatının tehlikede olması, önemli bir sınavda başarısız olmak, ciddi bir hastalığınızın olduğuna inanmak ya da sevdiğinizden ayrılmak gibi. Çeşitli tehditler ve kayıplar savunma ve stres sistemimizi harekete geçirir. Birinin üzerinize atlaması kısa süreli gelip geçici streslerdir, kısa bir süre sarsılırsınız ve stres sona erer. Bir sınavdan başarısız olmak, ciddi bir hastalık, bir ilişkinin bitmesi gibi zorlanmaların etkileri daha uzun sürer.
Depresyon büyük olasılıkla uzun dönem streslerle ilişkilidir. Kısa dönem streslerde vücudun stres sistemi faydalı olurken uzun dönem streslerde dezavantajlı olmaya başlar.Acaba stresi kontrol altına alabilir miyiz, alamazsak ne olur?
Kontrol edilemeyen stres Yapılan deneylerde hayvanları kontrol edemedikleri çok fazla strese maruz bıraktıklarında pasif bir hale geldikleri ve depresyondaki insanlar gibi davrandıkları görülmüştür. Eğer stresi kontrol edebilirlerse bu durum görülmez. Bu önemli bulgular kontrol edilemeyen stresin beyin üzerine olan etkilerini araştıran diğer araştırmacılar tarafından da gündeme getirilmiştir. Bazı değişikliklerin depresyonda meydana gelenler ile aynı olduğu saptanmıştır. Örneğin olumlu duygu ve davranışları kontrol eden beyin alanlarının etkinliğinde ketlenme, stres sisteminin aşırı çalışması ve dopamin, noradrenalin ve serotonin seviyesinde düşme gibi. Ancak stres kontrol edilebiliyorsa vücudumuzda ve beynimizde daha farklı değişiklikler meydana gelir. Eğer stres altındaysanız ve bu konuda bir şeyler yapabiliyorsanız beyniniz farklı çalışır, yapamıyorsanız daha farklı çalışır. Bu yüzden stresle başa çıkma yolları önemlidir.
Aslında bir olayın ne kadar stresli olduğu bizim o olayla baş etme yeteneğimizle ilgilidir. Biraz önce bahsettiğimiz üzerinize atlayan insan örneğini hatırlayın, eğer çok iyi bir karateci iseniz çok fazla strese girmezsiniz. Bir sınavda başarısız olduğunuzda 'önemli değil oturur seneye tekrar çalışırım' diyebilirsiniz. Yani bir stresin üzerinizdeki etkisi onunla başa çıkma yeteneğinize bağlıdır.
Bardağı taşıran son damla
İnsanlar sürekli bardağı taşıran son damladan bahsederler çünkü stres yavaş yavaş inşa edilir. Depresyonların çoğunda streslerin birikmişliği vardır. Ekonomik sorunlar, işle ilgili problemler, evde yada işteki çatışmalar, çocuklarla ilgili problemler ya da sağlık problemleri gibi. Bu biriken stresler bizim bu konuları tekrar tekrar hatırlamamıza ve depresyona girmemize neden olurlar. Ben pek çok hastamdan işitmişimdir: Yıllarca en zor olaylar karşısında direnç göstermiş ve dayanabilmişler, daha sonra ufacık bir olayla yıkılmışlardır. Kendileri de bunu şaşkınlıkla karşılarlar. Özellikle duygularını ifade edemeyen, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyen insanlar gün gelir bütün birikimlerini bir depresyonla ifade ederler. İçimizde sürekli gerilen bir telin bir gün gelip artık zorlanmaya dayanamaması ve kopmasına benzetebiliriz bu durumu. Bardak dolar dolar, sonra ufacık bir damla onu taşırır.
Zor görünen küçük şeyler
Depresyondaki insanların fark ettiği bir konu da evi toplamak ya da arkadaşları akşam yemeğine çağırmak gibi küçük etkinliklerin çok zor gelmeye başlamasıdır. Bu işleri yapmamaya başlarlar sonra yapmadıkları için üzülürler ve bir bakarlar ki küçük şeyler artık büyük şeyler haline gelmeye başlamış. Böyle hissetmeye başladığınızda bu küçük şeylerin üstüne gidin ve birikerek üzerinize gelmelerine izin vermeyin. Bunu yaparken biraz zorlanabilirsiniz ama daha iyi hissedersiniz çünkü eğer birikmeye başlarlarsa bu sizin üzerinizde stres yaratacaktır.
Düşünceleriniz stresinizi artırabilir.
Problemlerimiz hakkında düşündüğümüzde daha fazla strese girmemiz doğaldır. Strese girdiğimiz zaman da stres sistemimiz devreye girmeye başlar. Hayatımızdaki olumsuzlukları, özellikle de işe yaramaz olduğumuz ya da olayların bizim kontrolümüz dışında olduğu gibi olumsuz düşünceleri durdurabilirsek, stres sistemimiz de devreye girmeyecektir.
Genelde depresyondaki insanlar düşüncelerinin kendilerini kötü hissetmelerinde etkili olduğunu pek inandırıcı bulmazlar. Ancak durum böyledir. Elbette olumsuz düşünceler depresyonun tek nedeni değildir. Ancak kendinizi değersiz ve sevilmeye layık olmayan bir insan olarak düşünüp dolaştığınızı farz edin. Stres ve duygu sisteminize neler olabilir? Beyniniz bu olumsuz düşünceleri stres olarak algılayacaktır ve bu olumsuz duygular stres hormonlarının salgılanması için sinyal gönderecektir. Stres hormonları salındıkça daha fazla olumsuz düşünmeye, olumsuz düşündükçe daha fazla hormon salgılamaya başlayacaksınız ve olay bir kısır döngüye girecektir. Fakat tekrar hatırlatmak isterim ki eğer sinirsel ileticiler çok azalmışsa veya stres sistemi çok duyarlı hale gelmişse, mutlaka tıbbi tedavi görmek gerekir.
Stres çemberi
Stresle başa çıkmaya çalışan insanlara ilk önerimiz stres çemberini kırmalarıdır. Her zaman başımıza her çeşit olay gelebilir. Planlarımız umduğumuz gibi gitmeyebilir, ilişkilerle ilgili sorunlarımız olabilir, araba kazası geçirebilir, ekonomik zorluklarla karşılaşabiliriz. Çok çalışıyor olabilir, çocuklarla sorun yaşıyor olabilir ya da sürekli ''hızlı, daha hızlı'' diyen rekabetçi ve yarışmacı bir toplulukta yaşıyor olabiliriz. Tüm bunlar stres etkenleridir ve stres hormonu kortizol seviyesini yükseltir, nörotransmitter seviyesini azaltırlar. Kortizol seviyesi arttıkça daha olumsuz düşünür, daha yorgun olur, daha fazla strese gireriz.
Stres ve akıldışı şeyler üretmek
Hayatımız boyunca akla pek yatkın olmayan bir sürü davranışta bulunuruz. Aşık olmak, bir filmden hoşlanmak gibi duygularımızla karar verdiğimiz şeyler de vardır. Duygularımız otomatik olarak olaylar hakkında ne düşündüğümüzü ve ne yaptığımızı etkilerler. O zaman olumsuz duygulara odaklanmamızın başka bir sebebi daha vardır. Bu biraz da bizim beynimizin çalışma şekliyle ilgilidir. Beynimiz çoğu zaman mantıksız çalışmak üzere yapılandırılmıştır! Örneğin ormanda avını yemekte olan bir hayvan düşünün, bu esnada çalılıklardan bir ses geliyor. Ne yapmalı? Biraz bekleyip ne olduğunu anlamaya mı çalışmalı? Yoksa yemeğini bırakıp ne olduğuna bakmaya mı gitmeli? Ya da ordan uzaklaşmalı mı? Vahşi hayatta genelde oradan uzaklaşılır. Çünkü tehlikeyi ciddiye almayıp bir kere yanlış davranmanın sonu ölümdür. Kaçmakla yiyeceğini kaybeder ancak hala hayattadır. Bu ilke 'savaş ya da sıvış' ilkesidir.
Bu şu demektir : stres altında beyin önce güvenliği sağlamaya programlanmıştır. Beynimiz her koşulda gerçekçi düşünmez. Bunun amacı da bizi tehlikeden korumaktır ancak stres altında bizi korumak amaçlı bazı yanlışlar da yapabilir. Kendimizi anlamsız bir şekilde en kötüyü hesaplarken bulursak aptal hissetmemize gerek yok bu beynimiz strese verdiği cevaptır. Bu durumda önemli olan bunu bilip aklımızın daha gerçekçi çalışan kısmını yardıma çağırmaktır.
Biraz içgörü ile bunu başarabiliriz. Stresle başa çıkabilen insanların her zaman yaptıkları da budur. Bu insanlar da diğerleri ile aynı olumsuz durumlara maruz kalırlar ancak streslerini 'şu an bu durumun benim için kötü göründüğünün farkındayım ancak bunu zamanla düzeltebilirim' , 'üç ay sonra bu durum tarih olacak ve ben bunu unutmuş olacağım', 'bu benim hatam değil', 'falancadan yardım isteyebilirim' diyerek daha çabuk atlatabilirler.
Elbette bunu başarabilmek kolay değildir. Depresyona yatkın insanların genelde bu durumu paylaşacak kimseleri yoktur ya da dertlerini başkalarına anlatmaktan utanç duyarlar. Eğer uyuyamamaktan dolayı çok bitkin iseniz ve günler gözünüze siyah görünmeye başladıysa ilaç tedavisine ihtiyacınız olabilir. Fakat bir durup bakmak lazım, nasıl düşünüyoruz, stresle nasıl başa çıkıyoruz ve olumsuz düşüncelerimiz bize neler yapabilir.
Umarım depresyonun, sadece psikolojik olmadığını, sadece kafadan kaynaklanmadığını ve güçsüz bir karakterin göstergesi olmadığını anlamışsınızdır. Depresyon beynimizin ve vücudumuzun strese nasıl cevap verdiğiyle ilgili bir durumdur. Depresyon genetikle ve gelişimsel duyarlılıkla ilgilidir. Ve tabii ki çökkün ve yorgun olmanın kendisi de stresli ve depresyona sokucu nitelikte olabilir. Eğer depresyonda olmaktan dolayı utanç duyuyorsanız hatırlayın ki strese bu şekilde cevap vermesi için vücudunuzu siz organize etmediniz. Eğer depresyon teriminden hoşlanmıyorsanız kendi kendinize tükenmiş olduğunuzu , içinizde bir yangının olduğunu ya da kortizol fazlalığınızın olduğunu söyleyip yardım arayabilirsiniz. Fakat stres döngünüzü kontrol altına alabileceğinizi asla unutmayın.
Bir duvarın dibinde bekleyen bir adam varmış, eski zamanlarda, şehrin surlarının dibinde bekler ve gelen giden yolcularla konuşurmuş. Bir grup yolcu gelmiş bir gün ve 'söylesene dostum' demişler, ' Bu şehirde yaşayanlar nasıl insanlardır, içeri girip burada konaklamaya değer mi? ' 'Peki ya sizin geldiğiniz yerde insanlar nasıldı?' diye sormuş adam. 'Aman aman' demiş yolcular, 'Herkes o kadar kötü, o kadar hırslı, o kadar düzenbazdı ki kendimizi buralara zor attık'. 'Buradaki insanlar da öyledir' demiş adam, 'varın siz yolunuza devam edin. Bu şehrin size verebileceği hiçbir şey yok..' Günün birinde başka yolcular gelmiş ve aynı soruyu sormuşlar. Adam da aynı şekilde cevaplamış. 'Bizim geldiğimiz şehirde insanlar iyi, cömert ve yardımseverdiler ve biz orada çok mutluyduk' diye cevaplamış yolcular. 'O halde girin ve şehrin tadını çıkarın, zira bu şehrin ahalisi de öyledir' demiş adam. Hayata nasıl baktığımız neyi gördüğümüzü belirler. Düşüncelerimiz bazen hislerimizi tayin eder. Hayatı hakkını vererek yaşayabilmek çok önemlidir. Öğrenci ustasına sormuş : 'Usta nasıl aydınlanırsın?' 'Yiyerek ve uyuyarak' demiş usta. Talebenin kafası karışmış. 'Ama usta herkes uyur ve herkes yemek yer'. Bunun üzerine usta şöyle cevap vermiş : 'Ama yediği zaman herkes yemez ve uyuduğu zaman herkes uyumaz'.
Depresyonun Tedavi Yolları
İlaçların etkisiyle depresyonun semptomlarını ortadan kaldırmak mümkün
Günümüzde ilaç sektörü,oldukça etkili ilaçlar geliştirmiştir.Bu ilaçların etkisiyle depresyonun semptomlarını ortadan kaldırmak büyük ölçüde mümkün olmaktaysa da depresyona yol açan içsel ve çevresel kaynaklar ortadan kalkmadığı takdirde yeniden tekrarlama olasılığı yüksektir.
Yapılan araştırmalar depresyonun ortaya çıkışında rol oynayan başlıca etmenler eğer geçmiş yaşam olayları ise ilaç tedavisinin çoğu zaman istenen sonucu vermediğini göstermektedir.
Psikoterapi depresyonun tedavisinde en etkili yöntemdir
Psikoterapi diğer sorunların çözümünde olduğu gibi depresyonun tedavisinde de en etkili yöntemdir.Günümüzde terapi alanındaki gelişmelerin de etkisiyle depresyon ortalama 5-6 seanslık bir terapi süreciyle bir daha tekrarlamamak üzere tedavi edilebilmektedir.
Etkili bir terapi sürecinin aşamaları
Etkili bir terapi süreci iki aşamayı içermelidir birincisi kişide var olan negatif belirtilerin ortadan kaldırılması aşaması ikincisi ise değişim aşaması.Böylelikle hem sorun çözülmüş olur hem de sorunun bir daha, kişiden kaynaklanan hatalı yaklaşımların etkisiyle, tekrarlanmasının önüne geçilir.
Bardak boşaltılmalı
Daha önce de söylediğimiz eğer depresyonun ortaya çıkışında geçmiş yaşam olayları rol oynuyor ise terapi sürecinde bu travmatik olayların beraberinde getirdiği negatif duygusal birikime müdahale edilerek kişi geçmiş yaşam olaylarının baskısından kurtarılmalıdır.
Yaşadığımız her olay ile birlikte bir duygu da yaşarız ve beynimiz sadece olaylara ait görüntüleri ve sesleri değil aynı zamanda bu duyguları da kaydeder.Eğer duygu negatifse ve yoğunluğu belli bir eşik düzeyinin üstünde ise strese yol açar.Bu tür olayları travmatik olaylar olarak nitelendiriyoruz ki geçmişinde travmalar olan bireylerin yaşamının daha sonraki evrelerinde psikolojik sorunlar yaşama olasılığı yaşamayanlara kıyasla 3-4 kat daha yüksektir.
Bazı durumlarda ise kişinin geçmişinde ön plana çıkan travmatik olaylar yoktur ancak yine de geçmişinde irili ufaklı üzücü ve negatif olaylar fazlaca bulunmaktadır . Bu olaylar esansında yaşanan negatif duygular aynen bardağı dolduran damlalar misali duygusal bir birikime yol açar ve bu birikim belli bir eşik düzeyini aştığında birey duygusal , düşünsel ve davranışsal olarak olumsuz yönde etkilenmeye başlar .Bu durumun belirli bir süre devamlılık göstermesini biz depresyon olarak nitelendiriyoruz.
Böyle bir durum sözkonusu olduğunda yapılması gereken , sorunun kaynağı olarak ön plana çıkan olumsuz yaşam olaylarının beraberinde getirdiği duygusal birikimi ortadan kaldırmaktır.Bu da ancak terapötik müdahaleler içeren etkili bir terapi ile gerçekleştirilebilir.Kişinin iç dünyasında var olan bu birikim ortadan kaldırılmadan uygulanacak tedaviler semptomları (belirtileri) ortadan kaldırmaya yönelik olacak ve sorunun yeniden tekrarlama ihtimali söz konusu olacaktır.
Değişim Gerekli
Yukarıda değinilen adımlar atıldıktan sonra terapinin diğer önemli bir aşamasına geçilir “Değişim Aşaması”.Bu aşama kişide var olan ve kişinin yaşamın beraberinde getirdiği zorluklarla baş etmesini engelleyen işlevsel olmayan davranış biçimlerini , tavır ve tutumlarını değiştirmeyi içermektedir.Terapinin bu aşaması kesin bir değişimi gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.
Ancak değişim zannedildiği kadar kolay değildir.Etkili bir değişim süreci sadece bilince yönelik olmamalı aynı zamanda kişiliğimizin farkında olmadığımız parçasını bilinçaltını (şuuraltı,altbenlik ) da kapsamalıdır.Bu güne kadarki değişim çabalarının istenen neticeyi vermemesinin nedeni buzdağının görünmeyen kısmı ,duygu düşünce ve davranışlarımızın oluşumunda son derece önemli bir rol oynayan bilinçaltını kapsamamasıdır.
Buzdağının görünmeyen kısmı:Bilinçaltı
Sadece farkında olduğumuz ve kontrolümüz altındaki kişilik parçamıza yönelik değişim çabaları, bilinçaltını kapsamadığı sürece başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkumdur. Örneğin eğer sigara kullanıyorsak defalarca bırakmaya karar vermişizdir ancak her seferinde adeta içimizde gizli bir güç devreye girip bizim bu kararımı sabote etmiştir.Peki nedir bu güç şeytan mı , cinler mi yoksa kötü ruhlar mı elbette ki hayır bunu yapan bilinçaltıdır diğer bir deyişle kişiliğimizin farkında olmadığımız diğer parçası.
Bilinçaltı ile iletişim kurmadan olmuyor
Peki bilinçaltı neden bize zarar veren bir davranışı ısrarla sürdürmeye çalışmaktadır.Çünkü O bu alışkanlığın zararlarını görmemekte ,bu davranışın faydaları üzerine odaklanmaktadır.Eğer bilinçaltı ile iletişime geçerek bu davranışın faydalarının ötesinde zararlarını göstermeyi başarabilirsek bilinçaltı bu davranışı daha işlevsel olan başka bir davranış ile değiştirmeyi kabul edecektir.
Ancak bilinçaltı ile iletişime geçmek zannedildiği kadar kolay değildir bunu bilinçaltını gerçekten iyi tanıyan ve onunla görsel , işitsel ve dokunsal iletiler aracılığıyla diğer bir deyişle hipnotik yöntemlerle iletişim kurabilen uzmanlar gerçekleştirilebilir.
İŞ YAŞAMINDA DEPRESYON
Uzm. Psk. Tarık Solmuş
Yazar, Eğitmen- Danışman
Her insanın hayatının belirli bir döneminde kendisini çaresiz, üzgün, umutsuz ya da sürekli yorgun hissettiği anlar olabilir. Bir ilişkinin bitimi (eş kaybı ya da boşanma gibi), yakın bir dostun kaybı, fiziksel bir sağlık sorunu ya da işten çıkarılma gibi nedenlerle ortaya çıkabilen bu olumsuz yaşantılar genellikle bir süre sonra yerini mutluluğa bırakır; en azından kişi normal yaşamına geri döner. Ancak bazen, yaşanan bu olumsuz duygudurum çok daha uzun süre devam eder (örneğin en az 6 ay), etkisi gittikçe artar, kişi günlük olağan aktivitelerini bile sürdüremez hale gelir ve genel olarak yaşamının her alanına bir mutsuzluk, çaresizlik ya da çözümsüzlük duyguları hakim olur. Bu noktada kişinin belirgin bir depresif dönem yaşadığını söylemek mümkün olacaktır.
Depresyon kendisini genel olarak aşağıdaki belirtilerle gösterir. Ancak elbette bu belirtiler depresyonun hafif, orta derecede ve şiddetli olmasına göre farklılıklar gösterebilir:
- Sürekli bir üzüntü, gerginlik, durgunluk, huzursuzluk, çaresizlik, anlık öfke patlamaları, çökkünlük, ağlama nöbetleri, “acınacak halde” olma, hayal kırıklığına uğratılmışlık, kendini duygusuz ya da “boş” hissetme
- Enerji kaybı, sürekli olarak yorgunluk-bitkinlik hissi ya da “kolunu kıpırtadacak halinin olmaması”
- Geleceğe ilişkin umutsuzluk; sürekli olarak hiçbir şeyin yolunda gitmediğine ve de gitmeyeceğine, neyin yanlış olduğuna ve olacağına odaklanma
- “Kurtuluş yolu” olarak intihar eğilimi / davranışı
- Kendi içine kapanma, kişilerarası ilişkilerden kaçma, iş ve özel yaşam alanlarında önemli sorunlar
- Alkol ya da ilaç kullanımında artış
- Genellikle erkeklerde cinsel yaşama ilgisizlik
- Kadınlarda menstruel döngüde düzensizlikler
- Yaşama yönelik keskin bir “siyah ya da beyaz” algısı ve karamsarlık; herşeye karşı olumsuz bir bakış açısı (“Ona / onlara karşı hiçbir zaman iyi bir evlat / anne / baba olamadım” ya da “Ben ne işe yararım ki” gibi)
- Karar vermede zorlanma, unutkanlık, dikkat dağınıklığı ve konsantre olamama
- Kendine olan saygının ve güvenin kaybı, kendini değersiz hissetme, artık kimsenin ona değer vermediğine ve ihtiyaç duymadığına inanma
- Belirgin bir nedene dayanmaksızın sürekli olarak kendini suçlama, kişisel yetersizlik duygusu ve “başarısızlıkların” olabildiğince abartılması
- Psikosomatik şikayetler (“bir türlü geçmek bilmeyen” kramplar, mide bulantısı, baş ya da kas ağrıları gibi)
- Daha önce zevk alınan aktivitelerden artık zevk alamama, yaşam tatmininin düşmesi (“Yapsam / yapsak ne olacak ki, ne değişecek”)
- Kişisel bakımın (traş olmak gibi) azalması, günlük olağan aktiviteleri yerine getirememe (elektrik, su vb. ödemelerin yapılamaması gibi)
- Aşırı yemek yeme / kilo alma ya da iştah / kilo kaybı; “yemeklerin hiç tadının tuzunun olmaması”
- Uyku düzensizlikleri; sürekli uyuma ya da uykusuzluk; “gözüne tek damla uyku girmemesi”
- Fiziksel belirtiler (yüz ifadesinde / bakışlarda donukluk, ses tonunun düşmesi ve sürekli olarak yere bakmak gibi)
Stres ve özel yaşam krizlerinden sonra iş yaşamını etkileyen en önemli üçüncü psikolojik sorun olduğu öne sürülen depresyon, işten / “gözden” çıkarılma, azarlanma korkusu ya da suçluluk ve utanç duyguları nedeniyle yaşadığı depresyonu gizlemeye çabalayan ya da böyle bir olumsuz duygulanımın farkında olmayan çalışanlarda / yöneticilerde de kendisini genellikle şu biçimlerde (sonuç) gösterir:
- Motivasyonun, performansın ve üretkenliğin düşmesi
- Uzlaşmazlık / çatışma eğilimi
- Suçluluk, çaresizlik ve değersizlik duyguları
- Belirli bir nedeni olmayan fiziksel sağlık şikayetleri
- İş güvenliğiyle ilgili sorunların - kazaların artması
- Risk alma eğiliminin ve buna bağlı olarak da hataların artması
- İşten kaçma; “hasta” olunan günlerin sayısının artması
- Karar vermede, konsantre olmada ya da bir projeyi tamamlamada güçlükler
- Hep yorgun olunduğuna dair şikayetler
- İş yerinin fiziksel - psikolojik koşullarına yönelik şikayetler
- İşe ve kuruma bağlılığın düşmesi
- Müşteri hizmetlerinde aksaklıkların yaşanması, takım performansının düşmesi ya da kalitesiz - hatalı ürünlerin ortaya çıkması gibi dolaylı sonuçlar
- Depresif çalışanlar belirli bir noktaya odaklanmakta ve dikkati toplamakta güçlük çektikleri için ayrıntılara inemezler ve iş akış süreçlerini takip etmekte – yönergeleri izlemekte güçlük çekerler. Bu durum özellikle tıp hekimliği, güvenlik görevliliği ya da pilotluk gibi kritik meslekler açısından önemlidir. Karar vermede zorlanma ve unutkanlık gibi yaşantılar görevlerin delege edilememesine, geç saatlere kadar çalışılmasına ya da verilen işin tam zamanında bitirilememesine yol açar. Uykusuzluk, enerji kaybı; “işin onun gösterebileceğinden çok daha fazla çaba gerektiriyor olması” ve “boşa kürek sallıyor olma” duygusu çalışanda işe geç gelme, işten kaçma, hedeflere odaklanamama, motivasyon ve performans sorunları doğurur; bu sorunların artması ya da kronik hale gelmesi de çalışanın işten çıkarılmasına neden olabilir. Sürekli gerginlik ve öfke / öfke patlamaları çatışma eğiliminin artmasına ve belirgin bir nedeni olmayan çatışmaların yaşanmasına yol açar. Benlik saygısının düşmesi, kimsenin ona ihtiyaç duymadığını düşünmek ve hayata karşı tamamen olumsuz algılar adaletsizce olduğu düşünülen ödül sisteminin de etkisiyle çalışanın kurumsal bağlılığını düşürebilir; bu durumda çalışan artık o kurumda istediği için değil de zorunlu olduğu için kalmaya devam edebilir. Üstesinden gelemeyeceğine inanmanın getirdiği sorumluluktan kaçış, yanlış giden herşeyden dolayı kendini sorumlu tutma, çaba gösterse de hiçbir şeyi düzeltemeyeceği algısı ve performans kaygısı gibi sorunlar özellikle satış ve müşteri hizmetleri alanında görev yapan çalışanlarda (tıbbi mümessil ya da call center çalışanları gibi) performans sorunlarının doğmasına ve iş doyumsuzluğuna yol açabilir. “Mutsuzluğun onun kaderi” olduğuna ya da iyi olan hiçbir şeyi hakketmediğine inanan bir çalışan var olan nesnel durumları olumsuz bir bakış açısıyla algılama eğilimi nedeniyle, içinde bulunduğu koşullar örneğin bir başka çalışanda mutlaka iş doyumu yaratacak kadar olumlu olsa bile iş doyumsuzluğu yaşayacaktır. Kendi başına olmaktan zevk almamakla birlikte yaşadığı depresyon nedeniyle kişilerarası ilişkilerden uzak durmak ve herkesin onun hakkında yargılayıcı ve eleştirel bir biçimde konuştuğunu düşünmek özellikle ortak takım çalışmasını gerektiren işlerde bireysel ve takım performansını düşürür ve kimi zaman da çatışma yaşanmasına yol açabilir. Bu noktada, depresif bir çalışanın kendisinin haklı olduğuna ama kimsenin onu anlamadığına inanacağı söylenebilir; bunun da kendisine ve diğer insanlara yönelik olumsuz algılarını pekiştirmesi beklenebilir.
psikolojik danışman
ahmet vural