KENDİNİZİ DERS ÇALIŞMAYA NASIL KONSANTRE EDEBİLİRSİNİZ?
DERS ÇALIŞMAYA BAŞLARKEN:
Günümüzde, başarıya giden yolda “çok çalışmak” yerini “etkili çalışma”ya bırakmıştır. “Etkili çalışmak”; zamanı; belirlenmiş amaçlar ve saptanmış öncelikler doğrultusunda programlı olarak kullanmaktır. Bunu becerebilenler için dinlenmeye, eğlenmeye, hobilere daima yer vardır.
Ders çalışmaya başlamanızı engelleyecek veya geciktirecek bahaneleriniz varsa, bunlardan uzaklaşmalısınız.
Verimli, etkili çalışabilmek için kendinize ait bir sebebiniz muhakkak olmalı, aksi taktirde çalışmaya başlamanız güçleşir.
Siz de aşağıdaki durumları sıkça yaşayan nice öğrenciden biriyseniz eminiz sizin de ders çalışma planlarınız sürekli bozulmaktadır.
> Amaçlarınız net değildir.
> Bilgi eksikleriniz devam ediyordur.
> Özel durumlarınızla uğraşmak daha fazla vaktinizi alıyordur.
> Düzenli ve disiplinli ders çalışma alışkanlığınız yoktur.
> Çalışmaya karşı isteğiniz yoktur ve çalışmaya başlamayı sürekli erteliyorsunuzdur.
· Bu noktada, amacını açık ve net bir şekilde tanımlayan öğrenci buna inanmalı, buna uygun programları düzenleyebilmelidir.
· Derse başlamak ve bitirmek için belirli bir zaman yoktur; çalışma plânınızı, o günün derslerine, koşullarına ve ihtiyaçlarınıza göre arttırabilir veya azaltabilirsiniz.
· Çalışma sürelerinin uzunluğu derslerin özelliklerine göre düzenlenmeli, aradaki dinlenmeler, ne çok uzun ne de çok kısa olmalıdır.
· Plan, ani olarak ortaya çıkabilecek durumlarda, çalışmanın değişik saatlere kaydırılmasına olanak verebilecek şekilde yapılmalıdır.
· Hangi dersin hangi konusunda nasıl bir çalışma yöntemi izleyeceğinizi açıkça belirleyin, öğrenmek için konu çalışmaya mı, konudaki bilgilerinizi hatırlamak için tekrar yapmaya mı ya da pekiştirmek ve hız kazanmak için test çözmeye mi ihtiyacınız var? Bunu önceden planlayarak çalışma masanızın başına geçin.
BAŞARIYA GİDEN YOLDA!
Öğrencinin çalışmak için kendisine ait bir sebebi yoksa verimli çalışması, dolayısıyla başarılı olması mümkün değildir.
Başarılı olabilmek için amaçlarınızı net bir şekilde belirleyip tanımlayın.
Amaçlar; motivasyon için temel oluşturur ve davranışı belirler.
Ancak birinci derecede önemli birden fazla amacı bir arada gerçekleştirmek mümkün değildir, bu yüzden amaçların önem sırasına konması önemlidir.
Amacını belirleyin kişi, buna ulaşacağına inanarak çalışmalıdır. Unutulmamalıdır ki, amaçların gerçekleşebilir olması için kişi; güçlerinin, niteliklerinin ve yeteneklerinin sınırını bilmeli, sahip olduğu imkânlardan haberdar olmalıdır.
Başarılı kişilerin önlerinde hedefleri, amaçları vardır, bu yüzdendir ki; bu kişiler, hayıflanmak veya koşullardan şikâyet etmek yerine, önlerindeki problemi nasıl çözebilecekleri üzerinde yoğunlaşırlar.
Amaçlarınızı önem sırasına göre ayırmakta zorluk çekiyorsanız, gerçekleştirme zamanına göre üçe ayırabilirsiniz. “Uzun Vadeli” amaçlarınızı hayat amaçlarınız, “Orta Vadeli” amaçlarınızı bir yılda gerçekleştirmek istedikleriniz, “Yakın Vadeli” amaçlarınızı da günlük veya haftalık olarak belirleyeceğiniz, orta ve uzun vadeli amaçlarınızı gerçekleştirmenizi sağlayacak etkinliklere göre planlamalısınız.
Çalışma amacınızı belirledikten ve bunun için karar verdikten sonra, önemli olacak diğer bir etken ders çalışırken konu üzerinde “DİKKATİ TOPLAYABİLMEKTİR”.
* Konsantrasyon olmadan öğrenme sağlanamaz.
* Konsantrasyonun sağlanabilmesi, zihinsel bir çaba gerektirir.
Öğrencinin dikkatini konu üzerinde toplamadan ders çalışmada direnmesi, boşuna zaman yitirmekten başka birşey değildir. Dikkat alıştırmalarla kazanılan ve geliştirilebilen bir alışkanlıktır yani doğuştan değildir.
Dikkatinizi toplayabilmek için:
* Çalışma amacınızı saptayın,
* Çalışma için karar verin,
* Çalışacağınız konuyu merak duyabileceğiniz ilginizi çekebilecek bir forma dönüştürün,
* Fiziksel çevreyi düzenleyin,
* Planlı ve sistemli ders çalışın,
* Çalışmada çeşitlilik sağlayın,
* Kendinize güvenin ve olumlu düşünün.
Dikkati toplayabilmek için unutulmaması gereken bir başka noktada, çalışmaya geçmeden önce vücut ve zihnin yeterince dinlenmiş olması gerektiğidir.
KENDİNİZİ DERS ÇALIŞMAYA NASIL KONSANTRE EDEBİLİRSİNİZ?
Kendisini motive etmekte güçlük çeken öğrenciler, genellikle ders dinlemeye, derse katılmaya ve ders çalışmaya konsantre olmakta da güçlük çekerler. Bu durumda öncelikle motivasyon problemi üzerinde çalışılmalıdır. Motivasyon eksikliğinin nedenleri araştırılmalıdır.
Temel ve üst düzey ihtiyaçlar gözden geçirilmeli ve motivasyon eksikliğinin bu temel ihtiyaçlarla bir ilişkisinin olup olmadığı ortaya çıkarılmalıdır. Eğer motivasyon eksikliği, temel fiziksel ve ruhsal ihtiyaçların (açlık, susuzluk, barınmak, güvenlik, huzurlu bir ortam… vb.) eksikliğinden kaynaklanıyorsa, öncelikle bu ihtiyaçların yeterli düzeyde karşılanması yoluna gidilmelidir. Eğer üst düzey ihtiyaçların (sevilmek, beğenilmek, kendini gerçekleştirmek, estetik ve sanatsal etkinlikler… vb.) eksikliği konusunda bir sıkıntı varsa yine bu ihtiyaçların sistemli ve adım adım karşılanması gerekir. Çünkü bunlar motivasyon için önemli bir itici güçtür.
İhtiyaçlardan sonra üzerinde durulması gereken diğer bir nokta öğrencinin öğrenmeye karşı tutumudur.
Bazen öğrenciler yeterli motivasyonları olmakla birlikte derslere konsantre olamadıklarını söylerler. Bu durumda konsantrasyon güçlüğüne yol açan nedenler belirlenmeli ve bunların çözümüne yönelik önlemler alınmalıdır.
Konsantrasyon bozukluğuna çeşitli içsel ve dışsal etkenler yol açabilir. Dışsal etkenler çoğunlukla çevresel ortamın uygun olmamasından kaynaklanır. İçsel etkenler ise kişinin duygusal sosyal ve fiziksel durumu ile ilgilidir.
Neden ne olursa olsun konsantrasyon bozukluğu ya da eksikliği konusunda alınabilecek önlemler vardır. Bu önlemler her kişi ve durum için geçerli olmayabilir. Ancak öğrenci kendi özelliklerini ve konsantrasyon eksikliğine yol açan nedenleri göz önüne alarak aşağıda sunulan önerilerden yararlanabilir.
KONSANTRASYONU ARTTIRMAK İÇİN ÖNERİLER :
* Ders çalışmaya başlamadan önce kısa bir süre dinlenin.
* Ders çalışırken kısa süreli aralar verin. Yaklaşık olarak 1 saat (dikkatinizi sürdürebilme gücünüze
göre) ders çalıştıktan sonra çalışmaya devam etmeniz gerekiyorsa 10 – 15 dakika ara verin ve
ders dışında birşeyler yapın.
* Dikkat toplama egzersizleri yapın. Ders çalışırken belirli bir ara verme noktasına geldiğiniz zaman,
ayağa kalkıp birkaç adım odanın içinde yürüyün, odanızın camını açıp odanızı havalandırın,
gerinin ve birkaç derin nefes alın. Bu egzersizlerden sonra ders çalışmaya hemen geri dönün.
* Çalışmanızda çeşitliliğe yer verin. Uzun saatler boyu tek bir etkinlik ya da ders üzerinde çalışmak
yerine, bu zamanı bloklar halinde değişik derslere ve konulara ayırın.
* Varsa derse karşı olumsuz tutumun nedenlerini araştırın ve bu tutumu değiştirin.
* Önce kısa bir süre içinde bitirilebilecek olan ödevleri bitirmeye gayret edin.
* Çalıştığınız konu ile ilgili ilginç ve değişik örnekler bularak konuyu ilginizi çekecek bir forma
dönüştürün.
* İyi bir çalışma ortamı oluşturun. Dikkatinizi dağıtan nesneleri odanızdan çıkarın ya da ders
çalışırken göremeyeceğiniz bir bölüme alın.
Her çalışma öncesi bir konuyu bitirmeyi hedefleyin ve o hedefe ulaşmaya çalışın.
AKTİF OKUMA BECERİLERİNİ NASIL KAZANABİLİRSİNİZ?
Birçok öğrenci, bir metni birkaç defa okuduğu halde anlamadığından şikayet eder. Bu öğrenciler, genellikle metindeki kimi sözcükleri gözleriyle takip ederek okuduklarında, kendiliğinden bir anlam oluşacağını düşünürler. Bu tür okuyuculara “pasif okuyucu” denir.
Anlamlı okuma, zihnin sürekli ve aktif olarak bu sürece katılmasını gerektirir. Dinlemede olduğu gibi, sadece duymak anlamayı garanti etmez.
Hem okuma hem de dinleme sürecinde zihin daima aktif olmak zorundadır. Okumak karmaşık bir süreçtir ve okurken amaç yazılı sembollere anlam vermektir.
Yazılı sembollere anlam verebilmek için bazı önkoşullar bulunmaktadır.
Bunlardan ilki, metinde geçen sözcüklerin anlamlarını bilmektir. Eğer okunan bir metinde anlamını bilmediğimiz çok fazla kelime varsa o metni anlamamız güçleşir. Anlamı bilinmeyen kelimeler için öncelikle sözlüğe bakmak herkes için bilinen bir yoldur. Ancak sık sık sözlüğe bakmak okuma hızını yavaşlatır ve okumayı zevksiz hale getirir. Bilinmeyen bir kelimeyi, geçtiği cümle içinde değerlendirerek anlamını tahmin etmek mümkündür.
Diğer bir yol ise, kelimenin yapısal analizini yapmaktır.
Dilimizde aynı kökten türetilmiş bir çok kelime vardır. Anlamı bilinmeyen kelimenin kökü bulunduğunda, ön ve son eklerin ve kelimenin geçtiği cümle ya da paragrafın anlamı da dikkate alınarak o kelimeden bir anlam çıkarmak çoğu zaman mümkündür.
Yazılı sembollere anlam verirken dikkate alınması gereken diğer bir yol ise, bir çok faktörden etkilenen anlama sürecidir. Bu süreç okuyucunun geçmiş deneyimlerinden, dili kullanma yeteneğinden, bilinmeyen kelimeleri anlamlandırma yeteneğinden ve okuma amacından etkilenir.
Gerçekte okuma süreci şöyle işler:
Yazılı bir metindeki sembolleri gözlerimiz aracılığıyla algılarız.
Bu semboller doğrudan beynimize gider. Bu arada uzun süreli hafızamız devreye girerek beyne gelen bu yeni kelimelerin anlamlarını tarar. Eğer uzun süreli hafızada bu kelimelerin anlamları varsa, bu anlamlar çerçevesinde okunan sembollere anlamlar verilir. Bunun için okuma sürecinde geçmiş bilgi ve deneyimlerin çok büyük önemi vardır.
Yeni öğrenilenlerin daha önce öğrenilen bilgilerle benzer ve farklı olan yönleri tartışılabilir. Yanısıra neden – sonuç ilişkileri üzerinde durularak yeni öğrenilen bilgilerin anlamlı hale getirilmesi mümkün olabilir.
ÖĞRENDİKLERİNİZİ BEYNİNİZDE NASIL SAKLAYABİLİRSİNİZ?
Çalıştığınız bilgilerin, uzun süreli hafızanıza kaydedilmesi için mutlaka tekrar yapmanız gerekir.
Sistemli tekrarın en önemli özelliği öğrenme, düşünme ve hatırlama konusundaki birikim sağlayıcı etkisidir.
Sistemli tekrar yapmak öğrenmenin düşmanı olan unutmayı azaltır.
Zamandan kazanmak için her şeyin tekrarlanması yerine konunun gerekli olan kısımları tekrarlanmalıdır.
Bunun için dershanede derslerinize düzenli olarak devam edip, öğretmenlerinizin üzerinde çokça durdukları konuları sistemli olarak tekrar ediniz.
Bu öğrendiklerinizin kalıcı olabilmesi açısından önemli olacaktır. Bunu daha da kolaylaştırabilmek için kendinize bir plan ve sistem çıkartabilirsiniz. Hangi günler hangi konuların çalışılacağı, tekrarlanacağı veya test çözüleceği belirlenebilir.
Planınızı o günkü veya ertesi günkü derslerinize veya sınavlarınıza özellikle ölçme ve ÖSS deneme sınavlarınıza göre ayarlayabilirsiniz.
