PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK
PSİKOTERAPİLER  
  ANA SAYFA
  İletişim
  ERİCH FROMM VE HÜMANİSTİK PSİKANALİZ
  DİNAMİK PSİKOTERAPİ
  KAREN HORNEY VE BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM
  AKILCI-DUYGUSAL TERAPİ
  ROGERS ve BİREY MERKEZLİ DANIŞMA YAKLAŞIMI
  GERÇEKLİK TERAPİSİ
  GEŞTALT TERAPİ ( F. PERLS )
  Holistik Tedavi
  VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ
  AYNA TERAPİSİ
  BİBLİO TERAPİ
  BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ
  BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ
  Bilişsel Davranışçı Oyun Terapisi
  Bütünleyici Bireysel Terapi ( BBT )
  çözüm odaklı kısa süreli yaklaşım
  EMDR TERAPİ
  ERİCKSONİAN PSİKOTERAPİ
  E-TERAPİ
  Feminist terapi
  FOTOTERAPİ (IŞIK TERAPİSİ)
  Hidro Terapi
  HİLL & O'BRİEN TERAPİSİ
  HÜCUM TERAPİSİ
  JUNG TERAPİ
  LOGOTERAPİ
  Müzik Terapi
  Oyun Terapisi
  Pozitif Psikoterapi
  Sine-Terapi
  ŞEMA TERAPİ
  HİPNO-TERAPİ
  AİLE DANIŞMANLIĞI
  CİNSEL TERAPİ
  ERGENLİK PSİKOLOJİSİ
  LİNK
  ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
  nevzat tarhan
  Konuşma ve Dil Terapisi
  ÇOCUK RESMİNİN GELİŞİM AŞAMALARI
  PSİKOTERAPİ TÜRLERİ
  HİPPOTERAPİ
  Yiğidi Öldür Terapi Deme!
  Duanın Psikolojik ve Sosyolojik Faydaları
  PSİKOLOJİK DANIŞMA İLKE VE TEKNİKLERİ
  Ön Görüşme Sürecinin Öğeleri
  TERAPÖTİK İTTİFAK VE İLİŞKİ
  DOĞU HİKAYELERİYLE PSİKOTERAPİ
  empati ve empatiyi iletme
  İLK GÖRÜŞME
  Seçmeci (Eclectic) Yaklaşım
  PSİKOLOJİK DANIŞMANIN SAHİP OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER
  Psikolojik Danışma Süreci
  Psikolojik Danışmada Danışmanın Rolü ve İşlevi
  Psikolojik Danışmanın Amaçları
  psikolojik yardım aşamaları
  kendini tanıma rehberi
  KİŞİLİK TESTİ
  DEPRESYON
  Depresyon Testi
  STRESE DAYANIKLILIK ÖLÇEĞİ
  HAFIZANIZI GÜÇLENDİRMEK İÇİN 8 ADIM
  ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI
  NE KADAR PANİKSİNİZ?
  DUYGUSAL ZEKA TESTİ
  Hipnoz ve Depresyon
  Hipnoz ve kötü alışkanlıklar
  Hipnoz, Çözülme ve Travma
  HİPNOZ VE KONVERSİYON BOZUKLUKLARI
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarının Kontrolünde Hipnoz
  ŞİŞMANLIKTA HİPNOTERAPİ
  Yeme Bozuklukları ve hipnoz
  Zeka Geliştirmek İçin 5 Yöntem
  Adleryan Terapi Teknikleri
  KENDİNİZİ DERS ÇALIŞMAYA NASIL KONSANTRE EDEBİLİRSİNİZ?
  BİOENERJİ
  EMPATİ
  Evlilikte Stres Kaynakları
  Stres ve Manevi Yaşam
  Stres ve Sabır
  Stres
  Kendi stresini yönetmede teknikler
  Stres’in Etkileri
  pozitif stres yönetimi
  GRUP PSİKOTERAPİSİNDE DEĞİŞMEYE YOL AÇAN SAĞALTICI FAKTÖRLER
  Grupla Psikolojik Danışma
  ÇOCUKLARDA DÜŞÜNME BECERİLERİ NASIL GELİŞTİRİLİR?
  Zeki çocuklar yetiştirmenin püf noktası
  Bediüzzaman'ın Eğitim Yaklaşımı
  İnsan problemlerine Kur’ân’î çözümler
  Proaktiflik ya da Reaktiflik
  Tûl-i Emel
  Bediüzzaman'a Göre Bilimin Değeri
  Akıl ve Duygular
  Akla Uygunlaştırma
  Aşırı girişkenlik
  Bastırma Mekanizması
  Belirsizlikler İçinde Aranan Güven Duygusu
  Birlik ruhu için şeffafiyet
  Depersonalizasyon
  Duygu Çağı
  En ucuz enerji kaynağı: Tebessüm ve selâm
  Güzelliğin yeniden tanımlanması
  Hayat ve Anlamı
  Hayat yolculuğunda çelişkili duygular
  İç Sesler
  İnancın Sosyolojik Boyutu
  İnsanlık Peygamberlere Muhtaçtır
  Kendini Gözlemleme
  Korkularımız
  Kulluk Psikolojisi
  Mutluluk Öze Dönmekle Olur
  Olayların gerçek boyutu
  Olumlu olmak
  Ölümü Düşünmemek Başını Gaflet Kumuna Sokmaktır
  Savunma Mekanizmaları ve Başaçıkma Şekilleri
  Suçluluk duygusu
  Şefkat
  Varlığın besmelesi olan sevgi
  Varlığın öz enerjisi: Muhabbet
  GESSELL GELİŞİM TESTİ
  Hipnoterapi nasıl uygulanır
  Hipnoz Hastasının Özellikleri
  Hipnotik Seansın Özellikleri
  Hipnoz Nasıl Uygulanır
  Hipnoz Nedir
  Hipnoz Teknikleri
  hipnozda uyulması gereken kurallar
  hipnozun uygulanmaması gereken haller
  Hızlı Hipnoz Tekniği
  Kendi Kendini Hipnoz (Oto-Hipnoz)
  ÖRNEK HİPNOTİK ENDÜKSİYON
  HİPNOZ HAKKINDAKİ MİT (BATIL DÜŞÜNCELER)'LER
  AİLE TERAPİSİ UYGULAMASINDA TEROPÖTİK YAKLAŞIM
  Aile ve Evlilik Terapisinde Amaçlar
  AİLE TERAPİSİ ÖZEL NOTLAR
  aile terapisi uygulama örnekleri
  Aile-Evlilik-İlişki Terapisi Nedir
  Evlilik Problemleri Nasıl Çözülür: 9 Öneri
  PSİKODİNAMİK VE BOWEN AİLE TERAPİLERİ
  YAŞANTISAL AİLE TERAPİSİ
  AİLE İÇİ PROBLEMLER VE ÇÖZÜM YOLLARI
  Cinsel Danışma ve Rehberlik - Uygulama
  CİNSEL TERAPİDE EV ÖDEVLERİ
  Cinsel Sorunlarda Hipnoterapi
  Holistik Cinsel Terapi
  CİNSEL PROBLEMLER
  ERGENLERLE İLETİŞİM
  ERGENLİKTE DİN VE AHLAK GELİŞİMİ
  ERGENLİK (PUBERTE) DÖNEMİ FİZYOLOJİK GELİŞİM
  ERGENLİK VE KİMLİK BOCALAMASI
  ERGENLİK DÖNEMİ ARKADAŞ İLİŞKİLERİ
  ERGENLİK DÖNEMİNDEKİ BİLİŞSEL GELİŞİM
  ERGENLİKTE CİNSEL GELİŞME
  GENÇ KIZ SAĞLIĞI
  ERGENLİKTE DAVRANIM BOZUKLUKLARI
  ERGENLİKTE DUYGUSAL GELİŞİM
  ERGENLİKTE MADDE BAĞIMLILIĞI
  ERGENLİKTE TOPLUMSAL GELİŞİM
  SOSYAL FOBİ
  ÖZGÜL FOBİ-2
  Psikolojik Rapor Yazma
  Gazali'nin Motivasyon Teorisi
  Hz. Muhammedin Evlilik Hayatı Ve Tavsiyeleri
  HİPNOZ
  HİPNOZ TEKNİKLERİ
  BİLİŞSEL-GELİŞİMSEL TERAPİDE HİPNOZUN KULLANIMI
  Hipnoz ve Depresyon-1
  HİPNOZ VE KÖTÜ ALIŞKANLIKLAR
  HİPNOZ ve Yeme Bozuklukları
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarının Tedavisinde-üstesinden gelinmesinde –yönetiminde (management) Hipnozun kullanımı
  Hipnoz ve Anıların Çağrımı
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarında Hipnoz
  KONVERSİYON BOZUKLUKLARI
  ŞİŞMANLIKTA HİPNOTERAPİ-1
  Hipnoz, Çözülme ve Travma-1
  Kişilik ve Psikotik Bozukluklar
  HİPNOTİK TELKİNLER İÇİN CÜMLELER KURMA
  Affect Bridge (Hipnoanalitik Yöntem)
  STEIN’İN SIKILMIŞ YUMRUK TEKNİĞİ
  KENDİLİK DEĞERİNİ ARTTIRMA ÖNERİLERİ
  BECK UMUTSUZLUK ÖLÇEĞİ
  BEİER CÜMLE TAMAMLAMA TESTİ
  COOPERSMıTH ÖZSAYGI ENVANTERİ
  CORNEL İNDEX TESTİ
  SCL–90-R
  RATHUS ATILGANLIK ENVANTERİ
  PSİKOLOJİK DANIŞMA--Temel Öğeler
  TERAPÖTİK İLETİŞİM
  KISKANÇLIK
  Risale-i Nur'dan Sosyal Problemlere Reçeteler 1
  Risale-i Nur'dan Sosyal Problemlere Reçeteler 2
  OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUĞU
  PANİK BOZUKLUĞU - PANİK ATAK
  TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
  Alzheimer
BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ

BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ

Genel Bilgi

"Akıl bir gemi, fikir onun yelkeni, kullanabilirsen kendini, yoksa el kullanır seni" vecizesini küçüklüğümde büyüklerimden sık sık dinlemişimdir. Henüz soyut düşünceye geçmediğim, somut düşünce aşamasında söylenen bu sözleri somut bağlamında algılar ve anlardım. Denizde yüzen bir gemim olduğunu ve bu geminin fikir denen yelkenleri bulunduğu ve bu gemime ben sahip çıkmazsam başkalarının alıp göteceğini düşünürdüm. Bu vecizede akıl kelimesi geleneksel anlamda akletmek, doğruyu tercih etmek, bireyin kendisine yararlı olacak olana yönelmesi ve akl-ı selim davranma bağlamında kullanılmıştı. Fikir ise eskilerin tefekkür, yenilerin düşünce ismini verdiği bilgi işleme sürecidir. İnsanların hepsi düşünürler ve tefekkür ederler. Düşünebilmek için beynimizin alt yapısının buna uygun olması gerekir. Düşünme, alternatifler arasında kıyas yapabilme, farkında olabilme, fikir ileri sürebilme ve sonuca ulaştırabilme yetisidir. Düşünülen şeyin bireyin veya toplumun yararına mı, zararına mı olduğu konusu ahlaki bir konudur ve kültürel normlarla belirlenir. Düşünmek ise beynin bir fonksiyonudur.

Düşünce, primitif halden olgun hale doğru bir gelişim çizgisi gösterir. Bebek, düşünmeden uzak bir yapıyı simgelerken olgunlaşmış yaşlı bir fert, düşünmenin en üst düzeyini simgeler. Düşünceyi, bu bağlamda ele aldığımızda dikey ve yatay iki eksendeki gelişiminden bahsedebiliriz. Dikey manada gelişim, yaşla beraber içeriğin zenginleşmesi, gerçek manada düşünce süreçlerinin oluşmasını içerirken; bireyin nesne ile olan ilişkilerinin zenginliğinden elde edilen yatay anlamdaki gelişme çepersel bir büyümedir. Büyüme ve gelişmenin senkronize bir şekilde ortaya çıkması üretkenliği, belki de sıçramalar oluşturan dehayı yaratan ana kombinasyondur. Düşünce her ne kadar beynin bir fonksiyonu ise de yalnız başına tanımlanamaz. Düşünceyi tanımlayabilmek için onu meydana getiren parçaları ayrı ayrı tanımlamak gerekir. Düşünce bu parçaların hepsinin aktif katılımı ile senkronize olmuş bir bütüncül çalışma sonucunda ortaya çıkabilir.

 

Düşüncenin oluşabilmesi için şu alt kompartımanların bulunması gerekir: Dikkat ve odaklanma yetisi, konsantre olabilme kabiliyeti, irade, üçlü hafıza kaydının çalışması, hafıza kaydından geri çağırabilme yetisi, olaylar arasındaki bağlantı kurma yetisi olarak zekâ, algılama organlarının işlevselliği, kavrama ve algının entegrasyonu.

Düşünce bir süreç iken, düşündüğünü idrak edip düşünceyi iradi dikkatle belirli bir alana yönlendirme, odaklanabilme ve sonuca ulaştırabilme yetisi ise bir bilinç ve şuurluluk halidir. Bilinç birçok bileşenin bir araya gelmesi sonucunda düşünce fonksiyonunun belirli bir soyut veya somut nesneye yöneltilebilme yetisidir. Bilinçli olmak, idrak etmek, farkında olmak ve üzerinde düşünmek, insanı insan yapan temel ve karmaşık fonksiyondur. Düşünce süreçlerinin tamamen normal çalıştığını kabul edersek, kişinin iradesiyle neyi düşüneceğine ve nasıl düşüneceğine dair bir yapılandırma karşımıza çıkmaktadır. Burada iş karmaşık bir hal almaktadır. Düşünce süreçlerinin hangi etkiler altında hangi yollara yöneldiğinin matematiksel kurgusunu ortaya koyabilir ve bunu anlayabilirsek bir takım düşünsel kaynaklı rahatsızlıkların tedavisinde neler yapabileceğimizi daha iyi kavramış olacağız.

Bilinç anlıktır ve tek bir şeye odaklanabilir. Bu bilincin temel açmazıdır. Geniş olarak farkındalık düzeyimizin yüksekliği bilinç ile alakalı değildir. Bilinç, sahayı tarayan bir projektör gibi geçtiği alanlara geçici ve anlık ışık tutar. Projektörü yönlendiren arka yapıdaki karmaşa ve üst idrak seviyesi; projektörün zaman zaman nerede ne kadar duracağını ayarlayan, bilinçle karşılıklı etkileşim içerisinde fonksiyon sürdüren bir yapıdır. Çevrenizdeki herhangi bir şeye odaklandığınızda iradi dikkatinizle o nesne üzerinde düşünce sahibi olursunuz ve bilincin farkındalığı o nesne ile ilintilidir. Zihinde aktif olarak var olan ise o nesnedir. Ancak o nesne etrafında oluşturulan tüm dış dünya, daha önce oluşturulan nesne tasarımlarının hafıza kayıtlarında olduğu gibi kullanılır. Eğer kişi bir odada bir vazoya odaklanmış, vazonun üzerindeki figürleri inceliyorsa, düşüncesi, dikkati ve farkındalığı vazo üzerindedir. Yan tarafında koltuk üzerinde bulunan bir nesnenin oradan düşmesi, uçması veya alınması fark edilmiyorsa, kişi iç dünyasında vazo dışındaki diğer nesnelerin aynılığını ve devamlılığını idrak içerisinde düşünce sürecine devam edecektir. İlginçtir ki bir düşünceye odaklanırken, üzerinde odaklandığımız düşüncenin önem derecesine göre dikkat ve konsantrasyon ortaya çıkar. Önem derecesini ise kişinin kimlik ve kişilik özellikleri belirler. Bu da değişken ve dinamik bir süreçle ortaya çıkar.

Bireysel gelişmemizde belirli bir alandaki nesne veya objelere aşırı bir ehemmiyet vermiş isek, onlara karşı yoğunlaşma o derecede yüksek olacaktır. Bu çok önemlidir, çünkü değişmezliğini kabul ettiğimiz içteki nesne tasarımlarının hafıza kayıtlarında bulunması gibi konsantre olduğumuz nesnenin dışındaki dünyanın aynılığını ve sürekliliğini hep muhafaza ederiz. Ancak civardan bize ulaşan beş duyumuz ile zihnimize intikal eden milyonlarca uyaran, bu konsantrasyonu, idraki ve teğetsel bilinci engelleyemez. Ne zaman ki içteki önem derecesine göre bu gelen bu milyonlarca uyarıdan herhangi birisi özel bir anlam içeriyorsa, yani önem olarak eşik değerin üzerine çıkıyorsa, teğetsel bilinç ilgilendiği olaya değil arka planda duran diğer olaya yönelir. Çünkü o, eşik değeri geçmiş olan ve kendi üzerine dikkatin çekilmesini isteyen diğer bir nesnedir. Birey o nesneye yöneldiğinde vazo örneğindeki gibi vazo arka planda kalır. Diyelim ki vazo ile ilgilenip vazo üzerindeki motifleri incelerken civardan geçen bir sivrisineği ya da içerde ağlayan çocuğu fark edemeyebiliriz. Ancak sivrisineğin ve bebek ağlamasının bizce önem derecesi yüksek ise, vazoya olan ilgi ve odaklanmamız sivrisineğe veya bebeğin ağlamasına yönelebilir. Burada bilinç diğer bir alana kaymıştır. Vazo ve bebek dışındaki tüm dünya daha önce algıladığımız içsel tasarımlarımızın iç dünyamızdaki sürekliliğinden başka bir şey değildir. Fakrında olduğumuz şey vazo üzerindeki anlık teğetsel odaklanmalar veya bebeğin anlık ağlama dilimleridir.

Burada sanki bilinç zamanın en küçük birimi ile var olmakta, onun dışında hemen yok olmaktadır. Bilincin sürekli varlığını devam ettirdiğini sandığımız şey ise hafıza kayıtlarındaki nesne tasarımlarının sürekliliğini muhafaza etmesi duyumudur. Bizi ilgilendiren konu, önem derecelerinin nasıl oluştuğu, önceliğin neye göre verildiği, önem derecesi olarak ehemmiyet verilen algının pozitif mi negatif mi olduğu hakkındaki yorumlama ve ondan kıyas yoluyla yapılan çıkarımdır. Bu kısmı aşağıda detaylı olarak işleyeceğiz.

Anlık teğetsel bilinç fonksiyonları ile hayatı idame ettirmek ve her an yeni bir varoluşu gerçekleştirmek mümkün değildir. Bu insanda kaos oluşturur. Bunu ortadan kaldırabilmek için insanlar mükerrer defalar yaşadıkları bilinçlenmelerle ve nesne ile ilişkilerindeki bir takım temel kabullerle sürekliliğe ulaşırlar. Bu temel kabuller artık sorgulanmadan kullanılan otomatik kalıplar halini alır. Bunlar artık öğrenilmiş, otomatik kullanılan ve üzerinde düşünülmeyen hayatı kolaylaştırıcı şemalardır.

Temel soru bireyin vazoya mı yoksa sineğe mi odaklanacağı ve vazoya odaklandığında, sivrisineği niçin fark ediyor ya da etmiyor oluşudur. Yine vazoya odaklandığında bundan mutluluk mu doyuyor yoksa sıkıntı mı, vazoya odaklandığında etrafındaki diğer nesnelerin mutluluk veren taraflarına mı odaklanıyor yoksa sıkıntı veren taraflarına mı; etrafındaki nesnelerin kendisine haz ve mutluluk verenlerine mi yoksa sıkıntı verenlerine mi ehemmiyet veriyor olduğudur. Ayrıca konu dönüp dolaşıp çocuğun ruhsal kimliğinin oluşumuna gelmektedir. Kaotik nesne ilişkilerinden kurtulmak isteyen ve her an yeniden var olmak yerine nesne tasarımları sayesinde varlığını ve sürekliliğini aynıyla devam ettiren çocuğun bunlar için birçok aşamadan geçmesi gerekiyor. Konuyla ilgili detaylı bilgileri insanın gelişim evrelerinde anlatmıştık.

Çocuk ebeveynin veya bakıcıların nesne ile ilişki şeklini modeller. Bir ev içerisindeki nesnelerin önemlilik derecesi aile tarafından sanki zımnen kodlanmaktadır. Sehpa üzerindeki kristal vazonun önemliliği ile kül tablasının önemliliği aynı kategoride değildir. Ebeveyn kristal vazoya yaklaşırken jest, mimik ve hareketleriyle pahalı ve önemli bir şeye dokunduğunu zımnen çocuğa göstermektedir. Aynı ilişkiyi kül tablasıyla ortaya koyarken basit bir şekilde kül tablasının önem derecesinin azaldığı görülmektedir. Çocuk kül tablasına uzanıp almaya çalışırken, ailenin yüzündeki tedirginlik ile baba yadigârı kristal vazoyu almaya çalışırken ailenin yüzünde beliren tedirginlik farklı farklıdır. Bu durum ayrı ayrı kodlanmış önemlilik derecesinin farklılığını gösteren bir yapılandırma sürecidir. Biz her ne kadar burada sadece bir vazo ve kül tabağı üzerinden bu örneği göstermiş olsak da bütün sosyal ilişkilerin ikili, üçlü ve tüm nesne ilişkilerinin ehemmiyet derecesi aynı şekilde ruhumuza kodlanmaktadır. Bu kodlanmış sistemi aynen kopya ettiğimizde nesne ile ilişkiler kaotik olmaktan kurtulacak, matematiksel bir sürekliliğe ve geçerliliğe sahip olacaktır. Bebeklik dönemindeki bu kodlama kişiliğin ana temel kabullerini oluşturacaktır. Artık bunların üzerinde düşünmek, fikir yürütmek, yordamda bulunmak ve yeni bir sonuç çıkarmaya gerek yoktur.

Çocuğun modellediği ebeveynin nesne ile ilişkileri sağlıklı ve normal ise çocuğun geliştireceği kişilik örüntüsü o oranda normal olacaktır. Bu temel kabuller üzerine çocuk eşya ile ilişkilerinde bir takım tecrübî bilgiler ve beceriler elde edecektir. Zamansal süreç içerisindeki nesne ile ilişkilerde bu tecrübeler bireye haz duyumu oluşturduğu müddetçe kalıcılığını sürdürürken nesne ile ilişkide sıkıntı ve acı duyulması aynı şekilde o ilişkinin bu bağlamda kodlanması sonucunu doğuracaktır. Önem derecesinin birinci ayağında; anne-babanın önem derecesinin bebeğin ruhuna kopyalanması söz konusu iken ehemmiyet derecesinin ikinci ayağında; çocuğun gelişim evrelerinde nesne ilişkilerinde yaşadığı haz ve elemin şiddet derecesine göre yeni bir kategorizasyon yapılacaktır. Bu kategorizasyona göre de daha sonraki nesne ilişkilerinde ön yargılı olarak yaklaşılarak sonucun o yönde olacağı ihtimali önkabulünden dolayı ya olayı peşinen negatif olarak kabul edilecek ya da acı duymamak için o nesne ile baştan hiçbir ilişkiye girmeyerek ondan kaçınılacaktır.

Bunlar fonksiyonel olmayan davranışlardır. Temel arkaplan öğretileri üzerindeki bir katmanda yer alırlar. Yine bunlar önyargılar, tutumlar ve tabulardır. Birey, yaşamını ve yaşam alanını temelde anne-babadan aldığı temel kabuller çerçevesinde, kendi tecrübeleriyle oluşturduğu fonksiyonel olmayan kabulleriyle birleştirerek yeni bir alan seçer. Bu alan içerisinde yaşamını ve nesne ilişkilerini sürdürür. Bunların devamlılığı kişinin varoluşunu devam ettirir. Ancak bu varoluş bazı bireylerde mutluluk ve keyif halini alırken, bazılarında sıkıntı, bunaltı ve çaresizlik meydana getirir. Temel kabulleri ve ana şemaları sorgulama ve değiştirme imkânı olmadığından yeni olaylarla karşılaştığında otomatik düşünce kalıpları aktive olarak arka plandaki ana yapının işlerliğini devam ettirmeye çalışırlar. Bu da kişinin hayat içerisindeki varlığını sürdürmesine neden olur ve de hiçlik ile yokluk karşısında alınması gereken en önemli tedbirdir. Ancak bireyin ebeveynden aldığı temel kabulleri, tecrübesiyle elde ettiği yargıları ve bunlara bağlı yeni nesne ilişkilerinde otomatik düşünce aktivasyonu bireyi bir sonuca götürür. Bu sonuç sağlıklı bir zeminde gelişmiş ise birey mutlu ve huzurludur. Bu zincirin halkaları patolojik bir yapılandırma şeklinde oluşmuş ise birey mutsuz huzursuz ve sıkıntılıdır. Bizim görevimiz patolojik bir süreç işleyerek oluşturulmuş olan bu bilişsel yapılanmanın hatalı tarafını bularak bu kısımları daha sağlıklı yapılarla donatıp değiştirmeye çalışmaktır. Bu durumda karşımıza savaşılması gereken üç bilişsel katman çıkar:

Birinci katmanda temel kabuller yer almakta ve burada biyolojik öğrenmenin ilk nöronal yollarının meydana geldiği veya bilinçdışı kişilik örgütlenmelerinin dinamik süreçleri bulunmaktadır. İkinci katman ise kişinin olaylar ve nesneler karşısında önyargılı bir şekilde iletişim sistemini oluşturan katmandır. Üçüncü katmanda ise alt katmanın geçerliğini temin edecek otomatik olumsuz düşünceler veya savunma düzenekleri yer alır. Olumsuz otomatik düşünceler göreceli olarak daha kolay düzeltilip olumluları ile ikame edilebilirken, afonksiyonel şemalar ve temel kabullerin değiştirilmesi daha zor ve daha uzun süreli derinliğine çalışmayı gerektirirler.


 

Klinik Örnek:

Hastam karşımda oturuyordu. Kısa hayat hikâyesini aldığımda üniversite tahsili yapmış ve iyi bir işe girmiş evli ve bir çocuk babasıydı. Oturuşu, jest ve mimiklerinin bana verdiği intiba karşımda ezilen, sıkıntıya girmiş, korkan bir görünüm arzetmekteydi. Hastamın bu tavrını bilişsel süreçler açısından incelediğimde temel kabulünün, yetersizlik ve değersizlik üzerine kurulmuş olduğunu tespit ettim. Daha sonraki yaptığım incelemelerde hastanın çok çocuklu ailesi içerisinde devamlı horlandığını, aşağılandığını, özerkliğinin tanınmadığını ve bu duygularla dolu travmatik bir çocukluk hayatı geçirdiğini gördüm. Bu yetersizlik ve değersizlik hislerini aşabilmek için hayat mücadelesine girmiş, imkânsızı başarmış, büyük şehre gelerek üniversiteyi bitirmiş, bir işe girmiş, ancak bunların hiç birisi kendisinde önemli ve değerli biri olduğu duygusunu oluşturamamıştı. Çevresindeki insanların onu aşağıladığı, ona önemsizmiş gibi baktığı şeklinde ön yargıları vardı. Bu önyargılar perspektifinde o arkadaşlarıyla ilintili olarak birçok olumsuz otomatik düşünce zihninden geçiyordu. Arkadaşları kendisine yakınlık göstermese bunu adam yerine konmadığının ve değersiz olduğunun kanıtı olarak kabul ederken; kendisine yakınlık gösteren arkadaşları karşısında ise onların kendisinin bu durumunu fark ettikleri ve ona acıdıkları için yakınlık gösterdikleri şeklinde bir düşünceye sahip oluyordu.

Bu örnekte de görüldüğü gibi düşünce zinciri çok basittir. Çocukluk döneminde bir ebeveynin yanında kendilerini önemsiz ve değersiz hissedenler onların da aşağılamalarıyla birlikte çok daha önemsiz ve değersiz olduğu hissine dayanan bir temel kişilik yapısı oluşmuştur. Kırsal kesimdeki insan ilişkilerinde birey olarak varlığının tanınmaması her ortam ve mekânda aşağılanmanın ve dışlanmanın mükerrer defa ortaya çıkması, diğer insanlar hakkında temel yargıların ve ön kabullerin netleşmesini getirmiştir. Başkaları onu sevmezdi onu değerli görmezdi. Eğer böyle bir yaklaşım söz konusu ise bunun altında başka bir şey aranmalıydı.

Bu iki yapıyı doğrulayabilmek için ömür boyu düşünce sistematiğini bu çerçevede çalıştırmıştı. Bilgi işleme süreçlerini istediği gibi yanıltarak içteki yapıyı doğrulamaya yönelik farkındalık oluşturuyordu. Nerede negatif olgu var, nerede negatif yorum imkânı varsa, dikkat ve algı otomatik olarak o yöne kayıyordu. Temel kabulleri ve önyargıları değiştirme imkânı olan tüm yaşantılar eşik değerin altında kalıyor, dikkat ve konsantrasyon bunlar üzerine odaklanmıyor ve mecburen algılanan pozitif materyal de hatalı yorumlarla çarpıtılıyordu. Gerçek yapıya baktığımızda yakışıklı, zeki, üniversite mezunu, çok iyi bir evliliği, çok iyi bir işi ve çok iyi bir geleceği olan insan bunları değerlendirmekten ve algılamaktan çok uzaktaydı. Burada zihin tamamen kendini aldatmakta, reel ve objektif yapıyı çarpıtmakta, temel kabullerine uygun bir kişiliğin devamına imkân tanımaktaydı. Ancak bu yapı kişinin ruhsal enerjisini tükettiğinden dolayı birey depresyona girmiş, mutsuzluk ve hüzün doruklara ulaşmıştı. Bize geliş nedeni depresyonuyla ilintili idi.

Böyle bir klinik yapıya yaklaşırken klinik tabloda temel kabuller, afonksiyonel şemalar ve otomatik olumsuz düşüncelerle ilintili bir yapılandırma ağırlıklı ise tedavi uygulamamızı daha çok bilişsel terapiler üzerine odaklamamız gerekir. Bilişsel terapileri bu klinik tablolarda uygulayabilmek için birçok strateji geliştirilmiştir

 

TEDAVİ STRATEJİLERİ

 

1-) Olumsuz Düşünceleri Belirleme

 

Yaşamını devam ettiren bir birey dış dünyasından ve iç dünyasından binlerce uyaran alır. Bu uyarılar bireyin önem derecelendirmesine göre bilinçlendirilir ve kişi o şeyin üzerine odaklanır. İç dünyamızda geçmişte yaşadığımız bir yaşantı, bir travma, bir mutluluk, bir hüzün veya vücudumuzun organlarından biri veya birkaçının çalışmasıyla ilgili bir uyarı tercih edilip zihnimize ulaşabilir. Yani şuurlandırılır. Ya da dış dünyadan beş duyu vasıtasıyla aldığımız bilgilerin herhangi birisine odaklanılan şey üzerinde bir şuurlanma yani bir bilinçlenme hali kazanılır. Bu durum düşüncenin doğal bir akışıdır. Düşünce böyle bir akışa yöneldiğinde her düşüncenin ikiz kardeşi yanı başında at başı şeklinde birlikte gider. Bu duygu halidir. Her düşünceye mutlaka bir duygu eşlik eder. Duygu spektrumu sıfırdan yüksek bir dereceye kadar gelişen bir yelpaze şeklinde tasarlanabilir. Doksanıncı derece nötr bir durumu ifade ederken, sıfır en mutlu hali, 180 ise en acı verici hali simgeleyebilir. Düşüncenin belirli bir yolakta ilerlemesi ve farkındalığın oluşmasıyla birlikte kişi bir duygu hisseder. Bu duygu pozitif bir duygu ise kişi mutlu olur, haz alır. Hissedilen duygu negatif bir duygu ise kişi acı hisseder ve mutsuz olur. İnsan temel yaratılışı itibarıyla hazza ulaşmak ve elemden kaçmak doğrultusunda harekete eğilimlidir. Kişinin düşünce süreçleri içteki ehemmiyet derecesine göre belirli yolaklarda yer alırken negatif sonuçlara ulaşıyorsa kişi mutsuzluk ve acı hisseder.

Bazı insanlar olaylara yaklaşırken ve olayları değerlendirirken sonuçta hep mutsuzluk ve acı hissederler. Çünkü bu bireyler olumsuz otomatik düşünce yolaklarının etkisi altında hayatlarını sürdürmektedirler. Temel kabulleri ve afonksiyonel şemalarını doğrulamak için otomatik olumsuz düşünceler her düşünce prosedürüne iştirak eder. Kişi bunları o kadar otomatik yapar ki, niçin bunu böyle düşündüğünü sorgulama fırsatı olmaz. Sonuçta sadece acı ve mutluluğu duyumsar. İşte böyle bir bireye olumsuz duygu, acı, keder, sıkıntı, bunaltı hissettiğinde bu histen önce gelen düşüncenin ne olduğunun farkına varması istenir kişi her olumsuz duygusunun önünde olumsuz bir düşünce sürecinin ayrımına vardırılmaya çalışılır. İşte bu duruma biz olumsuz düşünceleri yakalama stratejileri diyoruz. Kişiye gelen olumsuz duygu ve anksiyete hali aslında kişinin belirli düşünceleri üreterek olumsuz sonuçlara ulaşmasından kaynaklanır. Kişi bu düşüncelerin içerisine girdiğinde bunların rasyonel bir tarafının olmadığı, çarpıtıldığı, herhangi bir delile dayanmadığı ve otomatik olarak ortaya çıktığını fark eder. Tedavinin herhangi bir basamağında hangi olumsuz duygunun, hangi olumsuz düşünceden kaynaklandığı bilinci kazandırılmaya çalışılır.

Burada bizim düşmanımız olan anlık ve teğetsel biliş ve bilinç halini, bizi negatife götüren süreç üzerine odaklayarak kendi aleyhimize işleyen süreci fark etmeye çalışmaktayız. Projektörün ışığı hatalı ve olumsuz düşünce üreten sistemin işleyişinin kaynağına yönelmiştir. Rasyonel bir şekilde projektör burayı aydınlattığında olumsuz düşüncenin ne kadar saçma olduğu fark edilir dolayısıyla bu saçma düşünceye bağlı duygunun ortaya çıkması engellenmiş olur. Sistem bir yerinden yakalanmış ve tedavi süreci başlamıştır.

Bu olumsuz düşüncelerin yerine sağlıklı rasyonel olumlu düşünceler ikame edilir

2-) Düşüncedeki İnancın ve Düşünceye Bağlı Duyguların Derecesini Değerlendirmek

 

Olumsuz düşünceleri yakalama kısmında bahsettiğimiz gibi her olumsuz düşüncenin ikiz kardeşi olan bir duygu söz konusudur. İnsanı mutsuz eden her duygu olumsuzdur. Bunun içine bunaltı, sıkıntı, iç daralması, korku, acı, keder, hüzün, mutsuzluk, çaresizlik, yetersizlik, değersizlik, önemsizlik, acınma, aşağılanma, kızgınlık, öfke, şiddet, kıskançlık, haset ve yenilmişlik gibi duygular girer. Bu duyguların oluşabilmesi için bunların öncülü olan bir düşünce sürecinin işlemesi gerekir. Bireylere önce bu duyguların tanımı öğretilir. Hissettiği duygunun içeriği nedir. Yukarıdaki duygulardan birini veya birkaçını negatif hissetmekte ve kişi mutsuz olmaktadır. Hissedilen bu duyguların, 0 ile 100 arası bir derecelendirmede kişi tarafından derecelenmesi istenir. 0 en hafif düzeyi ve bu duygunun yokluğunu belirtirken, 100 bu duygunun en üst düzeyde hissedilmesini betimler. Böyle bir haritanın çıkarılması, kişinin hangi duyguları hangi şiddette hissettiğini bildirir. Bu aynı zamanda hastanın kendi duygularını onların şiddet derecesini tanıma imkânını sağlar. Hemen ardından bu duyguları oluşturan düşüncelerin neler olduğu incelenir ve irdelenir; çünkü her duyguyu oluşturan bir düşünce süreci vardır. Her düşünce bir duyguyla beraber yol alır. Bu düşüncenin doğruluğu halinde kişinin bu düşünceyle orantılı şekilde belli bir duygulanım içine girmesi doğal ve normaldir; negatif bile olsa bu böyledir. Normal bir duygulanım sonucu hissedilen negatif duyguya itiraz edilmeksizin abartılı bir duygulanımın normal hale dönüştürülmesine çalışılır.

Burada en önemli konu düşüncenin rasyonel olup olmadığının incelenmesidir. Kişi düşündüğü şeyin doğruluğunu ve geçerliğini test etmelidir. Farkındalığını fark eden bir akıl devreye sokulmalıdır. Eğer düşünce rasyonel değilse veya düşüncenin rasyonalitesi düşükse kişi buna ne kadar inanmaktadır. Düşünceye olan inanç sıfırdan yüze kadar puanlandırılır. Sıfır, o düşünceye hiç inanılmadığını gösteren düşünceyken yüz tam inanıldığını gösteren bir düşüncedir. İlginçtir ki duyguya eşlik eden düşünce bu bağlamda irdelendiğinde çok az inanılan bazı düşüncelerin bireyde çok yoğun negatif duygular oluşturduğu tespit edilmektedir. Bu stratejinin amacı da budur. Kişi, hiç inanmadığı ya da çok az inandığı düşünceye çok yoğun duygusal tepki verir ve etki altında kalır. Kişiye bu fark ettirildiğinde bu duygusal tonunun azaldığı veya ortadan kaybolduğu gözlemlenmektedir. Olabilirliği çok az ihtimaller üzerine bina edilen negatif düşünceler kişiyi zaman zaman panik durumuna düşürmekte, birçok klinik tablonun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. İnanılırlığı ve geçerliliği çok düşük veya hiç olmayan bu düşünceler bireye fark ettirildiğinde bunların oluşturduğu duygusal yapı ortadan kalkmaktadır. Burada bu düşünce sistematiğini oluştururken biraz sonra izah edeceğimiz bilgi işlemedeki sistematik hatalar detaylı bir şekilde devreye girmekte ve düşüncenin sonucuna ulaşılmaya çalışılmaktadır

3-) Olumsuz Düşünceyi Sınıflandırma

 

Az gelişmiş bir ülkede yönetimi ele geçirmek isteyen demokrasi dışı güçler, zaman zaman iktidara müdahale ederler bunu da genellikle askeri güçle yaparlar. Böyle bir askeri güç demokratik olmayan yollardan iktidarı ele geçirmiş veya ülkede ihtilal yapmış ise iktidardakileri suçlu ilan edip hapse atar. Dünya ile iyi ilişkiler içinde, yönetimin onanmasını temin amacına yönelik olarak daha önce iktidarda bulunanların suçlu olduğunu dünyaya ispat etmek zorundadır. Bu, ancak bir yargılama ile mümkün olabilecek bir süreçtir. Bu yargılamanın sonucu baştan bellidir. İktidarı ele geçirenler hayatlarını garanti altına alabilmek için eski iktidar mensuplarını mutlaka ortadan kaldırmak zorundadırlar. Bunun için de göstermelik bir mahkeme oluşturularak bir yargılama süreci başlatılır. Sonuç baştan bellidir; karar her halükarda idam olacaktır. Mahkeme heyetinin görevi, mevcut dataları değerlendirerek eski iktidar mensuplarını idama götürecek delilleri ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Nitekim süreç bu şekilde işler, dünya önünde yapılan yargılama sonucu mahkeme kararıyla eski iktidar mensupları idam edilir ve bir devir kapanır.

Düşüncemizdeki otomatik düşünceler aynı mantıkla çalışır; karar baştan bellidir ama bu kararı ortaya çıkarmak için düşünce çarpıtılmalı, yamultulmalı ve belli kanallardan geçerek belli hedeflere ulaştırılmalıdır. Bu nasıl yapılır? Bunun için aşağıdaki sürecin izlenmesi gerekir.

a. Seçici Algılama: İçsel ve dışsal malzeme değerlendirilir. Bu değerlendirme sonucu bizi sonuca götürecek, hedefe ulaştıracak materyaller titizlikle seçilir ve gündeme taşınır. Bizi sonuca götürecek özellikle sonucun aleyhine olacak tüm malzeme bir şekilde yadsınarak göz ardı edilir. Sanki bir filtre sistemi özel olarak devreye sokulmuştur. Bir insanı kötü görmek istiyorsak o insanla ilgili malzeme değerlendirilip onu kötü yapacak her türlü materyal gündeme taşınır. Onu iyi yapabilecek tüm materyal de göz ardı edilir. Konuyu bir eş terapisi perspektifinde ofisimize müracaat eden bir çift üzerinden tartışacak olursak, konunun daha açıklığı kavuşacağı kanaatindeyim; on yıllık evli olan bu çift kavgalar yüzünden boşanmadan önce bir eş terapisi için bize başvurmuştu. Eşlerle yapılan görüşmelerde diğer eş hakkındaki düşünceleri ve yargıları öğrenilmeye çalışıldı. Eşiniz nasıl biri diye sorulduğunda evlilik süresi boyunca yapılmış olan tüm hatalar yanlışlıklar ve çatışmalar bir çırpıda peş peşe anlatılıyordu. Anlatılan eşi zihninizde canlandırdığınızda karşınıza canavar gibi bir yapı çıkıyordu. Hikâyeyi diğer eşten dinlediğinizde o da aynı şekilde, eşiyle ilgili olarak aynı tabloyu çok kısa sürede oluşturabiliyordu. Yapılan şey burada her iki eşin de 12 yıllık evliliği süresinde yaşadıkları mutsuzluklarını seçici algılama ile taramaları, onun dışında bu verileri yalanlayacak tüm bilgileri yadsımaları üzerine kurulmuştu. Düşünce süreci karşı tarafın suçlu olduğu yargısı üzerine kurulmuş ve sistem buna göre çalışıyordu. Sonuca ulaşmak için bu bilgiler de yetmemişti. Sistem ek payandalarla desteklenmeliydi. Kararın oluşmasında kalben ve vicdanen müsterih olunmalıydı.

b. Abartma: Olumsuz karara ulaşmak için algıda seçicililik ile toplanan materyaller kararın oluşmasına yetmemiştir, mevcut negatif malzemenin şişirilmesi gerekmektedir. Bunun için de yaşanmış hadiseler çok abartılı bir şeklide hekime yansıtılmaya çalışılır. Karşı taraf bu kadar vicdansız bu kadar merhametsiz bu kadar saldırgandır… Tüm bunlara rağmen mızrak çuvala girmemekte, akıl ve vicdan müsterih olamamaktadır; çünkü ilişkide birçok güzel ve iyi yan da mevcuttur, bu da kendiliğinden sırıtmaktadır. Bunların da kapatılması gerekir.

c. Küçümseme: Süreç anlatılırken ve bir takım olaylar izah edilirken ister istemez eşin pozitif yanları olay bağlamında gündeme gelmektedir. Eşin vericiliği, tertipliliği, temizliğe düşkünlüğü, ilgisi, sevgisi, merhameti bir şekilde konunun içinde işlenmektedir. Hastaya bunlar aktarıldığında, materyali inkârı mümkün olmadığından hasta bunlar üzerine dürbünün tersinden bakarak, küçültme fonksiyonunu devreye sokmaktadır. Bu tip davranışlar takdir edilesi, olağanüstü davranışlar olmayıp her sıradan insanın ve her bireyin yapması gereken asgari insanlık boyutudur. Hele hele bir eş diğerine bu tip şeyler yapıyor diye onun taltif edilmesi ve takdir edilmesi çok anlamsızdır. Bu, olması gereken doğal bir zorunluluktur. Negatifler abartılırken pozitifler bu şekilde küçültülür. Amaç sonuca ulaşmaktır.

d. Genelleme Yapmak: Eşler birbirinin aleyhine, fırtınalı bir şekilde delil getirip destek bulmaya çalışırken ellerinde yaşanmış fazla bir malzeme yoktur. Bu durumda bulunan, herhangi bir olay üzerine, ‘İşte her zaman bunu yapıyor, böyle yapıyor’ şeklinde genellemelere gider. Hekimin ısrarlı bir şekilde ‘bana birkaç örnek daha verebilir misiniz’ yaklaşımına karşı eşler şu klasik cevabı verirler: “Hangi birisini söyleyeyim doktor bey, o kadar çok ki!” Doktor ısrarla birkaç örnek daha istemesine rağmen genellikle bu amacına ulaşamaz, çünkü yoktur.

e. Bireyselleştirme: Hekim, eşlerle ilgili olarak bireysel gözlemini anlatıp, göstermek istedikleri tabloyu göremediğini, diğer yakınlardan da olumlu yönde bilgiler aldığını belirtince eşler problemin ikisi arasında olduğunu beyan ederler. Eşlerden birisi ısrarla; “doktor bey, sorun burada zaten, herkese melek, bize cehennem zebanisi” der. Bütün sıkıntı ve problemin kendisine yönelik olduğunu söyler. Herkesle iyi olan diğeri, maalesef aklını kendisine takmıştır ve onunla özel olarak uğraşmaktadır. Başkasının da bunu anlaması mümkün değildir; çünkü onlara iyi davranmakta, rol yapmaktadır.

f. Ya hep ya hiç tarzında düşünme: Eşler, karşı taraf hakkında belirli bir noktaya kadar geldiklerini hissederlerse, o anda kararı verip bu işin artık kesin olarak yürüyemeyeceğini deklare ederler: Artık dünya siyah beyazdır; ya evet ya da hayırdır, bu ilişki artık sürmez. % 51’e ulaşıldığında bu oluşum, sonucu ilan etmek için yeterli kabul edilir. Bir olay veya bir insan hakkında bu şekilde rahatlıkla bir yargıya varılabilir. Ancak tüm bunlara rağmen eşler rasyonel mantık süreçlerini içlerine sindiremezlerse yavaş yavaş irrasyonaliteye doğru kayma eğilimi gösterirler. Mantıklı düşünerek sonuca varmak zor gibi görünmektedir. Düşünce, sonuca ulaşmak için çarpıtmalardan vazgeçmemektedir. Israrla yeni stratejiler aramaya devam ederler. Bu yeni stratejiler kümesine keyfi çıkarsama denir. Keyfi çıkarsamanın hiçbir mantıksal, rasyonel ve determinal tarafı yoktur, ama sonuçları kendilerince kesindir.

g. Keyfi çıkarsama: İdam veya boşanma kararını vermek için yukarıdaki mantıklı süreçler işletildiği halde sonuca ulaşılamazsa keyfi çıkarsama devreye sokulur. Buna göre; bireyin olay veya kişi hakkında güçlü sezgileri vardır. Bireyin altıncı hissi güçlüdür. Gece rüyasında görmüştür; bu ona bir işarettir. Burçları zaten tutmamaktadır. Yıldıznameye bakılmıştır. Tarot falı ve kahve falında da aynı şeyler ortaya çıkmıştır. Bir takım kötü işaretler buna delildir. Son günlerde evin önünden iki sefer kara kedi geçmiştir. Kehanette bulunma, zihin okuma gibi bir takım yöntemler, bu madde içerisine dâhil edilebilir.

4-) Düşüncenin Doğruluğu Ne İfade Eder? (Düşey İniş)

 

Düşüncenin doğruluğu bu sonucu çıkarmaya yeterli midir? Yukarıda belirttiğimiz gibi düşünce ve düşünceye bağlı duygu birlikte hareket etmektedir. Doğal düşünceler doğal duyguları ve hareketleri oluştururlar.

Sosyal fobik olan bir hastamız grup terapisine davet edildiğinde katılmak istemedi. Niçin diye sorduğumuzda; “hatalı bir davranış yaparım ve arkadaşlarım benimle alay ederler, bu da benim için dayanılmaz bir acı oluşturur. Onun için bu ortamlara girmek istemiyorum” dedi. Hatalı bir davranıştan kastının ne olduğunu sorduğumda da hatalı yürüyebileceği, hatalı konuşabileceği, elindeki herhangi bir şeyi düşürebileceği, soru sorulduğunda cevap veremeyeceği gibi kaygılarını dile getirdi. Ben; “diyelim ki bunlar gerçekten oldu; hatalı yürüdün, hatalı konuştun, elindeki çay bardağını yere düşürdün, ne olur?” diye sordum. “Aptal durumuna düşerim ve diğer insanlar benimle alay ederler, bana gülerler. Ben de kendimi çok kötü hissederim; yetersizliğim ve değersizliğim kanıtlanmış olur ve buna dayanamam.” Dedi. Bu hastamıza her insanın hata yapabileceği, bunun doğal olduğu, bu hata sonucunda normal bir insanın diğeriyle alay etmeyeceği, bir takım kişilik zaafları olan problemli kişilerin böyle davranabileceği belirtildi. Ona: “Birisinin size gülmesi, sizinle alay etmesi, sizin değerinizi düşürmez; o insanın basitliğini gösterir. İnsanın değeri, o güne kadar getirmiş olduğu bireysel bilgi ve becerileriyle ilgilidir. İnsanın özellikleriyle bağlantılıdır. Sizin insani özellikleriniz bir başkasının yoğun taltifleriyle yükselmediği gibi aşağılamasıyla da hiçbir zaman düşmez, bu mümkün değildir. Bu tip hatalar yapılabilir, doğaldır insanidir. İnsanlar bu tip hatalar yapabileceklerini kabul edebilmeli, bundan olumsuz felaket tabloları çıkarmamalıdır” denildi. Bu arkadaşımız, grup terapisine katılıp duygularını grupla paylaştığında diğer grup üyelerinin hiç de öyle düşünmediğini ve herkesin anlamsız benzer kaygıları olduğunu fark ederek iç görüsünü geliştirdi. Bu da tedavisinde olumlu bir ilerleme sağlamasına neden oldu

5-) Altta Yatan Düşünceyi Tesbit

 

Otomatik düşüncenin ve davranışın arka planında bunları indükleyen temel kabuller ve önyargılar mevcuttur. Bireye bu temel kabullerin ve fonksiyonel olmayan ön yargıların, tutum ve kanaatlerin nasıl oluştuğu ve bunlar arasındaki bağlantısal zincirin ne olduğu gösterilmeye çalışılır. İletişim eksikliği içinde olan bir bireyin birisiyle tartışmaya girdiğinde ilk verdiği tepki küsmek, içine kapanmak ve olay mahallini terk etmek şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki bu birey, karşı tarafla iletişimi devam ettirse, kırgınlığını ve gücenikliğini anlatsa, karşı tarafın kendisine vermiş olduğu sıkıntıyı iletse iletişim devam edecek ve süreç tamamlanacaktır. Karşı tarafın kendisine yöneltmiş olduğu bir takım eleştiri ve sataşmalara dayanamayan bu birey, kendini savunmak yerine kaçmayı, küsmeyi ve gücenmeyi yeğlemiştir. Bu alışılmış bir davranış stratejisidir. Çocukken aile içinde eleştirildiğinde, azarlandığında kendini savunmak için sağlam bilgi ve yeteneklere sahip değildi. Yapabileceği tek şey küsmek, içine kapanmak ve gücenmekti. İleriki yaşlarda bireyin birçok bilgi ve beceresi geliştiği halde kendini korumak için yeni stratejiler geliştireceğine eski alışılagelmiş telafi edici stratejileri uygulaması bundan dolayıdır, bu da iletişimi bozmaktadır. Kişiye bu durum fark ettirildiğinde yeni telafi edici stratejileri geliştirmesi sağlanabilir

 

6-) Düşüncenin Maliyeti ve Kârı

 

Terapist, hastadan düşüncesinin tüm avantaj ve dezavantajlarını listelemesini ve avantajlar ile dezavantajlar arasını yüz puana bölmesini ister. Bu, hastanın düşüncesini değiştirmek için motive edilmesine yöneliktir. Bireyin düşüncesinin bir kısmı kendisine haz ve mutluluk verirken diğer bir kısmı ise acı vermektedir. Birey düşüncenin kavşağında otururken iradesiyle bu yönlerden birisini seçebilir. Negatif bir şey seçtiğinde bireyin ne kadar mutsuz olacağı, yani zarar edeceği anlatılır. Pozitif düşünceyi seçtiğinde mutlu olacağı, yani ne kadar kâr edeceği gösterilir. Makul akıllı bir insanın her zaman kâr edecek yönde eyleme geçeceği, bunu tercih edeceği ifade edilir. Hastanın şimdiye kadar yaptığı şeyin, hep zarar eden bir ticaret şeklinde yürüdüğü kendisine gösterilir. Tüm bu stratejilerden amaç hastanın yanlış kurgulanmış olan düşünce prosedürünü her yönden ortadan kaldırmak ve sağlıklı düşünceyi temin etmektir

 

7-) Delillendirme

 

Hasta düşüncesini destekleyen delilleri listeler. Deliller ne kadar ağırlıklıdır? Delillerin niteliği nedir? Kişi düşüncesini doğrulayacak olan delilleri ve mantıkları listelemeye çalışır. Çoğu zaman görülür ki olumsuz otomatik düşüncelerde, önyargılarda, temel kabullerde düşüncelerini doğrulayacak hiçbir delil yoktur. Delili olmayan ve mantıklı bir yapısı bulunmayan düşünceye yönelmenin yanlış olduğu bir kez daha gösterilir. Hasta düşüncesini delillendirirken ya bilgi işlemede sistematik hatalar yapmakta ya da keyfi çıkarsamada bulunmaktad

 

8-) Olayı Perspektife (Yelpazeye) Oturtmak

Hastadan olayı 0’dan 100’e kadarlık yelpazede incelemesi istenir: ‘Eğer olay gerçekleşirse ne olur? Ardından daha kötü ya da iyi ne olabilir? Eğer olay gerçekleşirse hala ne yapılabilir?’

Kognitif terapinin amacı, bireye rahatsızlığı ile ilintili bilişsel çarpıtmalarını fark ettirmektir. Bilişsel çarpıtmalar temel kabuller ve fonksiyonu olmayan şemalar ya da otomatik olumsuz düşünceler düzeyinde olabilir. Bireyin şikâyetine neden olan olgu, gerek bir fenomen gerekse gerçekleşme ihtimali olan bir süreç olabilir. Yaşanmış veya yaşanabilecek olan böyle bir fenomen birey tarafından abartılı olarak algılanabilir. Öncelikle bireye bu abartıyı göstermek lazımdır. Devam eden süreç sonucunda varsayalım ki olay gerçekleştiğinde bu ne anlama gelmektedir. Olay sıfırdan yüze kadar bir puanlama esasına göre değerlendirilecek olursa kişiye sıkıntı, acı ve şiddet verme derecesi nedir? Olayın şiddet derecesi reel olarak tespit edilmeye, yelpazedeki yeri belirlenmeye çalışılmalıdır. Bunun üzerinde hissedilebilecek olan sıkıntı, hüzün veya çaresizliğin anlamsızlığı gösterilir. Süreç sonucunda negatif bir olay olmuş veya böyle bir şeyin olabilme ihtimali mevcutsa bunun için neler yapılabileceği, yani yaşanmış olan bir negatif olguyu veya yaşanabilecek bir negatif olgunun gidişatını olumlu anlamda değiştirebilmek, engelleyebilmek veya zararı asgariye indirebilmek için yapılabilecekler üzerine düşündürülür. Hastanın göremediği, olayı kontrol altına alabilecek ve olumlu yöne kanalize edebilecek tüm alternatifler gözden geçirtilir. Bireyin abartılı bir şekilde olumsuz otomatik düşüncelerin etkisi altında negatif sonuçlar üretmesi ve felaket tellallığı yapması önlenmeye çalışılır. Olayın tüm hadiseler içerisindeki yeri ve tüm hayatın, yaşamın içerisinde ne anlama geldiği değerlendirilir. Negatif bir sonuç varsa bunun nasıl kontrol edilip iyi bir noktaya yönlendirileceği ve bununla ilgili yapılacak olan şeylerin neler olduğu belirlenmeye çalışılır. Bu şekilde hastanın her an olumlu düşünce geliştirebilme, sıkıntının ne anlama geldiğini bilip bunu sağlıklı bir şekilde değerlendirebilme ve en kısa zamanda bundan kurutulabilme düşünce sistematiği geliştirilmeye çalışılır.

Üniversite giriş sınavlarına hazırlanan bir genç ciddi bunalım ve sıkıntı içindedir. Sınavları kazanamama riski oldukça yüksektir. Sınavı kazanamama ihtimali yüzünden yaşadığı anksiyete nedeniyle daha da büyük sıkıntıya girmekte ve kendi kendini ketlemektedir. Böyle bir durumda yapabileceklerini dahi yapamamaktadır. Bize geldiğinde hayatının bittiğini, mahvolduğunu, geleceğinin olmadığını, artık hiç bir şeye yaramadığını çünkü üniversite imtihanını kazanamayacağını belirtmektedir. Bu olayı yelpazeye oturttuğumuzda; bu gencin 18 yaşına gelene kadar büyük bir mücadele verip ilkokulu başarıyla bitirmiş, ortaokulu başarıyla bitirmiş, liseyi başarıyla bitirmiş, her türlü sosyal ilişkisi olan, gelecekte birçok şey yapabilecek potansiyele sahip bir birey olduğu ortaya konmuştur. Toplumun katmanlarına baktığımızda, büyük bir kesimi ilkokuldan sonra bu yarışı bırakmakta, geri kalanın büyük bir kısmı ortaokulu bitirerek yarıştan çekilmekte, geri kalanların büyük bir çoğunluğu da ancak lise mezunu olabilmektedir. Çok az bir insan da üniversiteye girip başarıyla bitirebilmektedir. Çevremize baktığımızda başarılı insanların bir kısmının da az ya da orta eğitimli olduğunu görmekteyiz. Eğitim yapmak güzel bir şeydir, yapılmalıdır ama yapılamadığında da bu her şeyin bittiği anlamına gelmez. Eğitim düzeyleri farklı farklı olan ve ülkeye yön veren birçok başarılı insan mevcuttur. Üniversiteyi kazanmak elbette arzu edilen bir şeydir; ancak kazanamamak felaket demek değildir. Hayatın içinde var olabilmek için onlarca kapı onu beklemektedir.

Bu genç delikanlıya üniversiteyi kazanamamanın bir felaket olmadığı bu şekilde anlatılabilir. Her zaman alternatiflerin olabileceği ona gösterilir. Gencin alternatiflerinin olabileceği ihtimalini hissetmesi ve kabullenmesi, ondaki performans kaygısını ortadan kaldıracak, sınava çalışırken konsantrasyonunu artıracak ve daha başarılı olabilecektir

9-) Çifte Standart

 

Hasta ısrarlı bir şekilde kendisiyle ilintili olarak katastrofik sonuçlara ve yorumlara ulaşmaktadır. Bu düşünceye bağlı olarak da birçok davranış geliştirmekte, hayatını ciddi manada sınırlandırmaktadır. Bu hastaya gerçeği anlatma konusunda sıkıntıya düştüğümüzde, bu düşüncelerini başka insanlar için de tavsiye edip etmediği kendisine sorulur. Kardeşi, annesi, babası, arkadaşı, öğretmeni veya herhangi bir dostu için aynı şekilde düşünüp düşünemeyeceği sorgulanır. Eğer kendi düşüncesi doğru ve güzel ise bu düşünceyi tüm arkadaşlarına tavsiye etmesi gerekir. Dostlarını veya arkadaşlarını, olabilecek felaketlerden bu şekilde kurtarmış olur. İşte bu noktaya gelindiğinde hasta bir gerçeği idrak eder: Kendisinde varolduğunu düşündüğü olumsuz düşünceleri aynı şartlarda ve koşullarda olan başka insanlar için düşünmemektedir. Bireye bu şekilde çarpıtması fark ettirilir.

Mesela bir evlilik problemi nedeniyle bize müracaat eden hastamızın düşüncelerinde evlenmek aptalca bir şey, evlilik kurumu da sıkıntı verici bir kurum olarak nitelendirilmekte ve genelleme yapılarak topyekûn bir karşı duruş sergilenmektedir. Hastama kendisini çok sevdiğimi, çok saygı duyduğumu ve önemsediğimi belirttim. Bu düşünceleri de aynı şekilde saygın, değerli ve önemliydi. Bu düşüncelerine değer verdiğim için bu akşamdan itibaren eşimden ayrılacağımı ve evlilik kurumuna karşı olduğumu beyan edeceğimi kendisine ilettim. Çünkü hastamın mutlaka benim mutluluğumu ve huzurumu isteyeceğini, ben de düşüncelerine inandığım için onun görüşlerini uygulamaya koyacağımı belirttim. Hastam şiddetle itiraz etti: “Hayır doktor bey, bu yanlıştır” dedi. Ben de: “Kendin için düşündüğün bir şeyi niçin benim düşünmemi ve yapmamı istemiyorsun?” dedim. İşte bu esnada hastam, kendisi için düşündüğü şeylerde nasıl bir çifte standart uyguladığını; bu şekilde çifte standart uygulayarak olumsuz otomatik düşüncelerini hayata geçirip kendisini mutsuz kılmayı başardığını fark etti. Çifte standardı gördükten sonra niçin böyle düşündüğünü irdelemeye ve incelemeye geçebildik.

Bir iş sınavına müracaat eden danışanım sınav sonuçlarını beklemekteydi. Yüzlerce kişi arasıdan 40 kişilik ön eleme grubuna girmişti. Bu grubun da yarısı ikinci mülakatta elenecekti. Sınavla ilgili form günü yaklaştıkça danışanımın kaygısı arttı ve olumsuz otomatik düşünceleri faaliyete geçti: “Kesinlikle beni sınava çağırmayacaklar, beni elediler ve ben asla bu sınavda başarılı olamayacağım” iddiasında bulunmaya başladı. “Delilin nedir?” diye kendisine sorduğumuzda; “15 gün oldu, hala beni kimse aramadı, hiçbir yerden haber gelmedi, ayrıca beni çağırmayacaklarını hissediyorum.” diye cevap verdi. Ben de: “Ne güzel! Müthiş delillerin var, aynı kuruma müracaat eden benim dostlarım vardı. Onlar da ikinci sınava çağrılacakları ile ilgili beklenti içindeydiler. Sizin delillerinize inanarak ve güvenerek, onlara da 15 gündür haber gelmediği için haber vereceğim. Sizin delilinize göre 15 gündür cevap verilmemiş olması sizin işe alınmayacağınızı göstermektedir. Bu durumda ben dostlarıma şimdi telefon ediyorum; kesinlikle işe giremeyeceklerini söyleyeceğim. Deliliniz nedir diye bana sorduklarında sizin düşünce sisteminizi onlara aktaracağım.” dedim. Hastam bu şekildeki yaklaşım tarzıma kahkahalarla gülerek cevap verdi: “Doktor Bey, siz manyak mısınız!” dedi. Bu şekilde bu hastama nasıl çifte standart uyguladığını göstermeye çalıştım. Sınav sonuçları geldiğinde hastamızın ilk üçe girdiğini gördük.

10-) Düşünceler Hakkında Münazara Tekniği

 

Gençliğimizde, okul yıllarında bizlere münazara yaptırılırdı. Bunlar çok yararlı çalışmalardı. Öğretmenimiz bir konu belirler, bu konunun lehine ve aleyhine konuşmalar yapmamızı isterdi. Bu bir nevi zihin egzersizi idi. Bir olaya çok farklı boyutlardan nasıl bakılabileceğini gösteren rasyonel bir yaklaşım tarzıydı. Her türlü alternatif fikir, gözler önüne serilebiliyordu. Sağlıklı, bir biriyle bağlantılı, mantıklı savlar ileri süren ve kendi içinde bir bütün oluşturan taraf münazarayı kazanıyordu.

İşte bu münazara şekli olumsuz negatif düşünceler için hasta ve hekim açısından kullanılabilir. Olumsuz düşüncenin aleyhine hastanın konuşması istenir, alternatif açıklamalar ve izah tarzlarının neler olabileceği tartışılır. Bilişsel çarpıtmalarda kişi tek boyutlu düşündüğünden ve negatife odaklandığından hep olumsuz sonuçlara ulaşır. Bu yaşam tarzını yıllardır uyguladığından, olaylar karşısında şaşkın, bitkin ve olumsuz bir tavır içindedir. Bireye olumsuz düşüncelerin aleyhine münazara yapma yetisi kazandırılırsa; birey kendi düşüncelerini sorgulayabilme ve alternatif açılımlar temin etme imkânına sahip olabilmektedir.

Hastanın yetersiz kaldığı, düşünce üretemediği durumlarda hekim bilgi ve tecrübesine dayanarak olumsuz düşüncelere karşı yeni fikirler geliştirir. Bu, hastaya her olaya değişik açılardan bakma yetisi kazandırır. Olayları reel düzeyde algılama ve anlama kabiliyeti verir.

Burada önemli olan konulardan birisi de olumsuz düşüncenin aleyhine konuşacağız diye olayın abartılmaması, reel ve objektif sınırın hep muhafaza edilmesidir. Olayın gerçekçi bir yönü var ise kişinin bunu kabul ve ona karşı mücadele etme gücünü artırmasını sağlamak gerekir.

11-) Hatalı Bölgesel Çıkarımda Bulunma

 

Hasta gelecekle ilgili bir takım programların içindedir. Bir takım sosyal ilişkiler, sınavlar, hayat mücadelelerinden bahsetmektedir. Onlarla ilgili ciddi hazırlıklara girişmekte ve onlara hazırlanmaktadır. Ancak olayın gerçekleşme anı gelmeden, kişi bu olayın bir felaketle sonuçlanacağını ifade etmekte ve bu sonuca dayanarak da kendisinin yıkılacağını belirtmektedir. Ortada doğrulanmış herhangi bir bilgi veya bir çalışma olmadığı halde kişi sanki bunlar olmuş gibi sonuç çıkarmaktadır.

Evlilik hazırlıkları içerisinde olan bir hastam müstakbel eşiyle bağlantılı olarak, cinsel hayatıyla ilgili olumsuz sonuçlara ulaşmaktaydı. Evlendiklerinde cinsel hayatlarında başarısız olacaktı. Sertleşme ya da erken boşalma problemi yaşayacak ve eşini tatmin edemeyecekti. Bunun sonucunda da eşinin sevgisi ve ilgisi azalacak ve bu olay boşanmayla sonuçlanacaktı. Cinsel hayatında gayet sağlıklı olan, herhangi bir problemi olmayan bu hastamız, olumsuz otomatik düşüncelerle çeşitli kaygılar yaratmaktaydı. Bu kaygıların sonucunda kendisinin iyi bir koca olmadığı, bir erkek olamayacağı; dolayısıyla iyi bir insan olamayacağı şeklinde sonuçlara ulaşıyordu. Ulaştığı sonuçlarla dile getirdiği olası şikâyetler arasında direkt hiçbir bağlantı yoktu. Bu şikâyetlerin ortaya çıkabilme ihtimali çok zayıftı. Kaldı ki bu tip şikâyetler ortaya çıksa dahi bunlar rahatlıkla tedavi edilip düzeltilebilecek konulardı. Düzeltilememiş ve devam eden bir cinsel problem dahi olsa bu, kendisinin kötü bir koca, kötü bir erkek ve kötü bir insan olmasının delilli olamazdı.

Bir başka hastam zihninde zaman zaman eşcinsel flashbackler yaşıyordu. Sağlıklı bir evlilik hayatı ve çocukları vardı. Çok sağlıklı bir sosyal hayatı olan bu danışanımız, kendisinin çok kötü birisi olduğu şeklinde sonuçlara ulaşıyordu. Kendisinin beş para etmez, aşağılık bir insan olduğunu, bu haline rağmen utanmadan çevre içerisinde saygın bir konumda bulunduğunu ve insanları bu şekilde aldattığını düşünüyordu. Burada da görüldüğü gibi zaman zaman zihne gelen obsesif eşcinsel tasarımlar, hiçbir realite taşımadığı halde bireyin kendini suçlu ilan etmesi için delil olarak kullanılabiliyordu. İleride eşcinsel olabileceği korkusuyla kendisini bugünden toplumdan soyutlayarak aşağılıyor ve doğrulanmamış ve anlamlı olmayan bir bilgiyle alakasız bir sonuç çıkarılabiliyordu.

Sınava girdiği zaman kesinlikle başarılı olamayacağını iddia eden genç, kendisinin değersiz, önemsiz ve yetersiz biri olduğu sonucunu çıkarıyordu. Annesi, babası ve çevresi ona gereğinden fazla ihtimam gösteriyor, bu durum da genci bunaltıyordu. Çünkü bu genç gireceği sınavda mutlaka başarısız olacaktı. Bu durum, onun değersiz ve yetersiz olacağının kesin deliliydi. Dolayısıyla kendisine çevreden yapılan olumlu yaklaşımlar hatalıydı. Çünkü o başarısız ve kötü birisiydi. Bu düşüncelerle üniversite sınavına hazırlanırken ablaları tarafından desteklenen, motive edilmek için bir takım kıyafetler alınan genç kızımız, bunların yapılmasını arzu etmiyordu. O, ablalarının düşündüğü gibi çalışkan ve zeki değildi. Sınavda mutlaka başarısız olacak, herkes onun ne kadar aptal olduğunu görecekti. Bu düşünceler nedeniyle zaman zaman ders çalışmaktan vazgeçiyor, bu işin başarılamayacağına dair kanaatini artırmaya çalışıyordu. Her ne kadar burada narsist bir zedelenmekten korunmak için bu bilişsel çarpıtma uygulanıyor ise de bireyi bundan kurtarmak, narsist zedelenebilirlik derecesini artırmak gerekir. Bu konuya, ilgili yerde değineceğiz. sözkonusu hastamız başarılı bir şekilde sınava girdi, yüksek bir puanla çok önemli bir fakülteye kayıt yaptırdı

12-) Alternatif bir Açıklama Arama

 

Olumsuz otomatik düşüncelerin etkisi altında hastalar kendilerini bunaltıya sokacak en kötü ihtimalleri sıralarlar. Ellerinde bu düşünceleri için hiçbir delilleri yoktur. Dolayısıyla tecrübe edilmemiş, sonuca ulaşılmamış ve doğrulanmamış bilgi kaynaklarıyla kişi kendisine bir cehennem yaşatmaktadır. O sonuçlara ulaşılana kadar geçen süre içinde kişi bunaltı ve sıkıntı hissedecek ve depresif bir duygu durumda bulunacaktır. Aynı konuyla ilintili olarak farklı düşünce alternatiflerinin olup olmadığı incelenmelidir. Kişiye daha az sıkıntı verecek, daha az zarar getirecek alternatif düşünceler veya açıklamalar olup olmadığına bakılır. Bu, hayalî bir senaryonun işlenmesi şeklinde olabileceği gibi yaşanmış olan bir sürecin sonundaki yorumlamalarda da kullanılabilir. Kişiye daha az sıkıntı verebilecek bir açıklama varsa, ondan düşüncenin kârı ve zararı açısından o alternatif açıklamayı tercih etmesi istenir.

 

13-) Problem Çözücü Yaklaşım

Bize müracaat eden hastalarımızın büyük bir kısmında gözlemlediğimiz en önemli konu sıkıntılarına ve problemlerine bir problem çözücü olarak yaklaşmamalardır. Bu ne demektir? Birey hekime gelirken sorunu halletmek amacıyla gelir. Sorununu halletmek isteyen insan, soruna odaklanarak onu nasıl çözeceğini düşünür. Ancak çoğu hastada bu mümkün olmamaktadır. Bireye öncelikle problemin ne olduğu sorulur veya fark ettirilir. Böylelikle bir problemin varlığı ve sınırlarının neler olduğu gösterilir. Problem net ise, problemin içeriği belirgin ise ve problem ile ilgili datalar elimizde ise yapılacak tek şey bu problemi nasıl çözeceğimizle ilgili zihinsel egzersizler yapmaktır. Çoğu birey bir problemin varlığını algılayamamakta, algıladığı problemi çözmek için ise uğraşmamaktadır. Rasyonel bir kimlikle karşımıza gelen, bir an önce sonuca ulaşmak isteyen ve çözüm arayan bireyler olaya bir problem çözücü olarak yaklaşıldığını görmekteyiz. Amaç üzüm yemektir, bağcı dövmek değil. Ama çoğu hastada amaç üzüm yemekten çıkıp bağcı dövmeye dönüşür. Olaya problem çözücü olarak yaklaşıp, adapte olan hastalarımızla çalışmalarımız kısa sürede olumlu olarak sonuçlanırken, diğer grupta bu mümkün olmamaktadır. Bu hastalarımıza öncelikle olaya bir problem çözücü olarak nasıl yaklaşacağımızı öğretmekteyiz.

Mesela bir eş terapisi nedeniyle bize müracaat eden çiftler, ayların veya yılların birikimiyle, hekimin önünde karşı tarafa öfkelerini dile getirmekte ve haklılıklarını ispata çalışmaktadır. Tarafların tedaviye geliş nedenleri evliliklerini devam ettirip mutlu birlikteliklerini sürdürmektir. Ancak ilk seanstan itibaren problem unutulmuş, kimin haklı kimin haksız olduğu çatışmasına dönüştürülmüştür. Bu çiftlerle yaptığımız ilk çalışma, olaya problem çözücü olarak yaklaşmaları gerekliliğini göstermektir. Birinin haklı birinin haksız olması, birisinin hekimin seans odasında öfkesini deşarj etmek için uygun bir ortam bulması, hekimin söylediği bir takım cümlelerden hekiminin kendi yanında olduğu gibi bir anlam çıkararak tedaviyi baltalamaları problem çözücü olarak olaya yaklaşmadıklarını göstermektedir. Bu durumda hastalara bu tip kavgaların anlamsız olduğu, öncelikle problemi çözmek için olaya yaklaşmaları gerektiği anlatılmaya çalışılır. Hastalar problem çözücü olarak olaya yaklaştıklarında kısa sürede yol aldıkları gözlemlenir. Birçok klinik tabloda bireyler veya çiftler olaya bir problem çözücü olarak değil problemi devam ettirici bir tarzda yaklaşırlar. Bunun birçok nedeni vardır. Bunların birkaçını burada irdelemek istiyorum. Bunlar:

a. Bilinçdışı Dirençler
Rasyonel kimliğimiz bir problemi çözmek için hekime giderken, içimizdeki dinamik diğer güçler bu problemin çözülmemesi yönünde bilinç dışı süreçleri başlatabilir. Bu da tedaviye karşı bir direnç olarak ortaya çıkar. Direncin ortadan kaldırılmasıyla ilgili ön çalışmalar yapılmadığı müddetçe tedavi ilerlemez. Konuyla ilgili detaylı bilgi direnç bahsinde anlatılmıştır.

b. Sekonder Kazanç
Bireyler bir takım rahatsızlıklardan bilinç dışı bir takım yararlar elde etmektedir. Bu şekilde çeşitli sorumluluklardan kaçınmakta, zaman zaman ilgi ve alaka odağı olabilmektedir. Sekonder kazançlar ile ilgili ön çalışma yapılmadığı müddetçe probleme bir çözücü olarak yaklaşmak mümkün olmamaktadır. Konuyla ilgili detaylı bilgi sekonder kazançlar bölümünde verilmiştir.

c. Öfke ve Kızgınlığın Boşaltılması İçin Terapi Süreçlerinin Kullanılması
Kişi bireysel problemlerini çözmek yerine tedavi süreçlerini, kendisini bu duruma sürüklediğine inandığı insanların ne kadar kötü olduğunu anlatmakla geçirebilir. Bu hastanın tek derdi, diğerlerinin kötülüğünü bu tedavi sürecinde ispat etmektir. Bu şekilde anne-babasının, eşinin kaba davrandığı iddiası ile tedavi süreçlerini aylarca tıkayan hastalar mevcuttur. Bu tip hastaların diğer bir menfaati de, tedavi ücretleri kızdığı insanlar tarafından ödendiği için onlara böylece zarar verebilme imkânı bulabilmeleridir.

d. Narsist Zedelenmekten Kaçınmak
Bazı bireyler, probleme bir problem olarak yaklaştıkları takdirde problemin sorumluluğunun kendilerinde olduğunu fark ederler. Bu da onlara dayanılmaz bir acı verir. Narsist bir kişilik örüntüsüne sahipse mümkün olduğu kadar olaya bir problem çözücü olarak yaklaşmamalıdır. Çünkü sorun kendi hatalarıyla veya eksiklikleriyle ilintilidir. Konuya bir problem çözücü olarak yaklaştığında, bu eksiklikler ve kusurlar ortaya çıkacaktır. Kişinin buna dayanabilme gücü yoktur. Kişinin önce zedelenebilme gücünü artırmak ve früstrasyona (engellenmeye) tahammülünü sağlamak gerekir. Ardından konuya girmek daha uygun olur.

e. Borderline (sınırda) Kişilik Örüntüsünde Durum
Border line yapı iki ayrı kimlik örüntüsünü içerdiğinden bir yerde yaşanan sorun diğer taraftan algılanamaz. Dolayısıyla konuya, entegre edilmiş bir kimlik gibi problem çözücü olarak yaklaşması zordur. Dolayısıyla bir sorun nedeniyle hekime müracaat eden bir border line kişilik yapısındaki hasta öncelikle kişilik örüntüsünü entegre edecek bir tedavi programına alınmalıdır. İyi ve kötü kendilik entegre edildikten sonra olay üzerindeki rasyonel yapı değerlendirilir. Soruna bir problem çözücü olarak yaklaşması sağlanır. Aksi takdirde dürtü ve öfkeler her halükârda boşalma yolu arayacak, mantığı kendine uyduracaktır.

14-) Kabul

Konuşma bozukluğu nedeniyle bize müracaat eden hasta, konuşma bozukluğunun tedavisinin çok zor olduğunu, bazen de mümkün olmadığını bizden öğrenince çok üzüldü. Genç delikanlı, hayatın kendisi için artık bittiğini ve anlamsızlaştığını belirtti. Son çare olarak başvurduğu hekim ona kapkaranlık bir tablo çizmişti. Bunu niçin yapmıştı?

Eğer hayatta kabul edilmesi gereken bir takım gerçekler varsa bunları baştan kabul etmek ve onlara karşı donanımlı olmak gerekir. Bu genç arkadaşımıza, gözleri kör olsaydı elleri tutmasaydı ve kulakları işitmeseydi hayattan vazgeçip vazgeçmeyeceğini sordum. Bu durumun oldukça zor olduğunu ama bir şekilde yaşamın devam etmesi gerektiğini belirtti. Bedensel engeli olan insanlardan birçoğunun coşku ile hayatı yaşarken diğer bir kısmının bedensel engelli olma nedeniyle bir ömrü depresyonda geçirdiğini görmekteyiz. Buradaki fark nedir? Buradaki temel fark kabul edilebilecek bir gerçeği kabul edip hayata onunla devam etme kararını alabilmektir. Gözleri görmeyen bir genç buna rağmen hayatta var olabilmeyi, kendini var edebilmeyi sağlamakta, coşkuyla hayata sarılabilmektedir. Gözleri görmediği halde avukat olabilmekte, işveren olabilmekte, şarkıcı ya da bestekâr olabilmekte velhasıl hayatın birçok alanında var olabilmektedir. Konuşma bozukluğu bundan çok daha hafif, çok daha kolay katlanılabilir bir problemdir. Bu problemin düzelme ihtimali oldukça yüksektir. Kör bir insanın gözlerinin açılması mümkün değildir. Ancak konuşma bozukluğu olan bir gencin ciddi bir mücadeleyle konuşmasının düzeltilmesi mümkündür. Bunun birçok örneği toplum içinde mevcuttur. Bu delikanlı, probleminin hiç düzelemeyeceği ihtimalini kabul ederek hayata dört elle sarılmalıdır. Her yerde ve her zeminde ‘benim konuşma bozukluğum var’ diyebilecek, bundan korkmayacak, çekinmeyecek bir ruh gücüne ulaşmalıdır. Ben özgüven duygumla nasıl ki kelliğimi her ortamda çekinmeden ifade edebiliyor, onunla dalga geçebiliyorsam bu genç arkadaşımın da aynı şeyi başarmasını istiyorum.

Burada da terapi bir nevi tersinden işlemektedir. Sınavı kazanamama ihtimalini kabul eden ve performans kaygısını ortadan kaldıran bir genç daha rahat bir şekilde sınavlara hazırlanmaktadır. Aynı şekilde konuşma bozukluğunu kabul edebilen ve içine sindirebilen bir genç, konuşması bozuk şekilde toplumun her katmanında kendini ifade edebileceğini kabullenmeli ve hissetmelidir. Bu durumda konuşma bozukluğunu oluşturan performans anksiyetesi ortadan kalkacağından konuşması kendiliğinden düzelecektir.

Psikolojik veya organik herhangi bir problem varsa kişinin bunu kabul etmesi temin edilir. Bir gerçekten kaçmak mümkün değildir. Kişi şizofren olabilir, manik-depresif olabilir veya kanser olabilir. Tüm bu gerçekleri kabullenmeli, hayatı daha kaliteli yaşayabilmek için alternatif stratejiler geliştirebilmelidir

 

Bilişsel Müdahale Teknikleri



1-Olumsuz Düşüncelerin Bulunması: Terapist, danışmanının söylediği her cümleyi anladığını düşünmeyip cümlenin anlamını sorarak açıklık kazanmasını sağlamaktadır.Bu teknik eşlerin birbiri ile olan iletişimlerinin ve dinleme becerilerinin gelişiminde terapistin bir model olmasını sağlar.

2-Kanıt Aramak: Her bireyin belli fikirleri ve inançları bulunmaktadır;ancak bunların kaynağının belirlenmesini ve sürmesini sağlayacak ne gibi desteğin olduğunu araştırılması gerekmektedir.Kanıt bulduktan sonra da kanıta bağlı terapist danışanın bu kanıta alternatif yollar bularak yeniden yapılandırmasına yardımcı olmaktadır.

3-Anlamlandırma: Sorunlu ilişkilerde genellikle eşler ya kendilerini yada eşlerini suçlarlar. Böyle bir durumda terapist, olaylarla ilgili düşünceleri yeniden anlamlandırmasına yardımcı olup gerçek dışı suçlamaların oluşmasını engelleyebilir.

4-Alternatif Çözümler: Sorunlarla uğraşmak bazen diğer alternatifleri görmeyi engellediği için eşlere başka alternatiflerin varlığını göstermek ve yeni çözümler üretmelerine yardımcı olmak gerekmektedir.

5-Katastrofik Düşünceden Arınmak: Bireyler bazen yaşadıkları olayla ve bu olayın sonuçları ile ilgili bir takım felaket senaryoları geliştirip bu geliştirdikleri senaryoların doğruluğuna da inanabilmektedir.Dolayısıyla , yaşanılan olayla ilgili “olabilecek en kötü şeyin ne olduğu “ danışanla sorgulanır.Bu teknik aynı zamanda danışanın veya çiftin ”Ya hep Ya hiç” şeklindeki bilinçsel çarpıtması ile ilgili tutumunu da ortaya çıkarabilecek bir tekniktir.

6-Avantajları ve dezavantajları değerlendirmek: Konuya ilişkin avantaj ve dezavantajların değerlendirip belli bir inanç ve davranışı ortaya çıkarmak ve geliştirmek, böyle olaylara tek yönlü bakmayı engellemek yönünde önemli bir diğer tekniktir.

7-Kendini yönlendirme: Herkes kendi kendine bir takım hatırlatmalarda bulunur, yönlendirme yapar,talimatlar verir.Danışan da kendi kendine yapacağı iç konuşmalarla terapilerde öğrendiği teknikleri kendi kendine hatırlanabilir, bunların güçlenmesini sağlayabilir.

8-Yönlendirilmiş keşif: “… olursa ne olur?” , “bunun anlamı nedir?” ,”sonra ne olur?” gibi sorularla danışanın olayı daha iyi değerlendirmesi sağlanır.

9-Paradoks kullanma: Danışmanı utandırmadan, kırmadan ,gülünç duruma düşürmeden terapist,danışanın bir fikrini oldukça abartılı hale getirir.Ancak bu tekniğin kullanılmasında bir risk,danışan, terapistin bu davranışını kendi durumunu umutsuz gördüğü düşüncesi ile yaptığını zannedebilir.Onun için her bir teknikte olduğu gibi bu tekniğin uygulanacağı zamanın iyi belirlenmesi ve danışanla iyi bir terapötik iş birliği içinde olmak gerekmektedir.

10-Düşünce durdurma: Zaman zaman bazı işlevsel olmayan düşünceler akla gelerek bireyde olumsuz duygular yaratmaktadır.Dolayısıyla bu, düşüncelerin akla geldiği anda durdurulması tekniğidir.

11-Rahatsız eden düşünceleri yeniden tanımlama: Bilinmeyen şeyler başlangıçta korku yaratmakta ancak yüzleşip yeni bir anlam kazandırılması sağlanırsa korku kaybolmaktadır.Bu nedenle danışanın işlevsel olmayan düşüncelerinin açığa çıkarılması ve bunlara geçerli anlamlar kazandırılması önemlidir.

 

 

Herşeyin bir güzelliği var, herkes göremese de...  
  PSİKOLOJİK DANIŞMAN
AHMET VURAL
 
HAFTALIK PROGRAM  
  Hangimiz bir gün yataktan kalkıp da daha akıllı olduğumuzu görmek istemeyiz ki? Bu dilek her ne kadar ütopik olarak görülse de bir bilim adamının yöntemi, 1 hafta gibi kısa bir sürede, zekayı yüzde 40 oranında artırmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Beynin herhangi bir kas gibi olduğunu ve egzersizlerle güçlenebileceğini öne süren İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nin Biyomedikal Bölümü’nden Prof. Mark Lythgoes’in 1 hafta süren programı BBC’de yayınlandı. Programa katılan 100 kişinin IQ’larında, yüzde 40 oranına varan artış görüldü. Bu artış katılımcıların programa katılmadan önce girdikleri testle, programdan sonra uygulanan test sonuçları karşılaştırılarak elde edildi.

İşte bir haftalık program

Cumartesi: Dişinizi her zaman kullandığını elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. Ve gözünüzü kaparatak duş alın.

Pazar: Sabah saatlerinde bulmaca çözün. Ve kısa yürüyüşe çıkın.

Pazartesi: Akşam yemeğinde yağlı balık yiyin. İşe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin.

Salı: Sözlükten bilmediğiniz sözcükleri öğrenin. Ve bunları günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın.

Çarşamba: Yoga, Pilates ya da meditasyon derslerine katılın. Daha önce tanımadığınız bir insanla konuşun.

Perşembe: İşe daha önce kullanmadığınız bir yoldan gidin. Televizyondaki ciddi bilgi programlarını izleyin.

Cuma: Alkol ve kafein tüketmekten kaçının. Alışverişe çıkarken listeyi ezberlemeye çalışın.
 
Bugün 91 ziyaretçi (109 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol