Proaktiflik ya da Reaktiflik
Müsbet Davranışın Gücü
Şunu biliriz ki, çevrenin ve insandaki hissi duyguların yapısı gereği müsbet davranışta bulunmak, imkansız olmasa bile, hiç de kolay bir şey değildir. Bu açıdan proaktiflik veya "müsbet davranış" "Çadırımın üstüne şıp dedi damladı" söyleminden öte bir derinliğe sahiptir. Acaba insanın olması gereken davranışta bulunmasını sağlayan arka planı nedir? Elbette bu hal, sahip olduğumuz iç değerlerimiz ve iç keyfiyetimizle yakından ilişkilidir. Hemen söyleyeyim ki, çevre etkilerini karşılayışımız, irademizin ta kendisidir. Hareket halinde dış dünyaya bizim yaptığımız bu tesirler, iradeden ibaret olan benliğin duygularla çarpışmasından doğan bir neticedir. Asıl bizim olan, çarpışan benlikle ondan zaruret halinde fışkıran ve tam manasıyla öznel ve şahsi olan karardır. Hareket bu kararın dıştaki eseridir. Eserin sahibi olan ferdî ruh bu mücadele sahasıdır. Duygular, irade ve dışımızdaki çevre bende ilk ve esrarengiz olan varlığın, yani benliğimin çarpıştığı muazzam sahnedir. Dışarıya yansıyan başarı bu iç dünyamızdaki kendimize karşı kazandığımız iç zaferin sonucudur. Bu anlamda, insanın müsbet davranışta bulunması, dış etkilere verilen bir karşılık olmanın ötesinde anlamlı olanın bu şekilde bir ifade halidir. Fakat bu da yeterli değildir, bu iç başarıya öncülük eden ve onu besleyen bir kısım değerlerin farkına varmalıyız.
Daha geniş açıdan baktığımızda müsbet davranışta bulunmayı besleyen bir kısım değerlerin varlığına ihtiyaç vardır. İnsan diğer varlıklardan farklı olarak kendine ve çevresine karşı vazifeleri ve sorumluğu olan bir varlıktır. İlgili vazifelerimize kendimizden başlamak üzere, önceliklerimizi bilip, içten hissedilen aktif sorumluluk duymalıyız.
Hareketlerimizin anlam haritaları olan, bizim anlam boyutumuzu oluşturan nerede, nasıl hareket etmemize ışık tutan, ilkeli ve dengeli davranmamızı sağlayan manevi değerlere tahkiki bilinç düzeyinde sahip olmalıyız.
Kendi hayatının ve taşıdığı misyonun sorumluğunu, başkalarına havale etmeden, inisiyatif kullanarak, bir iş, bir hizmet ortaya koyma cesaret ve gayretini içeren girişimciliğimiz gereklidir.
İnsan ilişkilerinde, onların durum ve beklentilerini dikkate alarak, karşılıklı etkileşim ve istek içerisinde hareketlerimizde etkililiği esas almamız önemlidir.
Gideceği limanı bilmeyen gemi, her yere gidebilir ama gideceği limanı bilen gemi sadece oraya yönelir ve oraya gider. İnsanın geleceğe ait düşünceleri, idealleri, ümitleri, yarınları ve ulaşmaya çalıştığı tanımlanmış hedefleri olmalıdır.
Yaratıcı, kainatta karşılıklı ilişki içerisinde olan bir düzen yaratmıştır ki; bu düzen içinde hizmet edene, hizmet edilmekte ve maddi manevi karşılığı verilmektedir. Herkesin kendisine verdiği bir anlayış değil, başkalarına karşılıksız veren bir hizmet anlayışına sahip olmamız bizi müsbet davranışa götüren değerlerdir. Mesela, sorulan bir soru karşısında bu anlayışta olan biri "Hangi kaynaklardan yararlanarak sorunun çözümüne katkım olabilir" eğiliminde iken; bu anlayıştan uzak biri ise aynı soruya "Bilmiyorum ben, ne bileyim" diye cevap vermekten çekinmez ve olumsuz davranış içerisinde olur.
Burada "olumsuz davranış", müsbetin zıddı olmakla birlikte, aynı zamanda ilkesiz, sorumsuz, dış etkilerle baş gösteren fevri tepkileri içermektedir. Olumsuz davranış içerisindeki insan, olaylarda sorumluluk almadığı gibi, kendi başarısızlığından başkalarını sorumlu tutar, böylelikle her olay ve durumu olumsuz değerlendirir. Onun için dünya bahane ve mazeret dünyasıdır. Mesela olumsuz davranış anlayışı içerisindeki bir kişiye, "Niçin böyle davranıyorsun?" diye sorulduğunda o, "beni çok kızdırıyor!" türünden mazeretler bularak, kızmasının sebebini kendisinin dışında birine yükler. Sözgelimi, ailede eşler arası ilişkilerde eşlerin birbirlerini suçlamaları, hatanın kaynağının "diğeri"nin olduğunu söylemesi bu şekilde tepkisel davranıştır. Eğer bu anlayıştaki kişi bir öğrenciyse başarısızlığının sebebi dış şartlar yani, anası-babası, kırık notun sebebi hocası, başarısızlıklarının sebebi, kendisinden başkası, herkes, bazen kader, hatta gökteki yıldızlardır!
Anlaşıldığı gibi olumsuz davranışa sahip insanın davranışını değerler değil, dışarıdan gelen "etki"ler ve aynı dilde verilen "tepki"ler oluşturur. Bu davranış tarzı daha çok hayvan davranışlarını açıklayan basit davranış modelinin "etki-tepki" mantığına dayanır. Buna insanın "ham" tarafının dışa vurumu da diyebiliriz. Konunun üzerinde durulması gereken de zor olan taraf da burasıdır: Bahane bulmadan müsbet davranışta bulunabilmek.
İslam alimlerinden Ebu Hanife'ye ait şöyle bir kıssa anlatılır. O, talebeleriyle birlikte giderken kendilerine süratle gelen bir boğa sürüsünü görünce itinayla kenara çekilir, boğalara yol verir. Talebelerinin "niçin bu itina!" diye sormaları üzerine şu cevabı verir: "Onların (boğaların) boynuzları var; benimse aklım!" İşte bu insan, dış etki karşısında basit tepkide bulunmadan, uygun olanı, yani müsbet davranışta bulunmayı yeğlemiştir. Bu kendisindeki özgür iradeye ve iç keyfiyete dayanan ilkeli-bilinçli bir seçimdir. Böyle bir anlayışa sahip olan insan, kendi denetimi dışında kendisine yapılanları, yer alan olayları çoğu kez doğrudan etkilemeyeceğinin dahası değiştiremeyeceğinin farkındadır; bununla birlikte bu olaylara nasıl bir tutum içinde yaklaşabileceğini, olayları nasıl yorumlayacağını, kendi etki dairesi içerisinde sahip olduğu kabiliyet ve değerlere dayanarak belirler, ona göre hareket eder.
Gözardı etmemek gerekir ki, çevre kışkırtıcı da olabilir. İnsana "Artık yeter!" dedirterek olumsuz tepki vermeye zorlayabilir. Çevredeki etkilere göre tepkici olan insan kışkırtıcı dürtülerin etkisinde kalır ve provake ayartmaların oyununa gelir, olumsuz davranışta bulunur. Müsbet davranış sahibi insan sağduyusuyla olaya bakar ve şöyle düşünür. "İradem ve İlahi irade izin vermedikten sonra kimse bana bir kötülük yapamaz." Özellikle örnekteki "boynuzlar"da olduğu gibi, namluların, postalların, kanun dışılığın hüküm sürdüğü baskıcı ve sıkıcı, mikro veya makro ortamlarda müsbet davranış içerisinde olmak, uzun dönemde kazançlı çıkmanın ipuçlarını taşır.
Biz bilmekteyiz ki, çoğu kez esas problem, problemin kendisi değil; problemin kendisine gösterdiğimiz olumsuz tepkilerdir. Böyle durumlarda gösterilen hissi tepkiler amacını aşan tepkilerdir ve çoğunluklada yaralayıcıdır. Yerinde olmayan ve adresini bulmayan tepkiler, kişi haklı olsa bile, onu haksız duruma düşürür. Mesela, küçük dünyamız olan evimizde bir antika vazonun kırılması durumunda, vazoyu kırana karşı gösterilen hissi-olumsuz tepki, belki de onarılmayacak şekilde nice canları ve kalpleri kırmaya yetecektir. Dahası bu tür tepkinin kendisi başlı başına bir problem haline gelebilecektir. Bilmem bir çok aile depremlerinin bu kabil tepkisel ayrıntıların veya bunların birikiminin sonucu olduğunu söylememize gerek var mı?
Bu söylediklerimizi pekala ebeveyn-çocuk ilişkisi açısından düşünebiliriz. Mesela, müsbet davranış içerisinde olan baba, problem karşısında önce çocuğunun istenmeyen davranışı niçin yaptığını anlamaya çalışır, onun bakış açısıyla olan biteni anlamaya çalışır, ona göre hareket eder. Ama, tepkici tutuma sahip baba ise, çocuğunun istenmeyen davranışı karşısında hemen cezalandırmayı ön palana alır; onun haftalık haçlığını keser, arkadaşları önünde utandırır, onlarla oynamasına izin vermez, belki de döver. Bu şekilde herkes kendinde olanı çocuğuna miras bırakmış olur! Şu halde olaylara yaklaşımımızdaki bakış açımız ve tutumuzdaki kullandığımız "dil" önemli olmaktadır.
Müsbet Davranışın Dili
Dikkat edilirse burada, tüm arka planlarıyla "müsbet" ve "menfi" olmak üzere iki farklı paradigma, yani iki "bakış açısı" var. Esas mesele bizim dünyaya, olaylara hangi bakış açıyla baktığımızdır? Çünkü tutum ve davranışlarımızı sahip olduğumuz bakış açılarımız belirler. Bu bakımdan bakış açımız, bizde bilinçli alışkanlıklara dönüşmüş ise etkili olur. İşte olaylar karşısında kullandığımız "dil", kendimizin ne derecede müsbet ya da olumsuz davranış içerisinde olduğumuzu gösteren bir ölçüdür.
Mesela günlük yaşantımızda olumsuz davranışın "reaktif" dili şu ifadeleri taşır: "Eğer ailem böyle olmasaydı..." gibi geçmişe dönük, ya da "Keşke karım daha sabırlı olsaydı..." gibi yaşanan zamana dönük, sorumluluktan kaçma senaryoları kullanıyor muyuz? Eğer bir kişi "Keşke karım daha sabırlı olsaydı..." dediğinde aslında, satır arasında şunu söylemiş oluyor: "Ben kendime sahip değilim, bir başkasının davranışları benim tesir gücümü etkiliyor, aslında ben çok daha iyi durumda olabilirdim ama, hanımımın sabırsızlığı istenmeyen olayların sebebidir, ben suçsuzum hakim bey!"
Bu şekildeki menfi tutumun dili farkında olup olmayalım determinizmin temel bakış açısını yansıtıyor. Özü ise, sorumluluğun devredilmesinden ibaret. "Sorumlu değilim, irademi kullanamıyorum, davranışlarımın yönünü seçemiyorum" demektir.
Buna karşılık Müsbet davranışın proaktif dili şu ifadeleri taşır. Mesela menfi tutumda yer alan sorumluktan kaçmak anlamında "Yine onun yüzünden başıma neler geldi" veya "Bu benim kaderim" sözlerinin yerine; davranışların sonuçlarını üstlenerek "Ne yaptım da başıma bu olayı getirdim" veya "ne yaptım da kadere bu fetvayı verdirdim" biçiminde düşünür. Yaşanan olayı bir ikaz, belki de "şefkat tokatı" olarak algılar, davranışlarını ona göre sorgular. Olandan kendine ders çıkartmaya çalışır, yeni düzenlemeler yapar, kendini geliştirir.
Açıkçası müsbet davranışın felsefesini özümsemiş bir insan, "Eğer ailem böyle olmasaydı" yerine "bu durumda yapabileceğim ihtimaller olmalı" anlamında açık uçlu düşünür. Bir adım sonrası için "Yapabileceğim bir şey yok" ümitsizliğine iltifat etmez; "İhtimallere bir bakalım" diye çözüme eğilimli durur. "Ah keşke şöyle olsaydı da, şunu yapabilseydim" avuntusuyla kendini kandırmaz, kararlılıkla "yapacağım" der, girişimde bulunur, sorumluktan kaçmaz. Mesela ilk okuldaki çocuğunuzun toplantılardan birinde öğretmenin: "Bu sınıfa bir şey öğretmek çok zor, dinlemeyi hiç bilmiyorlar" dediğine hiç rastladınız mı? Acaba öğretmen onları dinlemeye yönlendirecek kişinin kim olması gerektiğini düşünüyor.?
Mizah ve Sevginin Müsbet Ritmi
Faklı yönüyle şunu da söylemek gerekir ki, belirli duyarlılık içerisinde samimi duruş, içten tebessüm, yapılan latif mizah günlük hayatta, özellikle de gergin durumlarda çok işe yarar. Öyle ki "pireyi deve yapma"yı önleyici müsbet etkisi vardır. Ortamın gerginliğini giderir, soruna daha yumuşak yaklaşılmasını sağlar, aynı zamanda somurtan kuralların protokolünden insanı uzaklaştırır. İnsanlar hakkında güzel düşünmek; insanların kalplerine yönelik mesaj göndermemiz, muhatabımızın üzerinde olumlu etki bırakacak bilcümle müsbet durumlardır.
Bir şey daha söyleyelim, konunun temelinde menfiler karşısında iradi bir seçim olduğuna göre; insan çirkinin karşısında güzeli, mutsuzluğun karşısında mutluluğu, nefretin karşısında sevgiyi pekala seçebilir. Dünyaya, olaylara, nesnelere bakış açısı "Her şeyin iyisine bak" ilkesi olması halinde iyiye ve güzele karşı duyarlıdır. Sözgelimi sevgiyi ele aldığımızda, sevgi burada güzel bakış açımızın ve bu doğrultuda seçimlerimiz arasında olan bir eylemdir. Siz sevmekte zorlandığınız bir yakınınızı, karar verip, sevebilirsiniz. Mesela isterseniz, sevenlerin sevdiği gibi, "Azrail"i dahi sevebilirsiniz; neden olmasın; nihayetinde o da bir melek değil mi?
Demek oluyor ki; müsbet davranışa sahip insanlar kendi sorumluluklarını kabul ederler. Davranışlarından ötürü olayları, şartları ya da şartlandırmayı suçlu bulmazlar. Onların davranışları, duygulara dayanan şartlardan çok, bilinçli bir biçimde yaptıkları, değerlere dayalı kendi seçimlerinin ürünüdür. Olaylar ve ilişkiler karşısında müsbet davranış, kişinin etki alanında olduğunu, olumsuz davranış sahibi ise etki dairesinin dışında oyalandığını gösterir.
Siz tepkilerle oyalanmayın, davranışlarınızla etkili olun.
Faydalanılan Kaynaklar:
1. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1997, s. 455.
2. Bediüzzaman Said Nursi, Lem'alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1998, s. 213.
3. Stephen Covey, R., Etkili Ailelerin Yedi Alışkanlığı, Çeviren: S. Yeniçeri, Beyaz Yayınları, İstanbul 1999.
4. Stephen Covey, R., Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı, Çeviren: G. Suveren, O. Deniztekin, Varlık Yayınları, İstanbul 1997, s. 68-70.
5. Nurettin Topçu, İradenin Davası, Devlet ve Demokrasi, Dergah Yayınları, İstanbul 1998, s. 18