Konuları tekrar ederken bilgilerin arasında anlamlı bağlar kurabilir, konunun ilginç yönlerini araştırabilir, konu üzerinden semboller çıkartarak kodlayabilir veya gözünüzde canlandırabilirsiniz. Konular arasında mantıksal çıkarımlarda bulunarak veya neden - sonuç ilişkileri kurarak çalıştıklarınızın daha kalıcı olmasını sağlayabilirsiniz.
ÖSS Şampiyonlarından Başarı Taktikleri
Prof. Dr. Falih KÖKSAL (Boğaziçi Ü. Psikoloji Böl. Başk.)
Başarı öykünüzü anlatır mısınız? Hangi zorlukları aşarak bu seviyeye kadar geldiniz?
Ben Devlet lisesi mezunuyum. Samsun 19 Mayıs Lisesi’ni bitirdim. Sonra İngiltere’ye gittim bir süre. Oradan transferle Boğaziçi Üniversitesi’nin Ekonomi Bölümü’ne geldim. Daha sonra Politika okudum ve en sonunda Psikoloji Bölümü’ne geçtim. Bölümden mezuniyetin ardından Boğaziçi’nde Psikoloji Bölümü’nde, Klinik Psikoloji alanında yüksek lisansımı tamamladım. Doktoramı yine Klinik Psikoloji alanında İngiltere’de yaptım. 1987 yılı sonunda tekrar Boğaziçi Üniversitesi’ne geldim, o yıldan beri de buradayım.
Lise sonrasında ilk olarak Psikoloji dışında bir bölüme girdiğinizi söylediniz. Psikolojiye ilginiz daha sonra mı ortaya çıktı?
Ben liseyi zor bitirdim. Lisedeyken benim öğretmenim olanlar, şu an Boğaziçi’nde profesör olduğumu duysalar inanmazlar. Maalesef okuduğum liseyi, beni bilime, araştırmaya yaklaştıran bir yer olarak görmüyorum. Türkiye’deki eğitim sisteminin, öğrencilere özgürce düşünme ve soru sorma imkanını vermesini isterdim. Şimdi zaman zaman düşünüyorum da bilime oldukça meraklı bir çocukmuşum ortaokuldayken. Bir gün oturup teleskop yapmıştım.
İngiltere’ye şahsi çabanızla mı gittiniz?
Şöyle oldu: Liseyi bitirdiğimde bende Türkiye’yi tanımadığım kanaati oluştu. Türkiye’yi tanımak istiyordum. 1976’da aileme “Ben Erzurum’a gideceğim.” dedim. Zaten o zamanlar çok fazla üniversite de yoktu ve üniversite ortamı çok karışıktı. Annem – babam ilk başta karşı çıktı. Sonuçta yazdım ve gittim Erzurum’a. Ama okul, olaylar nedeniyle açıldı – kapandı; ailem bundan çok rahatsız oldu. Birgün Samsun’a geldiğimde “Sen İngiltere’ye git, biz bu şekilde rahat edemeyeceğiz.” dediler. İngiltere’de, öğrenmenin, bilimin aslında ne kadar güzel olduğunu gördüm. Oradayken bütün boş vakitlerimde kitap okudum. Tabi okumaya açlık da vardı. Çünkü çocukluğumda bir şeyler aramışım, ama bulamamışım; ne aradığımı da bilmiyordum. Orada ortam buldum. Arkeolojiden, antropolojiden tutun da politikaya kadar çok farklı alanlarda kitaplar okudum. O zaman eğitimin, okumanın zevkine vardım. Hem zevk aldım hem de kendimi geliştirdim. Oradaki eğitim ortamı ve hocaların araştırmaya yönelten tutumları beni olumlu etkiledi.
Biz hazırcı bir toplumuz. Kitapta olan şeyleri genelde olduğu gibi kullanıyoruz. Halbuki dışarıdan veri alarak, gözlem yaparak, hipotez test edip ondan sonra onlar üzerinde çalışmamız lazım. Okumak için kafamızda ilk önce soru olması şart. Bence okumanın mantığında, kafamdaki bu soruya kimler nasıl cevap vermiş düşüncesi yatar. Bir yandan okuyacağım, bir yandan da veri toplamaya, gözlem yapmaya devam edeceğim. İkisini birleştirdiğimiz zaman sağlıklı bilgiyi elde etmiş oluruz. Türkiye’deki eğitim maalesef tamamen ezbere dayalı. Gerçi uygulanan sınav sistemi de bunu kamçılıyor. Öğrencilerin özgürce düşünüp soru sorması lazım. Öğrenciler bundan korkuyor.
Dediniz ki üniversitede politika okurken psikolojiye merak saldım. Bu merak duygusunun temelinde ne vardı?
Türkiye’de herkes politikayla uğraşıyor. Politikayla ilgilenirken, Marks’ı, Rousseau’yi okurken bir şey fark ettim; benim istediğim açıklamaları onlar yapmıyorlar. Bir politik sistem kuruyorlar. Politik sistem demek insanların rahat yaşayacağı, mutlu olacağı ortamı oluşturmak demek. Bu ortamın oluşturulması için ilk önce insanın tanınması gerekiyor. Mesela Marks diyor ki: “İnsan aslında nötrdür. Kapitalist sistem insanı vahşileştirir, acımasız yapar.” Hobbes de insanın, özünde vahşi olduğunu söylüyor. Ama insan gerçekten öyle mi? Siz eğer bir sistem kuruyorsanız, insanı iyice tanımadan o sistemi çalıştıramazsınız. Hatta Freud, kitaplarından birinde Sovyetlere atıfta bulunarak “Dünyanın bir yerinde büyük bir deney yapılıyor. Bakalım sonucu ne çıkacak?” der. Onu bir deney olarak düşünür. Bence insanı tanımadan, onu analiz etmeden doğru bir politik teori oluşturamazsınız. Yani politik teoriler ve açıklamalar bana yeterli gelmedi. Hepsi insan yapısı üzerine bir varsayımla hareket ediyorlar. “İnsan şudur, o nedenle ona en uygun olan şu sistemi savunuyorum.” diyor. Ama insan onun anladığı nitelikte değilse, sistem olduğu gibi çöküyor. 1979’lı yıllarda aklımda çok soru vardı. O zamanlar Hume’nin “İnsan Yapısı”nı çalışıyordum. Orada ilgimi çekti ve Psikoloji üzerine kitaplar okumaya ağırlık verdim.
Mesleğinizde mutlu musunuz?
Bu soruya hem “Evet” hem de “Hayır” diyebilirim. Ben akademisyen olup laboratuvarda çalışmalar yapmak istiyordum. Şu an kafamda bir yığın proje var. Bir şeyler yazıyorum, çiziyorum; ama dersler vaktimi çok fazla alıyor. Buranın haricinde vakıf üniversitesinde de ders veriyorum. İyi ki de veriyorum, yoksa maddi açıdan çok ciddi problemlerle karşılaşabilirdim. Kendimi, sürekli ders veren bir insan olarak düşünmemiştim. Böyle olacağını bilseydim akademisyenliği seçmezdim. Akademisyenlik isteyen öğrencilere şunu söylüyorum: “Eğer vakıf üniversitesinde çalışmayacaksanız, sizi destekleyecek yeterli maddi gücünüz var mı? Bu soruya hayır diyorsanız bence akademisyenliği seçmeyin, yoksa mutsuz olursunuz.” diyorum. Maddi açıdan kafanız rahat değilse, “Nerede ders versem, nasıl para kazansam?” diye düşünüyorsanız, hakkını vererek bu işi yapamazsınız. Hele İstanbul ortamında çok daha zor.
Akademisyenliğin çok iyi tarafları da var. Özgür olma bunlardan biri. İstediğiniz konuyu çalışabiliyorsunuz. Türkiye’de akademisyenliğin şöyle bir avantajı var: Amerika’da herkes yayın çıkartmaya gayret ediyor. Yoksa işe devam edemiyor. Yayın yapma baskısı yüzünden, bazen istedikleri alanda çalışamıyorlar. Bizde o baskı yok. Ne istersek onu çalışabiliyoruz.
Psikoloji Bölümü’nü bitiren öğrenciler, akademisyenliğin dışında hangi alanlarda çalışabilirler?
Türkiye’de Klinik Psikoloğu olmak için, psikoloji bölümünü bitirdikten sonra master yapmak lazım. Şu an bir kanun yok, ama çıkma aşamasında. Yani artık master yapanlar Klinik Psikolog olabilecekler. Master bittikten sonra mezunlar, özel olarak çalışabilecekleri gibi, hastanede de görev alabilirler. Bunun dışında Sosyal Psikologlar değişik işletmelerde çalışabiliyorlar. Personel seçiminde, reklam şirketlerinde araştırmacı olarak çalışma olanağına sahipler.
Psikoloji Bölümü’nü seçecek olan öğrenciler hangi nitelikleri taşırlarsa daha başarılı olurlar?
Benim için böyle bir kategori yok. Soru soran, araştırma yapısına ve kapasitesine sahip herkes bu işi yapabilir. Ben herkesin bu yapıya ve kapasiteye sahip olduğunu düşünüyorum.
Sizce psikoloji gelecek vaat eden bir alan mı?
İnsanın olduğu her yerde psikoloji var. İnsanların mutluluğunu biraz daha artırmak, sorunlarını azaltmak, iş ortamında daha rahat ve daha verimli çalışmalarını istiyorsak, psikolojinin verilerinden yararlanmak zorundayız.
Sizin geleceğe ait şahsi hedefleriniz neler?
Burada laboratuvar kurduk. Bu laboratuvarda bir seri deney yapılıyor. Bu deneylerin yanı sıra, ortam olursa eğitimle uğraşmak istiyorum.
Geçmişe dönüp baktığınızda “Keşke şunu da yapsaydım.” ya da “Keşke şunu da yapmasaydım.” dediğiniz anlar oluyor mu?
Keşke geçmişte biraz daha fazla gözlem yapmış olabilseydim. Doğayla daha fazla iç içe olmak isterdim. Boş vakitlerimde iki şeyle uğraşıyorum; amatör olarak meteorolojiyle ve bitkilerle. Çok daha önceden başlamış olsaydım, bu konularda daha fazla bilgim olurdu. Bence insan tek boyutlu olmamalı. Hobiler insanı hem rahatlatıyor hem de yeni şeyler öğretiyor. Bu sayede hayata başka açılardan da bakabiliyorsunuz.
Sizce başarının nirengi noktaları neler? Son olarak gençlere neler tavsiye edersiniz?
Bence başarının nirengi noktalarından biri yaptığın işten zevk almak. Ben, zevk almayı odağa koyuyorum. İnsan çikolata yiyerek de, sinemaya giderek de zevk alabilir. Kast ettiğim zevk bu değil. Odağa koyduğum zevk, hem sizin bir şey öğrenmeniz hem de etrafınıza bir şey vermeniz temeline dayalı.
Yapılan her hareket kişiye zaman ve enerji harcatır. Bize zevk veren hareketlerde, bizler, bu harcanan zaman ve enerjiyi pek düşünmeyiz. Bence kendimizi öyle eğitmeliyiz ki, bize zevk veren hareketler aynı zamanda kendimizi ve evreni daha iyi anlamamıza yardım etmeli ve bu hareketlerin çevremize olumlu bir etkisi olmalı. Eğitimin gerçek amacının bu olduğunu düşünüyorum.
Öğrencilerin hayatta bol gözlem yaparak, çevreden veri toplayarak hipotez oluşturmayı bir zevk haline getirmelerini isterim. Bilimden zevk alırlarsa öğrenmeleri çok kolay olur. Bunun dışında başarının bir başka önemli dayanağı da disiplinli çalışma. Yapılan işten zevk alma ve disiplinli çalışma bütünleştiğinde zannedersem başarı ve mutluluk gelir.
Kişisel Gelişim-Muhteşem Bir Kişilik!
HEDEFLER VE KİŞİSEL GELİŞİM
|
-
- Yelkenlerini belli bir yön için ayarlamayan bir deniz aracı rüzgar gücünün etkisiyle sadece oraya, buraya sürüklenir. Güç belli bir hedef için yönlendirildiğinde anlamlıdır. Şirketler de her yıl sonunda bir sonraki yılın hedeflerini belirlerler. Peki kişisel gelişim için de hedefler koyulmalı mı? Kişisel gelişim hedefleri bize ne avantajlar sağlar?
Aynı rüzgarın etkisiyle bir gemi doğuya giderken, diğer gemi batıya gidiyor.
Gideceğiniz yön rüzgarın gücüne değil, yelkenlerin yönüne bağlıdır.
Ella Wheeler Wilcox
|
Neden Kişisel Gelişim Hedefleri Koyulmalı?
Çoğumuz iş ortamında çeşitli hedeflerle karşılaşıyoruz. Hedefler belli bir konuya konsantre olmamızı, belirlenen doğrultuda yoğun olarak çalışmamızı, başarı yolunda kendi kendimizi değerlendirebilmemizi sağlıyor. Hedefler, işverenin de çalışanları objektif olarak takdir etmelerini ve maaşları bu kriterlere göre ayarlamalarını sağlayan bir araçtır.
Şirketlere birçok faydalar sağlayan hedef koyma işlemi, şirket dışındaki kişisel gelişimimiz için de koyulursa bize bir çok faydalar sağlamaktadır.
Kişisel Hedef Koyma İşleminin Faydaları;
- Yaşamınızı kontrol altında tutarsınız
- Önemsiz şeylerden uzak durarak, önemli şeylere odaklanırsınız
- Rutin kalıpların dışına çıkarsınız
- Tutarlı bir kişilik olursunuz
- Zamanı iyi kullanırsınız
- Başarılı olursunuz
Hedef Koyma ve Koyulan Hedeflere Ulaşmak İçin Neler Yapılmalı?
Başarı ani parlamalar şeklinde yapılan çalışmalarla değil, belli bir amaç için sürekli ve giderek artan çalışmalarla elde edilmektedir. Bunun anlamı şudur;
- Büyük hedefleri kademeli, küçük ve kolay hedeflere bölmelisiniz,
- Belirlediğiniz hedef için hangi zaman dilimlerinde neleri yapmayı planladığınız yazmalısınız,
- Her gün sonunda kendi kendinize şu soruyu sormalısınız; “Bugün hedefim için ne yaptım?”
|
Matematik Dersine Nasıl Çalışmalı?
Bir gün soru çözmemek için izin!
Demek bu gün izin istiyorsun. Gel ne istediğine beraberce bir göz atalım:
Sınava 180 gün var. Hafta içi her gün 8 saat okulun var bu 60 gün ediyor, geriye 120 gün kaldı.
Her gün 1 saat yemek molası ile geçiyor. Bu da 180 gün içinde 8 gün ediyor, geriye kaldı 112 gün.
Hafta sonları dershaneye geliyor ve 5 saat orada bulunuyorsun bu da eder 11 gün, geriye kaldı 101 gün.
Günde ortalama 8 saat uyuyorsun bu da eder 60 gün, geriye kaldı 41 gün.
Hafta içi etütlere 3 saat katılıyorsun bu da eder 3 gün, geriye kaldı 38 gün.
Her gün yollarda eve gidiş geliş için 2 saatin gidiyor bu da eder 15 gün geriye kaldı 23 gün.
Zaten bu süre içinde en az 3 gün hastalık iznin olacak. Kaldı 20 gün.
Bu süre içinde 7 gün bayram izni kullanacaksın, kaldı 13 gün.
Şubat tatilinin bir haftasını dershaneye gelerek geçirecek geriye kalan 7 günü izin olarak kullanacaksın, geriye kaldı 6 gün.
Her gün yarım saat çay ve sohbet molası veriyorsun bu da eder 4 gün geriye kaldı 2 gün.
Günde 8 dakika aynanın karşısında kendini izliyorsun bu da eder 1 gün. Geriye kalıyor sadece 1 gün ve eğer ben sana bu 1 günü izin olarak verirsem sen nasıl sınavları kazanacaksın.
Toparlarsak;öğretmenlerinizi dinlerken düzenli notlar tutunuz. Dersten sonra eve gittiğinizde defterinizdeki notları temize çekin veya tekrar yazarak çalışın. Konuyu anlamadan sorulara geçmeyin, konuyu anladığınıza inandığınızda önce çözümlü sorulardan, sonra da test sorularından çözün. Soru çözerken problemlerde verilenleri ve istenenleri düzenli olarak bir kenara yazın. Soru çözerken sizi sonuca götürecek ipuçlarını belirleyin. Verilenleri işlem sırasına göre uygulayın. Sonucu bulun ve sağlamasını yapın. Matematik dersini öğrenmek bisiklete binmeyi öğrenmek gibidir. Yaparak ve yaşayarak öğrenilir. Bu nedenle bol bol işlem yapın, eksiklerinizi tespit edin ve giderme yollarını araştırın. Şunu unutmayın ki başarısız olduğunuzda bile kendinizi motive etmeli ve “Her başarısızlık başarının ilk adımıdır.” sözünü kendinize rehber edinmelisiniz.
Öğrenmenin ilk adımı kişinin bilmediğini fark etmesidir. Öyleyse öncelikli olarak matematik dersi bakımından kendinizin hangi durumda olduğunu belirlemelisiniz. Bunun için size bazı ölçüler verebilirz:
1. “İşlem kabiliyetim az ve konuları anlayamıyorum
diyenlere ilk tavsiyemiz temel konuları çalışmalarıdır. rasyonel sayılar, sayılar ve işlemler, üslü ve köklü ifadeler, çarpanlara ayırma ve özdeşlikler konuları öncelikle öğrenilmelidir
2. İşlem kabiliyetim iyi; fakat konulara yabancıyım.”
diyen öğrencilerimize il tavsiyemiz bilgi eksiği olan konuların tam olarak öğrenilmesidir. İşlem kabiliyetinizin iyi olması, matematik konularını öğrenebileceğinizi gösterir
3. Konuları anlıyorum; fakat işlem kabiliyetim az .”
şeklinde durumunu tarif eden öğrencilerimize ilk tavsiyemiz bol bol soru çözmeleridir.
4. “İşlem kabiliyetim iyi, hem de konuları biliyorum; fakat çok yanlış yapıyorum.”
biçiminde yakınan öğrencilerimize ilk tavsiyemiz soruları dikkatle çözmeleridir. İşlem kabiliyetiniz iyi ve konuları biliyorsanız matematikle ilgili sorununuz çözülmüş demektir. Yanlış yapmamanın veya az yanlış yapmanın en güzel yolu bol bol soru çözmektir. Yalnız bu yapılırken daha sonra bu çözülen sorular değerlendirilmeli, nerelerde hatalar yapıldığı belirlenmeli, çalışarak giderilebilecekse bu hatalar giderilmeli; çalışarak giderilemeyecek cinstense bir bilenden yardım alınmalı, sonra da bu hatalara bir daha düşülmemeye çalışılmalıdır.
GEOMETRİ DERSİNE NASIL ÇALIŞMALIYIZ
Öğretmenlerinizi dinlerken düzenli notlar tutunuz.
· Dersten sonra eve gittiğinizde defterinizdeki notları temize çekin veya tekrar yazarak çalışın.
· Konuyu anlamadan sorulara geçmeyin, konuyu anladığınıza inandığınızda önce çözümlü sorulardan, sonra da test sorularından bir miktar çözün.
· Soru çözerken problemlerde verilenleri ve istenenleri düzenli olarak bir kenara yazın.
· Soru çözerken sizi sonuca götürecek teorem ve özdeşlikleri belirleyin.
· Verilenleri işlem sırasına göre formül ya da teoremlere uygulayın.
· Sonucu bulun ve sağlamasını yapın.
· Matematik dersini öğrenmek bisiklete binmeyi öğrenmek gibidir. Yaparak ve yaşayarak öğrenilir. Bu nedenle bol bol işlem yapın, eksiklerinizi tespit edin ve giderme yollarını araştırın
1998-2005 tarihleri arasında OKS de çıkmış sorularını çözmenizi ve önceliğinizi 6 ve 7. sınıf konularına vermenizi tavsiye ederim.
Çoklu Zeka-Alternatif Öğrenme
Çoklu Zeka ve Beynin Etkili Kullanımı
Howard Gardner’ın 1983 yılında “Frames of Mind: The theory of multiple intelligences” (Düşünüş biçimi: Çoklu Zeka Kuramı) adlı adlı eserinde ortaya koyduğu “Çoklu Zeka Kuramı”, zekanın toplumlar ve eğitim üzerinde yıllardır sürüp giden etkisini yani sadece dil ve matematik zekasını hesaba katan klasik zeka testi ve zeka tanımlamasını tarihe karıştırmıştır. Gardner, zekanın iki değil, yedi yönü olduğunu savunmuştur. Böylece sadece matematikte ve dilde başarılı olanların değil, müzikte, sporda, dansta, iletişimde, doğada, resimde kendini gösterenlerin ve kendini tanıyanların da zeki olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Çoklu zeka kuramının amacı, eğitimde bireylerin neler yapabileceğinden neler yapabileceğinin düşünülmesidir. Günümüzde eğitim ve psikoloji alanındaki gelişmelerle klasik testlerin çocukların değerlendirilmesinde yeterli olamayacağı, onun potansiyel yeteneklerinin de ortaya çıkarılması gerektiği görüşü vardır. Gardner’a göre zeka, problem çözme kapasitesi ya da değerli bir ya da birden çok kültürel yapı ürününe şekil vermektir.
Gardner bireylerin aynı düşünüş tarzına sahip olmadıklarını ve eğitimin eğer bu farklılıkları ciddiye aldığı düşünülürse, bütün bireylere en etkili şekilde hizmet edeceğini belirtmiştir.Eğer bireyler farklı zeka bileşenlerini tanıyabilirlerse karşılaşacakları sorunları çözmede daha şanslı olabilirler.
Çoklu zeka her bilim dalında öğrencilerin öğrenmelerini arttıran bir öğretim süreci olarak algılanmaktadır.
Gardner’ ın çoklu zeka kuramında yer alan zeka türleri aşağıda verilmiştir.
Sözel/Dilbilimsel Zeka: Değişik kültürlerde yaşayan insan, dil kullanma becerisine sahiptir. Kimileri dili sadece iletişim amacıyla kullanırken, kimileri birden çok dil ve iletişim becerileri gösterebilirler. Dil zekası, sözcükleri hem sözlü hem yazılı olarak etkili bir biçimde kullanma becerisidir. Örneğin, sözlü olarak öykü anlatan, ya da sunuculuk yapan ve politikacı olan kişilerle şair oyun yazarı, editör, gazeteci gibi dil zekası sergileyenler bu grupta yer alırlar.
Doğa Zekası: Gardner’ın 1995’de ortaya attığı sekizinci zeka türüdür. Bu zekaya sahip olanlar, doğal kaynaklara ve sağlıklı bir çevreye ilgi duyarlar, flora ve faunayı tanırlar.
Gardner, bireylerin gösterdiği her özelliğini zeka olmayacağını, zeka olabilmesi için :
l. Bir dizi sembole sahip olması.
2. Kültürel yapıda değerli olması.
3. Aracılığıyla mal ve de hizmet üretebilmesi.
4. İçinde problem çözebilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Sosyal/Bireylerarası Zeka: İnsanlarla ilişki kurma,diğer bireylerin ruh hallerini, duygularını, güdülenmişliklerini ve niyetlerini anlama ve davranışlarını yorumlama yeteneğine sahip olmadır. Politikacılar, Liderler, Psikologlar, Öğretmenler, Aktörler, Turizmciler bu yeteneklerini iyi kullanan insanlardır.
Mantıksal/Matematiksel Zeka: Mantıksal düşünme,sayıları etkili kullanma, problemlere bilimsel çözümler üretme ve kavramlar arasındaki ilişkileri ayırt etme, sınıflama, genelleme yapma, matematiksel bir formülle ifade etme, hesaplama, hipotez, test etme, benzetmeler yapma gibi davranışları gösterme yeteneğidir.
Bilim adamları, matematikçiler, muhasebeciler, mühendisler, bilgisayar programcıları, istatistikçiler ve benzeri işlerle uğraşanlar mantıksal-matematiksel zekası güçlü olan bireylere örnek sayılabilir.
Özedönük/Bireysel Zeka: Bireyin kendisini, güçlü ve zayıf yönlerini, ruh halini, arzu ve niyetlerini anlama ve bu doğrultuda yaşamını planlama ve yönlendirme becerisine sahip olmalıdır. Bu zekası gelişmiş bireyler kendi duyguları ile nasıl baş edebileceğini bilme, kişisel problemlerini çözme, kendi hedeflerini belirleme, disiplinli olma, kendine güvenme gibi özellikleri gelişmiş kişilerdir. Din adamları, psikologlar, filozoflar öze dönük zekaları güçlü bireylere örnek verilebilir.
Görsel/Uzamsal: Üç boyutlu bir nesnenin şekil ve görüntüsünü hayal edebilme ya da başka bir deyişle, dünyayı doğru algılama ve algılama üzerine gördüklerini yansıtabilme yeteneğidir.
Uzamsal zeka, görsel düşünmeyi ve şekil/uzay özelliklerini şekillerle ve grafiklerle ifade etme, çizme, boyama ve şekil verme gibi davranışları kapsar. Mimarlar, denizciler, pilotlar, heykeltıraşlar, ressamlar, izciler, avcılar, dekoratörler ve tasarımcılar uzamsal zekalarını en üst düzeyde kullanırlar.
Müzikal/Ritmik Zeka: Duyguların aktarımında, müziği algılama ve sunmada müziği bir araç gibi kullanma yeteneği, yani ritme, melodiye, tona karşı duyarlı olma yeteneğidir. Bu zekaları güçlü olan kişiler, müzisyenler, koristler, orkestra şefleri, enstrüman üreticileri ve bestecilerdir.
Bedensel/Duyudevinimsel Zeka: Düşünce duyguları ifade ederken ve de problemleri çözerken bedeni kullanma yeteneğidir. Bedensel zekası yüksek bireyler sportif hareketleri, düzenli/ritmik oyunları kolayca uygulayabilirler. Balerinler, sporcular, heykeltıraşlar, mimarlar, pandomim sanatçıları, cerrahlar, teknisyenler, aktörler, el işleri ile ilgilenenler bu zekaya örnek gösterilebilir.
Alıntı:Çoklu Zeka ve Beynin Etkili Kullanımı
Howard Gardner’ın 1983 yılında “Frames of Mind: The theory of multiple intelligences” (Düşünüş biçimi: Çoklu Zeka Kuramı) adlı adlı eserinde ortaya koyduğu “Çoklu Zeka Kuramı”, zekanın toplumlar ve eğitim üzerinde yıllardır sürüp giden etkisini yani sadece dil ve matematik zekasını hesaba katan klasik zeka testi ve zeka tanımlamasını tarihe karıştırmıştır. Gardner, zekanın iki değil, yedi yönü olduğunu savunmuştur. Böylece sadece matematikte ve dilde başarılı olanların değil, müzikte, sporda, dansta, iletişimde, doğada, resimde kendini gösterenlerin ve kendini tanıyanların da zeki olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Çoklu zeka kuramının amacı, eğitimde bireylerin neler yapabileceğinden neler yapabileceğinin düşünülmesidir. Günümüzde eğitim ve psikoloji alanındaki gelişmelerle klasik testlerin çocukların değerlendirilmesinde yeterli olamayacağı, onun potansiyel yeteneklerinin de ortaya çıkarılması gerektiği görüşü vardır. Gardner’a göre zeka, problem çözme kapasitesi ya da değerli bir ya da birden çok kültürel yapı ürününe şekil vermektir.
Gardner bireylerin aynı düşünüş tarzına sahip olmadıklarını ve eğitimin eğer bu farklılıkları ciddiye aldığı düşünülürse, bütün bireylere en etkili şekilde hizmet edeceğini belirtmiştir.Eğer bireyler farklı zeka bileşenlerini tanıyabilirlerse karşılaşacakları sorunları çözmede daha şanslı olabilirler.
Çoklu zeka her bilim dalında öğrencilerin öğrenmelerini arttıran bir öğretim süreci olarak algılanmaktadır.
Gardner’ ın çoklu zeka kuramında yer alan zeka türleri aşağıda verilmiştir.
Sözel/Dilbilimsel Zeka: Değişik kültürlerde yaşayan insan, dil kullanma becerisine sahiptir. Kimileri dili sadece iletişim amacıyla kullanırken, kimileri birden çok dil ve iletişim becerileri gösterebilirler. Dil zekası, sözcükleri hem sözlü hem yazılı olarak etkili bir biçimde kullanma becerisidir. Örneğin, sözlü olarak öykü anlatan, ya da sunuculuk yapan ve politikacı olan kişilerle şair oyun yazarı, editör, gazeteci gibi dil zekası sergileyenler bu grupta yer alırlar.
Doğa Zekası: Gardner’ın 1995’de ortaya attığı sekizinci zeka türüdür. Bu zekaya sahip olanlar, doğal kaynaklara ve sağlıklı bir çevreye ilgi duyarlar, flora ve faunayı tanırlar.
Gardner, bireylerin gösterdiği her özelliğini zeka olmayacağını, zeka olabilmesi için :
l. Bir dizi sembole sahip olması.
2. Kültürel yapıda değerli olması.
3. Aracılığıyla mal ve de hizmet üretebilmesi.
4. İçinde problem çözebilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Sosyal/Bireylerarası Zeka: İnsanlarla ilişki kurma,diğer bireylerin ruh hallerini, duygularını, güdülenmişliklerini ve niyetlerini anlama ve davranışlarını yorumlama yeteneğine sahip olmadır. Politikacılar, Liderler, Psikologlar, Öğretmenler, Aktörler, Turizmciler bu yeteneklerini iyi kullanan insanlardır.
Mantıksal/Matematiksel Zeka: Mantıksal düşünme,sayıları etkili kullanma, problemlere bilimsel çözümler üretme ve kavramlar arasındaki ilişkileri ayırt etme, sınıflama, genelleme yapma, matematiksel bir formülle ifade etme, hesaplama, hipotez, test etme, benzetmeler yapma gibi davranışları gösterme yeteneğidir.
Bilim adamları, matematikçiler, muhasebeciler, mühendisler, bilgisayar programcıları, istatistikçiler ve benzeri işlerle uğraşanlar mantıksal-matematiksel zekası güçlü olan bireylere örnek sayılabilir.
Özedönük/Bireysel Zeka: Bireyin kendisini, güçlü ve zayıf yönlerini, ruh halini, arzu ve niyetlerini anlama ve bu doğrultuda yaşamını planlama ve yönlendirme becerisine sahip olmalıdır. Bu zekası gelişmiş bireyler kendi duyguları ile nasıl baş edebileceğini bilme, kişisel problemlerini çözme, kendi hedeflerini belirleme, disiplinli olma, kendine güvenme gibi özellikleri gelişmiş kişilerdir. Din adamları, psikologlar, filozoflar öze dönük zekaları güçlü bireylere örnek verilebilir.
Görsel/Uzamsal: Üç boyutlu bir nesnenin şekil ve görüntüsünü hayal edebilme ya da başka bir deyişle, dünyayı doğru algılama ve algılama üzerine gördüklerini yansıtabilme yeteneğidir.
Uzamsal zeka, görsel düşünmeyi ve şekil/uzay özelliklerini şekillerle ve grafiklerle ifade etme, çizme, boyama ve şekil verme gibi davranışları kapsar. Mimarlar, denizciler, pilotlar, heykeltıraşlar, ressamlar, izciler, avcılar, dekoratörler ve tasarımcılar uzamsal zekalarını en üst düzeyde kullanırlar.
Müzikal/Ritmik Zeka: Duyguların aktarımında, müziği algılama ve sunmada müziği bir araç gibi kullanma yeteneği, yani ritme, melodiye, tona karşı duyarlı olma yeteneğidir. Bu zekaları güçlü olan kişiler, müzisyenler, koristler, orkestra şefleri, enstrüman üreticileri ve bestecilerdir.
Bedensel/Duyudevinimsel Zeka: Düşünce duyguları ifade ederken ve de problemleri çözerken bedeni kullanma yeteneğidir. Bedensel zekası yüksek bireyler sportif hareketleri, düzenli/ritmik oyunları kolayca uygulayabilirler. Balerinler, sporcular, heykeltıraşlar, mimarlar, pandomim sanatçıları, cerrahlar, teknisyenler, aktörler, el işleri ile ilgilenenler bu zekaya örnek gösterilebilir.
7 Günde Einstein Gibi Olun!
7 GÜN BUNLARI YAPIN, ZEKANIZ PARLASIN!
Yazan: Ana Kaynak: The Guardian-Men’s Health
7 günde Einstein gibi olmanın yolları
Hangimiz bir gün yataktan kalkıp da daha akıllı olduğumuzu görmek istemeyiz ki? Bu dilek her ne kadar ütopik olarak görülse de bir bilim adamının yöntemi, 1 hafta gibi kısa bir sürede, zekayı yüzde 40 oranında artırmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Beynin herhangi bir kas gibi olduğunu ve egzersizlerle güçlenebileceğini öne süren İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nin Biyomedikal Bölümü’nden Prof. Mark Lythgoes’in 1 hafta süren programı BBC’de yayınlandı. Programa katılan 100 kişinin IQ’larında, yüzde 40 oranına varan artış görüldü. Bu artış katılımcıların programa katılmadan önce girdikleri testle, programdan sonra uygulanan test sonuçları karşılaştırılarak elde edildi.
İşte bir haftalık program
Cumartesi: Dişinizi her zaman kullandığını elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. Ve gözünüzü kaparatak duş alın.
Pazar: Sabah saatlerinde bulmaca çözün. Ve kısa yürüyüşe çıkın.
Pazartesi: Akşam yemeğinde yağlı balık yiyin. İşe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin.
Salı: Sözlükten bilmediğiniz sözcükleri öğrenin. Ve bunları günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın.
Çarşamba: Yoga, Pilates ya da meditasyon derslerine katılın. Daha önce tanımadığınız bir insanla konuşun.
Perşembe: İşe daha önce kullanmadığınız bir yoldan gidin. Televizyondaki ciddi bilgi programlarını izleyin.
Cuma: Alkol ve kafein tüketmekten kaçının. Alışverişe çıkarken listeyi ezberlemeye çalışın.
Bilge Olma Sanatı
|
|
|
|
ÜSTÜN KİŞİDEN BİLGELİK BELGELERİ…
|
|
|
|
Yazan: Alper Durukan
|
|
İnsanın “üstünlük” haline varmasının, “bayağı” insan olmaktan çıkıp “seçkin” insan olmasının yolu “akıl”dır.
Konfüçyüs, öğrencileriyle ya da kendisinden “akıl” soran yöneticilerle konuşmalarında “üstün insan-seçkin insan” tanımları getirir. Seçkin ve üstün olmak için “gerçeği” görmek gerekir:
“Sabah erkenden gerçeği görmek ve o günün akşamında ölmek… Bir insan için hiç de kötü bir durum değildir bu…”
***
Konfüçyüs, “seçkin kişi”nin kaçınması gereken üç şeyi anlatır:
“Bana ayıp gelen, bana bayağı gelen, bana tehlikeli gelen üç şey vardır:
* Kim ki gençliğinde öğrenmek için kendini yormazsa, onun ihtiyarlığında da öğretecek bir şeyi olmaz.. Bunu ben ayıp sayarım.
* Kim ki memleketinden ayrılır ve uzakta bir hükümdarın hizmetinde başarı kazanır, sonradan eski tanıdıklarından birine rastlar ve eski günlerinden edilecek bir söz bulamaz… Bunu bayağılık sayarım.
* Kim ki aşağı insanlarla düşüp kalkar ve saygıdeğer insanlara yaklaşmaz… Ben bunu tehlikeli görürüm..”
***
Üstün kişiyi, bayağı kişilerden ayıran üç özellik vardır:
“Adamlık onu basit acılardan kurtarır.
Bilgelik onu anlamsız kuşkulardan kurtarır.
Kararlılık onu gereksiz korkulardan kurtarır.”
***
Seçkin kişinin “kaygı”ları ve “utanç”ları farklıdır. Konfüçyüs şöyle anlatır:
“Seçkin kişi üç durum için kaygılanır:
Bir şeyi henüz öğrenmemişse, onu öğrenemediği için kaygılanır.
Bir şeyi öğrenmiş ama tam benimseyememişse bunun için kaygılanır.
Bir şeyi öğrenmiş, benimsemiş ama henüz uygulayamamışsa bunun için de kaygılanır.
Seçkin insan beş durumdan utanır:
Uygun fikri olup da, onu aktarmak için doğru ifadeyi bulamamışsa utanır. Gereken sözü ve ifadeyi bulup da sözüne uygun davranamamışsa utanır. Bir değerli şeyi elde edip kendi yanlışı yüzünden kaybetmişse utanır. Toprağı, mülkü olup da ona göre halkı olmamasından utanır. Gücü kendisinin gücüne denk olan bir hasmının başarı bakımından kendisini geçmesinden utanır.”
***
Konfüçyüs’ün “üstün insan-seçkin insan” tanımlarını dinleyen öğrencileri de kendi görüşlerini söyler.
* Birinci öğrenci:
“Üstün kişi önce güven kazanır, ancak ondan sonra emrindekilere iş yükler. Eğer güven olmadan iş yüklerse, emrindekiler bunu zulüm sayar. Üstün kişi önce hükümdarının güvenini sağlar, sonra itiraz eder. Eğer güven sağlamadan itiraz ederse hükümdar bunu isyan sayar.”
* İkinci öğrenci:
“Üstün kişinin kötülüğü tıpkı Güneş ya da Ay’ın tutulması gibidir. Üstün kişi bir hata yaptığı zaman bütün insanlar onu görür. Hatasını düzeltince de, insanlar yeniden başlarını kaldırıp ona bakmaya başlar.”
|
|
|
|
Zekanızı Geliştirin!
Yapılan araştırmalar:insanoğlunun kendi zekasını geliştirebileceğini kanıtlamaktadır.İnsan zekası önceden beyindeki nöronların çokluğu ile ölçülüyor,nöron sayısı çok olan insanın zeki olduğu zannediliyordu.Yapılan son araştırmalar zekanın beyindeki nöronların sayısına değil;nöronların iletim damarlarının çokluğuna bağlı olduğunu kanıtlamıştır.Nöronların iletim damarı üretmesi için beynin damara ihtiyacı olması gerekir.
Özetlersek beyninizi çalıştırdığınız kadar nöronlar da yenilenir ve iletim kolları güçlenir.
Bunun için yapılacak bazı adımlar:
1)Hergün bir şiir ezberleyin.Bu beyninizi yoracak ve hafızanızı geliştirecektir.
2)Hergün mantık bulmacaları çözün.Örneğin sudoku gibi.
3)İçinde kafein ve asit bulunan içeceklerden uzak durun.
4)Dengeli beslenin.
5)Mutlaka kitap okuyun.
Yazan:Doç.Dok.Alper Durukan
Hedef belirleme ve program…
Öğrenciler; gelecekte yaşamları sürdürmek istedikleri mesleği ne kadar erken seçerlerse, o kadar başarılı olurlar. Bunun için adaylar, beş yıl sonra ne yapmak istediklerini düşünmelidir. Bunu yaparken, yeteneklerini göz ardı etmemelidirler.Gelecekte ne yapmak istediğini, hedeflerini belirleyen öğrenci, hangi derslere ne kadar önem vermesi gerektiğini bildiğinden, kararsızlığa düşmez, vakit kaybetmez.
Öğrenciler; hedeflerine ulaşmak için öncelikli olarak planlı çalışmalıdır. Çünkü; ders çalışma, plan ve program olmadan sürdürülemeyecek bir etkinliktir. Peki planlı çalışmak neden bu kadar önemli? Plan yapmak öğrenciye neler kazandırır?
* Ders çalışma programını yapan öğrenci, hedefine ulaşmak için izleyeceği yolu bildiğinden ruhen (vicdanen) rahat ve huzurludur.
* Ders çalışma programını yapan öğrenci, hangi derse ne kadar çalışacağını bildiğinden panik yapmaz. Bir derse çalışırken, aklı diğer derse kaymaz. Dikkati dağılmaz.
* Ders çalışma programını yapan ve odasına asan öğrenci, sürekli hedeflerini hatırlar ve hayatını disipline eder.
* Ders çalışma programı yapan öğrenci ‘Ne çalışacağım?’ diyerek kararsızlığa düşmez ve zaman kaybetmez.
PROGRAM NASIL HAZIRLANIR?Öncelikli olarak şu bilinmelidir. Ders çalışma programı, bireyseldir. Her adayın çalışma programı, birbirinden farklı olacaktır. Bu nedenle, bu konuda ancak bazı tavsiyeler verilebilir. Öğrenciler eve geliş ve yemek vakitlerini kendilerine göre ayarlayabilir. Ancak etüt ve molalar, birbirleriyle orantılı olmalı. Bir saat çalışan öğrenci; 10 dakika, bir buçuk saat çalışan öğrenci; 15 dakika, iki saat çalışan öğrenci, 20 dakika da dinlenir. Öğrenciler, dikkatlerini toplayabildikleri süreye göre bu etütlerden birisini tercih edebilirler.
ÖRNEK PROGRAM15:00 Eve geliş15:00-16:00 Mola (yemek, dinlenme)16:00-17:30 Etüt17:30-17:45 Mola17:45-19:15 Etüt
19:15-20:15 Akşam yemeği
20:15-21:45 Etüt
21:45-22:00 Mola
22:00-23:30 Etüt
23:30 Serbest zaman (kitap okuma, yatış)
Verilen program, dershaneye ya da okula giden bir öğrenci esas alınarak hazırlanmıştır. Öğrenci eğer evde ise, sabah erken kalkmalı ve etütlerini buna göre ayarlamalıdır.