PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK
PSİKOTERAPİLER  
  ANA SAYFA
  İletişim
  ERİCH FROMM VE HÜMANİSTİK PSİKANALİZ
  DİNAMİK PSİKOTERAPİ
  KAREN HORNEY VE BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM
  AKILCI-DUYGUSAL TERAPİ
  ROGERS ve BİREY MERKEZLİ DANIŞMA YAKLAŞIMI
  GERÇEKLİK TERAPİSİ
  GEŞTALT TERAPİ ( F. PERLS )
  Holistik Tedavi
  VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ
  AYNA TERAPİSİ
  BİBLİO TERAPİ
  BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ
  BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ
  Bilişsel Davranışçı Oyun Terapisi
  Bütünleyici Bireysel Terapi ( BBT )
  çözüm odaklı kısa süreli yaklaşım
  EMDR TERAPİ
  ERİCKSONİAN PSİKOTERAPİ
  E-TERAPİ
  Feminist terapi
  FOTOTERAPİ (IŞIK TERAPİSİ)
  Hidro Terapi
  HİLL & O'BRİEN TERAPİSİ
  HÜCUM TERAPİSİ
  JUNG TERAPİ
  LOGOTERAPİ
  Müzik Terapi
  Oyun Terapisi
  Pozitif Psikoterapi
  Sine-Terapi
  ŞEMA TERAPİ
  HİPNO-TERAPİ
  AİLE DANIŞMANLIĞI
  CİNSEL TERAPİ
  ERGENLİK PSİKOLOJİSİ
  LİNK
  ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
  nevzat tarhan
  Konuşma ve Dil Terapisi
  ÇOCUK RESMİNİN GELİŞİM AŞAMALARI
  PSİKOTERAPİ TÜRLERİ
  HİPPOTERAPİ
  Yiğidi Öldür Terapi Deme!
  Duanın Psikolojik ve Sosyolojik Faydaları
  PSİKOLOJİK DANIŞMA İLKE VE TEKNİKLERİ
  Ön Görüşme Sürecinin Öğeleri
  TERAPÖTİK İTTİFAK VE İLİŞKİ
  DOĞU HİKAYELERİYLE PSİKOTERAPİ
  empati ve empatiyi iletme
  İLK GÖRÜŞME
  Seçmeci (Eclectic) Yaklaşım
  PSİKOLOJİK DANIŞMANIN SAHİP OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER
  Psikolojik Danışma Süreci
  Psikolojik Danışmada Danışmanın Rolü ve İşlevi
  Psikolojik Danışmanın Amaçları
  psikolojik yardım aşamaları
  kendini tanıma rehberi
  KİŞİLİK TESTİ
  DEPRESYON
  Depresyon Testi
  STRESE DAYANIKLILIK ÖLÇEĞİ
  HAFIZANIZI GÜÇLENDİRMEK İÇİN 8 ADIM
  ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI
  NE KADAR PANİKSİNİZ?
  DUYGUSAL ZEKA TESTİ
  Hipnoz ve Depresyon
  Hipnoz ve kötü alışkanlıklar
  Hipnoz, Çözülme ve Travma
  HİPNOZ VE KONVERSİYON BOZUKLUKLARI
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarının Kontrolünde Hipnoz
  ŞİŞMANLIKTA HİPNOTERAPİ
  Yeme Bozuklukları ve hipnoz
  Zeka Geliştirmek İçin 5 Yöntem
  Adleryan Terapi Teknikleri
  KENDİNİZİ DERS ÇALIŞMAYA NASIL KONSANTRE EDEBİLİRSİNİZ?
  BİOENERJİ
  EMPATİ
  Evlilikte Stres Kaynakları
  Stres ve Manevi Yaşam
  Stres ve Sabır
  Stres
  Kendi stresini yönetmede teknikler
  Stres’in Etkileri
  pozitif stres yönetimi
  GRUP PSİKOTERAPİSİNDE DEĞİŞMEYE YOL AÇAN SAĞALTICI FAKTÖRLER
  Grupla Psikolojik Danışma
  ÇOCUKLARDA DÜŞÜNME BECERİLERİ NASIL GELİŞTİRİLİR?
  Zeki çocuklar yetiştirmenin püf noktası
  Bediüzzaman'ın Eğitim Yaklaşımı
  İnsan problemlerine Kur’ân’î çözümler
  Proaktiflik ya da Reaktiflik
  Tûl-i Emel
  Bediüzzaman'a Göre Bilimin Değeri
  Akıl ve Duygular
  Akla Uygunlaştırma
  Aşırı girişkenlik
  Bastırma Mekanizması
  Belirsizlikler İçinde Aranan Güven Duygusu
  Birlik ruhu için şeffafiyet
  Depersonalizasyon
  Duygu Çağı
  En ucuz enerji kaynağı: Tebessüm ve selâm
  Güzelliğin yeniden tanımlanması
  Hayat ve Anlamı
  Hayat yolculuğunda çelişkili duygular
  İç Sesler
  İnancın Sosyolojik Boyutu
  İnsanlık Peygamberlere Muhtaçtır
  Kendini Gözlemleme
  Korkularımız
  Kulluk Psikolojisi
  Mutluluk Öze Dönmekle Olur
  Olayların gerçek boyutu
  Olumlu olmak
  Ölümü Düşünmemek Başını Gaflet Kumuna Sokmaktır
  Savunma Mekanizmaları ve Başaçıkma Şekilleri
  Suçluluk duygusu
  Şefkat
  Varlığın besmelesi olan sevgi
  Varlığın öz enerjisi: Muhabbet
  GESSELL GELİŞİM TESTİ
  Hipnoterapi nasıl uygulanır
  Hipnoz Hastasının Özellikleri
  Hipnotik Seansın Özellikleri
  Hipnoz Nasıl Uygulanır
  Hipnoz Nedir
  Hipnoz Teknikleri
  hipnozda uyulması gereken kurallar
  hipnozun uygulanmaması gereken haller
  Hızlı Hipnoz Tekniği
  Kendi Kendini Hipnoz (Oto-Hipnoz)
  ÖRNEK HİPNOTİK ENDÜKSİYON
  HİPNOZ HAKKINDAKİ MİT (BATIL DÜŞÜNCELER)'LER
  AİLE TERAPİSİ UYGULAMASINDA TEROPÖTİK YAKLAŞIM
  Aile ve Evlilik Terapisinde Amaçlar
  AİLE TERAPİSİ ÖZEL NOTLAR
  aile terapisi uygulama örnekleri
  Aile-Evlilik-İlişki Terapisi Nedir
  Evlilik Problemleri Nasıl Çözülür: 9 Öneri
  PSİKODİNAMİK VE BOWEN AİLE TERAPİLERİ
  YAŞANTISAL AİLE TERAPİSİ
  AİLE İÇİ PROBLEMLER VE ÇÖZÜM YOLLARI
  Cinsel Danışma ve Rehberlik - Uygulama
  CİNSEL TERAPİDE EV ÖDEVLERİ
  Cinsel Sorunlarda Hipnoterapi
  Holistik Cinsel Terapi
  CİNSEL PROBLEMLER
  ERGENLERLE İLETİŞİM
  ERGENLİKTE DİN VE AHLAK GELİŞİMİ
  ERGENLİK (PUBERTE) DÖNEMİ FİZYOLOJİK GELİŞİM
  ERGENLİK VE KİMLİK BOCALAMASI
  ERGENLİK DÖNEMİ ARKADAŞ İLİŞKİLERİ
  ERGENLİK DÖNEMİNDEKİ BİLİŞSEL GELİŞİM
  ERGENLİKTE CİNSEL GELİŞME
  GENÇ KIZ SAĞLIĞI
  ERGENLİKTE DAVRANIM BOZUKLUKLARI
  ERGENLİKTE DUYGUSAL GELİŞİM
  ERGENLİKTE MADDE BAĞIMLILIĞI
  ERGENLİKTE TOPLUMSAL GELİŞİM
  SOSYAL FOBİ
  ÖZGÜL FOBİ-2
  Psikolojik Rapor Yazma
  Gazali'nin Motivasyon Teorisi
  Hz. Muhammedin Evlilik Hayatı Ve Tavsiyeleri
  HİPNOZ
  HİPNOZ TEKNİKLERİ
  BİLİŞSEL-GELİŞİMSEL TERAPİDE HİPNOZUN KULLANIMI
  Hipnoz ve Depresyon-1
  HİPNOZ VE KÖTÜ ALIŞKANLIKLAR
  HİPNOZ ve Yeme Bozuklukları
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarının Tedavisinde-üstesinden gelinmesinde –yönetiminde (management) Hipnozun kullanımı
  Hipnoz ve Anıların Çağrımı
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarında Hipnoz
  KONVERSİYON BOZUKLUKLARI
  ŞİŞMANLIKTA HİPNOTERAPİ-1
  Hipnoz, Çözülme ve Travma-1
  Kişilik ve Psikotik Bozukluklar
  HİPNOTİK TELKİNLER İÇİN CÜMLELER KURMA
  Affect Bridge (Hipnoanalitik Yöntem)
  STEIN’İN SIKILMIŞ YUMRUK TEKNİĞİ
  KENDİLİK DEĞERİNİ ARTTIRMA ÖNERİLERİ
  BECK UMUTSUZLUK ÖLÇEĞİ
  BEİER CÜMLE TAMAMLAMA TESTİ
  COOPERSMıTH ÖZSAYGI ENVANTERİ
  CORNEL İNDEX TESTİ
  SCL–90-R
  RATHUS ATILGANLIK ENVANTERİ
  PSİKOLOJİK DANIŞMA--Temel Öğeler
  TERAPÖTİK İLETİŞİM
  KISKANÇLIK
  Risale-i Nur'dan Sosyal Problemlere Reçeteler 1
  Risale-i Nur'dan Sosyal Problemlere Reçeteler 2
  OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUĞU
  PANİK BOZUKLUĞU - PANİK ATAK
  TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
  Alzheimer
JUNG TERAPİ

JUNG VE PSİKANALİTİK KURAM

 

    

       Jung, insanları sınıflandırmaya çalışır:

 

Ø      İçedönük Tip: Dış dünyanın uyaranlarını reddeden kendi içine dönmüş tiptir.

Ø      Dışadönük Tip: Gereksinim duyduğu dış dünyaya yönelmiş ve uyaranlarını çevresinden alan tiptir.

 

Jung, kişiliğin dört ana fonksiyonunu tanımlamıştır:

 

Ø      Duyuş: Duyu organıyla algılamadır.

Ø      Hissetme: Kendini ve başkalarını değerlendirebilme yeteneğidir.

Ø      Düşünme: Düşünme işlevi ve kavrayışıdır.

Ø      Sezgi: Bilinçli olarak kavramanın dışında gerçeğin fark edilmesidir.

 

Jung bunlara dayanarak sekiz tür içe ve dışa dönük tip tanımlar:

 

Ø      Dışadönük Düşünen Tip: Nesnel düşünceler ön plandadır. Enerjisini öğrenmeye ve dış dünyayla ilgili bilgi toplamaya harcar. Duygusal yönleri baskın değildir. (Bilim adamları)

Ø      İçedönük Düşünen Tip: Aşırı durumlarda kişinin kendine yönelik araştırmaları sırasında gerçeklik hissi kopabilir. Kendini duygularından korumak için onları bilinçaltına itmiştir. İnsanlar onu pek ilgilendirmez. İnatçı ve gururludurlar.

Ø      Dışadönük Duygusal Tip: Duygular düşüncelere egemendir. Duygusal tepkileri oynak ve değişkendir. Düşünce işlevleri iyi gelişmemiştir. Sevgileri kolayca nefrete dönüşebilir.

Ø      İçedönük Duygusal Tip: Duygularını dış dünyadan saklayan, ilişki kurması güç insanlardır. Melankolik olmalarına karşın dışarıdan kendine yeten kişi izlenimi de verebilirler. Derin ve yoğun duyguları nedeniyle zaman zaman patlamalar yaşayabilirler.

Ø      Dışadönük Duyusal Tip: Gerçekçi, pratik, aklına koyduğunu yapan kişidir. Zevk ve heyecan verici şeyleri severler ama duyguları yüzeyseldir. Dış dünyadan gelen uyarımlara dönük yaşarlar. Buna bağlı olarak ilaç bağımlılığı ve cinsel sapmalar sıkça görülür.

Ø      İçedönük Duyusal Tip: Dış dünyadan uzak durmayı tercih ederler. Kendi duyularına yönelirler, sakin, edilgin, davranışlarını denetim altında tutan biri izlenimi verirler. Duygu ve düşüncelerindeki kısırlık nedeniyle insanların ilgisini çekmezler.

Ø      Dışadönük Sezgili Tip: Oynak ve tutarsız bir yapıya sahiptir. Yenilikleri izlemeye çalışırlar ancak uzun süre konsantre olamazlar. Bunun nedeni düşüncedeki kısırlıktan ötürü sezgilerine göre davranmalarıdır.

Ø      İçedönük Sezgili Tip: Genellikle çözülmesi güç bir tip gibi algılanır. Kendisine göreyse değeri anlaşılmamış bir dahidir. Dış gerçeklikle ilişkisi olmadığından insanlarla iletişim kuramaz. Anlamını bilmediği imgeler dünyasında yaşar ancak imgelere ilgisi de sürekli olmadığından bir sonuca ulaşamaz.

 

Jung, bu karakter tiplerinin fazla gelişmiş bilinçli tutumları ve bastırılmış bilinçdışı tutumları içerdikleri, dolayısıyla uç örnekler olduklarını işaret eder. Gerçekte insan ya içe ya da dışa dönüktür. Dört işlevden biri diğer üçüne göre bilinçli dünyasına egemendir. Jung bunu birincil işlev  olarak adlandırır. Bunun yanı sıra bir de yardımcı işlev vardır. Y. İşlev birinci işleve hizmet eder ve bağımsız değildir. Bu nedenle B. İşleve karşıt çalışmaz.

Jung’un tipolojisi, insanların sınıflandırılamayacağını savunanlarca ağır şekilde eleştirilmiştir. Oysa Jung da temel olarak insanın kendine özgülüğüne inanır. Onun anlatmak istediği her insanın bu sekiz kategoriden birine ait olduğu değil; bilinç ve bilinçdışı düzeylerdeki tutum ve davranışların farklı bir dağılım gösterdiğidir.

 

 

 

 

 

 

JUNG PSİKOLOJİSİNE AİT BAZI KAVRAMLAR

 

Ø      Ego: Kişiliğin bilinçli tarafıdır. Kişiliğin en üst düzeyde yer alan bileşimidir. Görevi gerçekle ilişkiyi ve uyumu sağlamaktır. (algılama,hatırlama,düşünme,duyumsama) Ego, kişiliğin bütünlüğünü sağlar. Ego, birçok duyu-algılamayı bastırır.

Ø      Kişisel bilinçaltı: Egoya komşudur. Önceden bilinçli olan ancak sonra görmezlikten gelinmiş ya da bastırılmış düş ve arzulardan, deneyimlerden oluşur. Sadece bireyin kendine aittir. Ego ile kişisel bilinçaltı arasında iki yönlü etkileşim vardır. Kişisel bilinçaltına ait anılar kontrol zayıfladığında(uyku) hatırlanabilirler. Bazen de zaman ve mekan ya da rastlantısal bir ilişki anıları ortaya çıkarır.

Ø      Kollektif Bilinçaltı ve Arketipler: K. Bilinçaltı, kişisel bilinçaltından daha derinlerde bulunur, kalıtımsaldır ve insanlığın evrimsel gelişiminin izdüşümüdür. Arketip, duygusal yönlü, güçlü, kalıtımla gelen evrensel bir düşünme biçimidir. Bu sembollerle anlama ve bu algılamaya uygun şekilde davranmadır. Bazı arketipler önemli oranda geliştiğinden ayrı birer kişilik olarak incelenmektedirler.

                      Kollektif Bilinçaltında bulunan belli başlı arketipler:

 

Ø      Persona: Kişiye ait olan pek çok şeyin bastırıldığı durumdur. Kendinden beklenene uyma, kabul edilen davranışları yapma vs. Kişi persona ile toplumdaki diğer kişiler üzerinde olumlu etki yaratmaya çalışır. Kişinin birden fazla personası olabileceği gibi evde ve işte farklı personalarını da kullanabilir. Personanın bir başka fonksiyonu da kişisel çıkar sağlamaktır. Örneğin yapmakta olduğu şeyden hoşlanmayan birey, ilerde gelebilecek yararı düşünerek yapmakta olduğu şeye devam eder. (not çıkarmakJ) Personanın aşırı kullanımı psikopatalojiye neden olabilir. Personasıyla özdeşleşen kişi kendine yabancılaşır. Buna  şişme  denir. Buna engel olmak için kişi personasına aktarmadığı yönlerini (öznel tarafını) tanımalı, barışık olmalı ve kınamamalıdır.

Ø      Gölge: Kişinin kendi cinsiyetini temsil eden ve hemcinsleriyle ilişkisini düzenleyen arketipine gölge denir. İçgüdüsel ve ilkel taraftadır,  güçlü ve tehlikelidir. Toplumsal yönün sürdürülebilmesi için gölge persona tarafından bastırılmalıdır. Gölge ısrarcıdır. Ego ve gölge işbirliği yaptıklarında kişi kendini yaşam dolu hisseder, zihinsel işlevleri canlanır, bedensel etkinlik artar. Kişi bunalıma girdiğinde ise gölge ego üzerinde denetim kurmaya çalışır. Ani kararlarda ve kararsızlık durumlarında gölge iş başındadır. Gölgenin reddedildiği bir kişilik sönük kalır.

Ø      Anima ve Animus: Erkeğin dişi arketipi animadır. Kadının erkek arketipi animustur. Aşırı erkeksi özellik gösteren erkeklerde anima bilinçdışı kalır ve gelişemez. Bu da bilinçdışını zayıf ve etkisiz kılar. Böyle tipler çoğu kez zayıf ve bağımlıdır. Her erkek doğuştan sahip olduğu kadın imgesine göre kendine eş seçer. Erkekte anima ilk annede, kızlarda animus ilk babada yansır. Animanın  aydınlık (saf,asil,temiz) ve karanlık (baştan çıkarıcı, cadı) iki yönü vardır.

Ø      Ben: Bilinçdışındaki diğer arketipleri ve onların bilinç düzeyindeki ortaya çıkışlarını düzenler ve örgütler. Kişiliği bütünleştirir. Orta yaşlara gelindiğinde ortaya çıkar. Çünkü ancak bu yaşlarda kişilik tam olarak gelişmiş ve bireyselleşmiştir. Bu da ancak insanın kendisine ilişkin her şeyi bilinçlendirmesi ile gerçekleşir. Eğer ego ben arketipinin çağlarına uymaz ve bilinçdışı içeriğin ben’e ulaşmasına izin vermezse kişi kendini tanıyamaz. Kendini tanımadan kendini gerçekleştirme meydana gelemez.

Ø      Simgeler: Binlerce yıldan beridir değişmeden gelmiştir. Simgenin üç yönü vardır:

a)      Soyut ya da o anda bulunmayan bir şeyi açıklamak için kullanılır.

b)      Bir parça ile bütünü ifade eder.

c)      Elinde gerçek bir güç bulunduran yaşayan gerçekliğe  dönüşür.(kara kedi)

 

       Atalarımıza ait korkuların geçerliliği halen devam edebilmektedir.

       Cinsellik açısından iki tür ilke vardır:

a)        Erkeğe özgü ilkeler: etkin, parıltı, dölleyici, içe giden.

b)       Kadına özgü ilkeler: edilgen, silik, döllenen, içine gidilen.

 

 

 

        Erkeğe ait büyük simgeler :

Ø      Güneş: Parıltı,

Ø      Baba: Aydınlatan,

Ø      Ateş: Güneşe bağlı,

Ø      Falüs: Erkeklik organı

 

Kadına ait büyük simgeler:

Ø      Toprak: Döllenen,

Ø      Su: Doğurgan,

 

Kişilik bölümleri birbiriyle sürekli etkileşim halindedir. Bunlar üç ayrı biçimde ortaya çıkar:

Ø      Bir bölüm diğer bölümün güçsüzlüğünü ödünleyebilir,

Ø      Bir bölüm diğerine karşı çıkar,

Ø      İki ya da daha çok bölüm birleşerek bütün durumuna gelir.

 

 

Ø      Ödünleme:  Bilinçdışı, kişilik sistemindeki zayıflıkları sürekli ödünlemeye çalışır. Dışadönük bir insanın rüyaları içedönüktür.

Ø      Karşı çıkma Etkileşimi: Duygular düşüncelere karşı çıkarlar. Çatışma sürekli var olandır ve bu çatışmalara dayanma gücü gösteremeyen insan nevroz ya da psikoz yaşar.

Ø      Psike: Kişiliğin tümüdür. Bilinç, kişisel ve ortak bilinçdışı tümüyle psikeyi oluşturur. Bireyin fizik ve toplumsal çevresiyle uyumunu sağlar.

Ø      Psikenin Dinamiği: Kapalı bir sistemdir. Kendi içeriği ile çalışır ve yüzeyi yalnızca dıştan içe bir geçirgenlik gösterir. Psike sürekli uyarılma ve değişme durumundadır. Dış kaynaklı enerjisini  dokunduğumuz, hissettiğimiz vs. şeylerden alır. Dış çevre ve bedenden gelen uyaranlar enerjinin dağıtılması ve yer değiştirmesini gerektirir. Kişiliğin çalışmasını sağlayan enerjiye ruhsal enerji denir. Psikeye sürekli olarak dolan yeni yaşantılar onun dengesini bozar. Psike sürekli çalışır, uykuda da rüya üretir.

Ø      Eş Değerlilik ve Entropi İlkeleri: Enerjinin psikenin çeşitli bölümlerine aktarımı iki fizik ilkesine göre olur:

              Eşdeğerlik ilkesine göre, kişiliğin bir bölümündeki enerji azalır ya da yok olursa aynı miktar enerji başka bir ruhsal alanda ortaya çıkar. Enerji yok olmaz. Enerji bir bölümden diğerine geçerken birincinin bazı özelliklerini diğerine taşır.

               Entropi ilkesi, enerjinin psikenin çeşitli bölümleri arasında denge kurma çabasını tanımlar. Enerji alış-verişi süreklidir ve asla dengeye ulaşamaz. Gerilim ve çatışma vardır.

Ø      Ruhsal Enerjinin Gelişmesi ve Gerilemesi: İnsan doğuştan itibaren zihinsel fonksiyonlarını kullanır. Gelişen fonksiyon enerjiyi kendine çeker. Ruhsal enerjinin gelişmesi için birbirlerinin karşıtları olan işlevlerin (duygu,düşünce) birleşip uyuşması gerekir. Gerilemede ise enerji çıkarılır. Egemen işlevin işine yaramayan enerji fazlası çıkarılır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KİŞİLİĞİN GELİŞİMİ

 

       Jung’un gelişim psikolojisine yaklaşımı dönemindekilerden oldukça farklıdır. İnsanın karmaşık bir organizma olduğunu ve insan davranışlarında doğal, içsel ve sosyal mekanizmanın karmaşık bir bütününün etkili olduğunu savunur. Kişi bir yaşam evresinden diğerine geçerken kendiliğin yeni yönleri ortaya çıkar ve etkinlik kazanırlar. Jung  insan hayatını iki temel bölüme ayırmıştır:

Ø      İlk yarıda insan daha çok biyolojik yönüne ve toplumsal boyuta önem verir.

Ø      İkinci yarıda kültürel ve ruhsal taraf önem kazanır.

Toplumlar bilimsel bilgi ve teknik beceriler üzerine kurulduğu zamandan beri insanlar kaçınılmaz olarak tek yönlü gelişmeyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu yönelim nedeniyle sezgici özellikler bastırılmıştır. Yaşamın ikinci yarısında insanlar için varoluş mücadelesi anlamını değiştirir. Değer yargılarının değiştiği bu dönemde (kırklı yaşlar) depresyonlar ve sinir hastalıklarında artış görülür.

Bireyleşme: Yaşamına ayrımlaşmamış bir bütün olarak başlayan bireyin kişiliğinin her bir sisteminin faklılaşması ve kendi içinde alt sistemlere ayrılmasıdır. Buna bireyleşim de denir.

Bütünleşme: Bireyleşme ile iç içedir. İlk aşamada kişiliğin tüm yönleri bireyleşir. İkinci aşamada kişiliğin birbirine karşıt eğilimleri birleşir. Bu sürecin sonunda ben arketipi oluşur.

Toplumsal Etmenlerin Rolü: Yaşamın ilk yıllarında çocuğun psikesi ebeveynlerininkinin bir yansımasıdır. Bu durumda ebeveynlerin ruhsal sorunları da çocuğa yansır. Okula başlayan çocuğun özdeşiminde çözülme başlar. Bu noktada ebeveynin koruyucu ya da baskıcı tutumu çocuğun bireyleşimini zedeler. Anne babanın rolü cinsiyete göre farklılık gösterir. Ebeveynler birlikte personanın gelişiminde etkilidirler. Toplum ve toplumun kültürü ve toplumun onayladıkları da etkilidir.

 

YAŞAM DÖNEMLERİ

 

             

Dört aşama vardır:

1.       Çocukluk: Doğumdan erinliğe kadar sürer. Çocuk bilinçlidir ancak algılarını örgütleyemez. İçgüdülerinin egemenliğinde yaşar ve bağımlıdır. Davranışları düzensizdir. Büyüdükçe bellek süreleri uzar ve bir kimlik duygusu oluşmaya başlar. Çocuk kendisinden ben olarak söz etmeye başlar.

2.       Gençlik ve genç yetişkinlik: Bedensel değişikliklere ruhsal devrimler eşlik eder. Psike çok çeşitli kararlar almak ve toplumsal yaşama yeni uyumlar geliştirmek zorundadır. Çocukluk düşlerini sürdürmek ve gerçekliği kabul etmek istemeyen bireyler için bu dönem sorunları da birlikte getirir. Zorlukların ortak noktası çocukluk düzeyindeki bilinçten kopma güçlüğüdür. Benliğin derinliklerindeki bu eğilim (çocuk arketipi) çocuk olarak kalmayı yeğler.

3.       Orta Yaş: Bu dönem 35 ve 40 yaşları arasında başlar. Kişi çevresine uyum sağlamış ve toplumun bir parçası haline gelmiştir. Bu dönem kendine özgü bazı zorlukları da getirebilir. Psikede gizli bir şekilde var olmuş manevi değerler gençlik yıllarındaki maddeci tutumlar nedeniyle ihmale uğramıştır. İkinci yaşam döneminde edinilmiş yöntemler terk edilerek ruhsal enerji yeni yollara kanalize edilmelidir. Bu yaşamın çok zorlu aşamalarından biridir. Bir çok insan bu aşamayı gerçekleştiremez.

4.       Yaşlılık: Jung’un yaklaşımını diğerlerinden ayıran önemli özelliklerden biri de; yaşlılık döneminde bile insanın tüm kişisel gelişim potansiyelini gerçekleştirme eğilimini sürdürdüğüdür. Yaşlılık dönemi bir bakıma çocukluğa benzer, kişi bilinçdışına gömülür.( bu iki karşıt görüş var ama hangisi geçerli belirtmemişler! )

 

 

 

 

 

 

 

 

İŞLEVLER

 

Jung, ruhsal işlevleri dört bölümde toplar: düşünme, hissetme, duygu, sezgi.

Düşünme: Düşünceler arası bağlantı kurma, genel kavramlara ulaşma, sorun çözme.

Hissetme: Düşüncenin olumlu ya da olumsuz duygular oluşturmasına göre düşünceyi değerlendirme.

Duyu: Duyu organlarının uyarılmasıyla algılanan duyular.

Sezgi: Düşünce ya da duygu katkısı olmaksızın o andaki yaşantının oluşturduğu izlenimi tanımlama. Yargılama ya da mantık gerekli değildir.

 

 

RÜYALAR VE SİMGELER

 

       Rüya ruhsal bir oluşumdur. Bilincin alışılmış verilerine ters düşer. Bilinç olaylarının aralıksız gelişiminin sınırında yer alır. Rüya, ruhsal bir etkinliğin tortusudur. Jung’un rüyaya yaklaşımı büyük oranda Freud’un yaklaşımına benzer. Ancak Jung  sınırlamaları fark etmiş ve ayrıldığı noktalara eleştirilerinde yer vermiştir. Freud’a göre rüya içeriğinin iki kaynağı vardır. Bunlar bir önceki gün yaşananlar ve çocukluk dönemidir. Jung bunu kabul etmekle birlikte rüyaların atalarımıza ilişkin çok daha derinlikli üçüncü bir kaynaktan (kollektif bilinçdışı) da beslendiğini savunmuştur. Freud, rüyayı cinsel içerikli yasak duyguların oluşturduğunu düşünürken; Jung içeriğin çok daha geniş kapsamlı olduğunu ve temel insani var oluş konularını da içine aldığını düşünür. Rüyalar ruhun doğal bir ürünüdür.

       Bir rüyanın tüm yönleriyle anlaşılmasında ilk adım onun tüm kapsamının bilinmesidir. Rüya; rüya sahibi ve onun yaşamı ile ilgili ilişkilerin, simgelerin ilişkilendirilmesini ve anlamlandırılmasını içerir. Her imaj ve simge incelenmeli ve rüya sahibi için anlamı saptanmalıdır.

       Stevens’a göre; Jung’un rüya teorisini dört başlık altında toplanabilir:

¨       Rüyalar bilinç düzeyindeki bir niyet ya da arzudan bağımsız olarak kendiliklerinden oluşurlar.

¨       Rüyalar kişiliğin dengesini ve bireyselliğini teşvik etmeye yönelik amaçlı ve dengeleyici unsurlar barındırırlar.

¨       Rüya sembolleri birer işaret olmayıp gerçek sembollerdir ve aşkın bir fonksiyona sahiptirler.

¨       Serbest çağrışıma dayalı yorumlardan çok, amplifikasyon ve aktif imgelem teknikleri sağaltım gücünü ortaya koyar.,

Jung klişeleştirilmiş simgelerin kullanılmasına karşı çıkar. Rüyanın etmenleri çok yönlüdür. Rüyayı gören kişinin çeşitli özellikleri, kültürü, vb. yorumlamada hesaba katılmalıdır. Ayrıca aynı simgenin anlamı birey için değişik zamanlarda farklılık gösterebilir. Aynı simgenin anlamı bireylere göre de değişir. Hatırda kalan rüyalar küçük parçacıklar dahi olsa bunların birer hikayesi vardır ve bunlar özel bir piyes şekline bürünür. Bu tip rüyalarda dört aşamalı belirgin bir yapı vardır:

Aşama 1) Çeşitli kişilerin yer aldığı, ter ve zamanı tayin eden sunum kısmı,

Aşama 2) Durumun karmaşıklaştığı, kurgusal gelişim kısmı,

Aşama 3) Olayların kesinlik kazandığı, ani değişiklik kısmı,

Aşama 4) Sonuç, çözüm veya rüya eyleminin neticesini içeren çözüm kısmı.

 

 

SİMGELER

 

Simge iki temel amaca hizmet eder. Bunlardan biri; engellenmiş içgüdüsel tepiye doyum sağlamaktır. Simgeler içgüdülerin dönüşüme uğramış biçimleridir. (cinsel enerji-dans, saldırganlık-yarışmalı oyunlar) Ancak simgeler gerçek boşalım nesnelerinin yerine başkalarını koymak değildir. Jung’a göre simgeler bastırılmış isteklerin maskelenmiş biçimi değil; anima, animus, persona ve gölge gibi arketipleri birleştirme ve bütünleştirme çabasıdır.

 

 

 

 

 

 

JUNG TERAPİSİ

 

       Bu terapi yalnızca tedavi yolu değil, aynı zamanda kişiliği geliştirme yoludur. Jung, psikoanalitik kuram içindeki psikopatoloji nedenlerine katılmakla birlikte başka nedenler de ileri sürmüştür. Cinsellikle ilgili bastırmalar, iktidar hırsı ve güç isteği gibi nedenleri kabul ederken şunları da ekler:

Dinsel ve tinsel gereksinimler ile  bilim arasındaki çelişki, insanın kendine yabancılaşması.

       Analizin amacı hastayı yaşam yolunu kendi başına bulabileceği ve bunu gerçekleştirmek için gerekli gücü elde edebileceği duruma ulaştırmada yardımcı olmaktır.

       Jung terapisinde hasta terapist insan ilişkisinin açıklama yoluyla iyileşme sağlanmasında önemli olduğunu belirtmiştir. Analizin ilk aşamaları kişisel sorunlarla ilgilenirken, son aşama kollektif bilinçdışıyla (bireyin süregelen yaşamda kendi yerini bulmasıyla) ilgilenir. Terapi gölge ve personanın  uzlaşmasını da içerir.

       Jung terapilerinde serbest çağrışım, rüya analizi tekniklerini kullanmıştır.

 

 

PSİKOTERAPİDE SİMGELERİN KULLANIMI

 

       Simgeler, psikolojik çözümlemelerde, sağaltımda ve gerçekte önemli yere sahiptir. En çarpıcı olarak gündüz rüyalarında görülürler. Gündüz rüyaları şu aşamalardan geçerek yorumlanırlar:

a)      Hastanın rüya sırasında kullandığı simgeler önem kazanır,

b)      Hastayı etkilemek için simgelerin dinamik gücünden yararlanılır,

c)      Terapist simgelerin canlı ve etkileyici bir gerçeğe dönüşmesini sağlar.

 

 

RÜYALAR VE SİMGELER

 

Simgeler arketiplerin dıştan gözlenen belirtileridir. Rüyalar sırasında görülen simgeler iki amaca yöneliktir:

a)      Engellenmiş içgüdüsel tepkiye doyum sağlarlar,

b)      Simgeler ilkel içgüdülerin dönüşümüne uğramış biçimleridir.

 

 

RÜYALAR VE YORUMLAR

 

       Rüyalar nesnel ve öznel biçimde yorumlanabilirler. Nesnel düzeyde rüyanın çevrede olup bitenlerle ilişkisi kurulur. Öznel düzeyde ise rüyadaki figürlerin rüya sahibinin kişiliğinin belirli yönlerini temsil ettikleri kabul edilir. Ağırlığın hangi tarafa verileceği ise koşullar belirler.

 

 

JUNG İLE FREUD’UN AYRILDIĞI NOKTALAR

 

Bu noktaları iki başlık altında topluyoruz:

1)      Kavramsal farklılıklar

2)      Freud’un otoritesi

 

Kavramsal  Farklılıklar:

ü      Freud’a göre libido cinsel kaynaklı bir enerjidir. Temelde davranış ve kişilik  oluşumunun  en önemli kaynağıdır. Jung’s göre ise libido; ruhsal sistemin bir enerjisidir ancak cinsel ya da başka bir şekilde özelleşmemiştir. Ayrıca kişilik gelişiminde libidoyla beraber pek çok süreç etkilidir. Ruh durağan değil, sürekli hareket eden, dinamik ve kendini düzenleyebilen bir yapıdadır.

ü      Freud’a göre yaşam, ölüm araya girinceye kadar yinelenen içgüdüsel eylemlerden oluşmuştur. Buna göre insan pasiftir. Jung’a göre ise insan; kendini yenilemeye çalışan ve yaratıcı bir gelişim içinde bulunan varlıktır.

ü      Jung, Freud’dan farklı olarak kişilik gelişiminde ırk ve soya çekim faktörlerine de önem vermiştir. Diğer uzmanlarca arketiplere, terapide geçen sihir, efsane gibi mistik kavramlara kuşkuyla bakılmıştır.

ü      Jung, şizofreni gibi psikoz durumlarının cinsel kökenli rahatsızlıklarla açıklanamayacağını savunur. Ancak histeri ve saplantılı nevrozun ‘cinsel libido’nun  anormal yön değiştirmelerine işaret ettiği konusunda Freud’a katılır.

ü      Jung, Freud’un cinselliği fazlaca abarttığını düşünür ve bu konuda onu eleştirir.

ü      Freud ve  Jung arasındaki en önemli fark bilinçaltının niteliğinden kaynaklanmaktadır. Freud’a göre kişiliğin iki yönü vardır. Bilinçli olan yönü bilinç; bilinçli olmayan yönü ise bilinçaltıdır. Bilinçaltında cinsellik ve saldırganlık  vardır. Jung ise bilinçaltını; bireysel ve kollektif olarak ikiye ayırır. Bilinçaltında yüceltilmiş tüm kavramlar, unutulan, ihmal edilen her şey, deneyimler vardır. Bilinçte ortaya çıkan davranış ve yeni yaşam şekillerinin kaynağı bilinçaltıdır.

 

 

 

FREUD’UN OTORİTESİ

 

       Freud, kendi görüşlerini kayıtsız şartsız kabul edecek bir meslektaş isterken, Jung kuramdaki bazı görüşleri benimsemek istemiyor ve eleştiriyordu. Ayrıca kendini bir başkasının varisi olarak görmek de istemiyordu.

 

 

 

Herşeyin bir güzelliği var, herkes göremese de...  
  PSİKOLOJİK DANIŞMAN
AHMET VURAL
 
HAFTALIK PROGRAM  
  Hangimiz bir gün yataktan kalkıp da daha akıllı olduğumuzu görmek istemeyiz ki? Bu dilek her ne kadar ütopik olarak görülse de bir bilim adamının yöntemi, 1 hafta gibi kısa bir sürede, zekayı yüzde 40 oranında artırmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Beynin herhangi bir kas gibi olduğunu ve egzersizlerle güçlenebileceğini öne süren İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nin Biyomedikal Bölümü’nden Prof. Mark Lythgoes’in 1 hafta süren programı BBC’de yayınlandı. Programa katılan 100 kişinin IQ’larında, yüzde 40 oranına varan artış görüldü. Bu artış katılımcıların programa katılmadan önce girdikleri testle, programdan sonra uygulanan test sonuçları karşılaştırılarak elde edildi.

İşte bir haftalık program

Cumartesi: Dişinizi her zaman kullandığını elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. Ve gözünüzü kaparatak duş alın.

Pazar: Sabah saatlerinde bulmaca çözün. Ve kısa yürüyüşe çıkın.

Pazartesi: Akşam yemeğinde yağlı balık yiyin. İşe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin.

Salı: Sözlükten bilmediğiniz sözcükleri öğrenin. Ve bunları günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın.

Çarşamba: Yoga, Pilates ya da meditasyon derslerine katılın. Daha önce tanımadığınız bir insanla konuşun.

Perşembe: İşe daha önce kullanmadığınız bir yoldan gidin. Televizyondaki ciddi bilgi programlarını izleyin.

Cuma: Alkol ve kafein tüketmekten kaçının. Alışverişe çıkarken listeyi ezberlemeye çalışın.
 
Bugün 74 ziyaretçi (99 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol