PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK
PSİKOTERAPİLER  
  ANA SAYFA
  İletişim
  ERİCH FROMM VE HÜMANİSTİK PSİKANALİZ
  DİNAMİK PSİKOTERAPİ
  KAREN HORNEY VE BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM
  AKILCI-DUYGUSAL TERAPİ
  ROGERS ve BİREY MERKEZLİ DANIŞMA YAKLAŞIMI
  GERÇEKLİK TERAPİSİ
  GEŞTALT TERAPİ ( F. PERLS )
  Holistik Tedavi
  VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİ
  AYNA TERAPİSİ
  BİBLİO TERAPİ
  BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ
  BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ
  Bilişsel Davranışçı Oyun Terapisi
  Bütünleyici Bireysel Terapi ( BBT )
  çözüm odaklı kısa süreli yaklaşım
  EMDR TERAPİ
  ERİCKSONİAN PSİKOTERAPİ
  E-TERAPİ
  Feminist terapi
  FOTOTERAPİ (IŞIK TERAPİSİ)
  Hidro Terapi
  HİLL & O'BRİEN TERAPİSİ
  HÜCUM TERAPİSİ
  JUNG TERAPİ
  LOGOTERAPİ
  Müzik Terapi
  Oyun Terapisi
  Pozitif Psikoterapi
  Sine-Terapi
  ŞEMA TERAPİ
  HİPNO-TERAPİ
  AİLE DANIŞMANLIĞI
  CİNSEL TERAPİ
  ERGENLİK PSİKOLOJİSİ
  LİNK
  ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
  nevzat tarhan
  Konuşma ve Dil Terapisi
  ÇOCUK RESMİNİN GELİŞİM AŞAMALARI
  PSİKOTERAPİ TÜRLERİ
  HİPPOTERAPİ
  Yiğidi Öldür Terapi Deme!
  Duanın Psikolojik ve Sosyolojik Faydaları
  PSİKOLOJİK DANIŞMA İLKE VE TEKNİKLERİ
  Ön Görüşme Sürecinin Öğeleri
  TERAPÖTİK İTTİFAK VE İLİŞKİ
  DOĞU HİKAYELERİYLE PSİKOTERAPİ
  empati ve empatiyi iletme
  İLK GÖRÜŞME
  Seçmeci (Eclectic) Yaklaşım
  PSİKOLOJİK DANIŞMANIN SAHİP OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER
  Psikolojik Danışma Süreci
  Psikolojik Danışmada Danışmanın Rolü ve İşlevi
  Psikolojik Danışmanın Amaçları
  psikolojik yardım aşamaları
  kendini tanıma rehberi
  KİŞİLİK TESTİ
  DEPRESYON
  Depresyon Testi
  STRESE DAYANIKLILIK ÖLÇEĞİ
  HAFIZANIZI GÜÇLENDİRMEK İÇİN 8 ADIM
  ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI
  NE KADAR PANİKSİNİZ?
  DUYGUSAL ZEKA TESTİ
  Hipnoz ve Depresyon
  Hipnoz ve kötü alışkanlıklar
  Hipnoz, Çözülme ve Travma
  HİPNOZ VE KONVERSİYON BOZUKLUKLARI
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarının Kontrolünde Hipnoz
  ŞİŞMANLIKTA HİPNOTERAPİ
  Yeme Bozuklukları ve hipnoz
  Zeka Geliştirmek İçin 5 Yöntem
  Adleryan Terapi Teknikleri
  KENDİNİZİ DERS ÇALIŞMAYA NASIL KONSANTRE EDEBİLİRSİNİZ?
  BİOENERJİ
  EMPATİ
  Evlilikte Stres Kaynakları
  Stres ve Manevi Yaşam
  Stres ve Sabır
  Stres
  Kendi stresini yönetmede teknikler
  Stres’in Etkileri
  pozitif stres yönetimi
  GRUP PSİKOTERAPİSİNDE DEĞİŞMEYE YOL AÇAN SAĞALTICI FAKTÖRLER
  Grupla Psikolojik Danışma
  ÇOCUKLARDA DÜŞÜNME BECERİLERİ NASIL GELİŞTİRİLİR?
  Zeki çocuklar yetiştirmenin püf noktası
  Bediüzzaman'ın Eğitim Yaklaşımı
  İnsan problemlerine Kur’ân’î çözümler
  Proaktiflik ya da Reaktiflik
  Tûl-i Emel
  Bediüzzaman'a Göre Bilimin Değeri
  Akıl ve Duygular
  Akla Uygunlaştırma
  Aşırı girişkenlik
  Bastırma Mekanizması
  Belirsizlikler İçinde Aranan Güven Duygusu
  Birlik ruhu için şeffafiyet
  Depersonalizasyon
  Duygu Çağı
  En ucuz enerji kaynağı: Tebessüm ve selâm
  Güzelliğin yeniden tanımlanması
  Hayat ve Anlamı
  Hayat yolculuğunda çelişkili duygular
  İç Sesler
  İnancın Sosyolojik Boyutu
  İnsanlık Peygamberlere Muhtaçtır
  Kendini Gözlemleme
  Korkularımız
  Kulluk Psikolojisi
  Mutluluk Öze Dönmekle Olur
  Olayların gerçek boyutu
  Olumlu olmak
  Ölümü Düşünmemek Başını Gaflet Kumuna Sokmaktır
  Savunma Mekanizmaları ve Başaçıkma Şekilleri
  Suçluluk duygusu
  Şefkat
  Varlığın besmelesi olan sevgi
  Varlığın öz enerjisi: Muhabbet
  GESSELL GELİŞİM TESTİ
  Hipnoterapi nasıl uygulanır
  Hipnoz Hastasının Özellikleri
  Hipnotik Seansın Özellikleri
  Hipnoz Nasıl Uygulanır
  Hipnoz Nedir
  Hipnoz Teknikleri
  hipnozda uyulması gereken kurallar
  hipnozun uygulanmaması gereken haller
  Hızlı Hipnoz Tekniği
  Kendi Kendini Hipnoz (Oto-Hipnoz)
  ÖRNEK HİPNOTİK ENDÜKSİYON
  HİPNOZ HAKKINDAKİ MİT (BATIL DÜŞÜNCELER)'LER
  AİLE TERAPİSİ UYGULAMASINDA TEROPÖTİK YAKLAŞIM
  Aile ve Evlilik Terapisinde Amaçlar
  AİLE TERAPİSİ ÖZEL NOTLAR
  aile terapisi uygulama örnekleri
  Aile-Evlilik-İlişki Terapisi Nedir
  Evlilik Problemleri Nasıl Çözülür: 9 Öneri
  PSİKODİNAMİK VE BOWEN AİLE TERAPİLERİ
  YAŞANTISAL AİLE TERAPİSİ
  AİLE İÇİ PROBLEMLER VE ÇÖZÜM YOLLARI
  Cinsel Danışma ve Rehberlik - Uygulama
  CİNSEL TERAPİDE EV ÖDEVLERİ
  Cinsel Sorunlarda Hipnoterapi
  Holistik Cinsel Terapi
  CİNSEL PROBLEMLER
  ERGENLERLE İLETİŞİM
  ERGENLİKTE DİN VE AHLAK GELİŞİMİ
  ERGENLİK (PUBERTE) DÖNEMİ FİZYOLOJİK GELİŞİM
  ERGENLİK VE KİMLİK BOCALAMASI
  ERGENLİK DÖNEMİ ARKADAŞ İLİŞKİLERİ
  ERGENLİK DÖNEMİNDEKİ BİLİŞSEL GELİŞİM
  ERGENLİKTE CİNSEL GELİŞME
  GENÇ KIZ SAĞLIĞI
  ERGENLİKTE DAVRANIM BOZUKLUKLARI
  ERGENLİKTE DUYGUSAL GELİŞİM
  ERGENLİKTE MADDE BAĞIMLILIĞI
  ERGENLİKTE TOPLUMSAL GELİŞİM
  SOSYAL FOBİ
  ÖZGÜL FOBİ-2
  Psikolojik Rapor Yazma
  Gazali'nin Motivasyon Teorisi
  Hz. Muhammedin Evlilik Hayatı Ve Tavsiyeleri
  HİPNOZ
  HİPNOZ TEKNİKLERİ
  BİLİŞSEL-GELİŞİMSEL TERAPİDE HİPNOZUN KULLANIMI
  Hipnoz ve Depresyon-1
  HİPNOZ VE KÖTÜ ALIŞKANLIKLAR
  HİPNOZ ve Yeme Bozuklukları
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarının Tedavisinde-üstesinden gelinmesinde –yönetiminde (management) Hipnozun kullanımı
  Hipnoz ve Anıların Çağrımı
  Stres ve Anksiyete Bozukluklarında Hipnoz
  KONVERSİYON BOZUKLUKLARI
  ŞİŞMANLIKTA HİPNOTERAPİ-1
  Hipnoz, Çözülme ve Travma-1
  Kişilik ve Psikotik Bozukluklar
  HİPNOTİK TELKİNLER İÇİN CÜMLELER KURMA
  Affect Bridge (Hipnoanalitik Yöntem)
  STEIN’İN SIKILMIŞ YUMRUK TEKNİĞİ
  KENDİLİK DEĞERİNİ ARTTIRMA ÖNERİLERİ
  BECK UMUTSUZLUK ÖLÇEĞİ
  BEİER CÜMLE TAMAMLAMA TESTİ
  COOPERSMıTH ÖZSAYGI ENVANTERİ
  CORNEL İNDEX TESTİ
  SCL–90-R
  RATHUS ATILGANLIK ENVANTERİ
  PSİKOLOJİK DANIŞMA--Temel Öğeler
  TERAPÖTİK İLETİŞİM
  KISKANÇLIK
  Risale-i Nur'dan Sosyal Problemlere Reçeteler 1
  Risale-i Nur'dan Sosyal Problemlere Reçeteler 2
  OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUĞU
  PANİK BOZUKLUĞU - PANİK ATAK
  TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
  Alzheimer
GRUP PSİKOTERAPİSİNDE DEĞİŞMEYE YOL AÇAN SAĞALTICI FAKTÖRLER

GRUP PSİKOTERAPİSİNDE DEĞİŞMEYE YOL AÇAN SAĞALTICI FAKTÖRLER

 

GİRİŞ

Bu yazıda, grup psikoterapisinde değişmeye yol açan faktörler, kişilerarası ilişkiler kuramı açısından, Irving Yalom'un The Theory and Practice of Group Psychotherapy kitabında kavramlaştırdığı biçimiyle ele alınarak gözden geçirilmekte ve özetlenmektedir. Yalom, terapi yoluyla değişmenin son derece karmaşık bir süreç olduğunu ve içiçe geçmiş birçok insan deneyiminin karşılıklı etkileşimi yoluyla ortaya çıktığını belirtmektedir. Yalom, değişme yaratan ve karşılıklı etkileşen, yönlendirilmiş insan deneyimlerine sağaltıcı faktörler adını vermektedir.

Yalom, 11 sağaltıcı faktörden söz etmektedir:

1. Umut aşılama
2. Evrensellik
3. Bilgi paylaşımı
4. Altruizm
5. Birincil aile grubunun düzeltici yeniden kurulumu
6. Sosyalleşme tekniklerinin geliştirilmesi
7. Taklide dayalı davranış
8. Kişilerarası öğrenme
9. Grup birlikteliği
10. Katarsis
11. Varoluşsal faktörler

Bu yazıda, grup psikoterapisinde sağaltıcı faktörler, kişilerarası ilişkiler yaklaşımı açısından ele alınmaktadır. Bu çerçevede, "kişilerarası öğrenme" sağaltıcı faktörü öncelikle irdelenmektedir. Diğer sağaltıcı faktörler ise, kişilerarası öğrenme faktörünün işleyişine katkıları ve kişilerarası ilişkiler kuramıyla ilintileri çerçevesinde ele alınmaktadır.

KİŞİLERARASI ÖĞRENME

Yalom, kişilerarası öğrenmenin geniş çaplı ve karmaşık bir sağaltıcı faktör olduğunu belirtmektedir. Kişilerarası öğrenme faktörü hem bireysel terapideki içgörü, aktarım ve düzeltici duygusal deneyim gibi sağaltıcı faktörleri hem de grup ortamına özgü süreçleri temsil etmektedir. Bu yönüyle kişilerarası öğrenme aslında birçok sağaltıcı faktörlerle yakın ilişki içinde olan karmaşık ve zengin içerikli bir faktördür.

Kişilerarası İlişkilerin Önemi

Yalom, insan yaşamında kişilerarası ilişkilerin hayati rolü olduğunu belirtmektedir. İster evrimin geniş ve uzun perspektifinden yaklaşılsın ister bir bireyin gelişimsel süreci ele alınsın insan, içinde bulunduğu sosyal oluşum ile değerlendirilmek zorundadır. İnsanların, hatta insan olmayan yüksek primatların daima topluluk halinde yaşadıkları bilinmektedir. Bu toplu yaşamın en önemli özelliği, üyeler arasındaki yoğun, sürekli, kalıcı ilişkilerdir. Evrimin büyük penceresinden bakıldığında kişilerarası ilişkiler açıkça uyumla ilgilidir. Yoğun, olumlu, sürekli, ve karşılıklı kişilerarası ilişkiler olmaksızın ne bireylerin ne de türün yaşamı ve devamlılığı mümkün olamazdı. Örneğin Bowlby (Yalom, 1985), bağlılık (attachment) davranışının doğuştan varolduğunu söylemektedir. Flavell (1988), bebeğin doğuştan getirdiği bağlılık davranışını gösterebileceği işaretleri de sergilediğini belirtmektedir. Bu işaretler birincil bakıcının (annenin) dikkatini bebek üzerine yoğunlaştırmasına neden olur. Anne ile çocuk arasında yapısal olarak varolan bağın başka bir göstergesi de anne ve çocuk ayrıldığında her ikisinin de kayıp nesnenin arayışıyla birlikte süren yoğun bir kaygı yaşamasıdır. Eğer ayrılık uzun sürerse etkileri de güçlü olmaktadır.

Safran ve Segal (1990), ilk kişilerarası deneyimlere dayalı olarak gelişen bilişsel yapıyı kişilerarası şema olarak adlandırmaktadır. Kişilerarası şema, kişilerarası ilişkileri sürdürmeye hizmet eden bilgileri (ve bu bilgileri işleten mekanizmayı) içerir. Bu şema, hem kişilerarası durumlarla ilgili biliş ve duyguları hem de bunları izleyen davranışları yönlendirir. Safran ve Segal, tüm bilişsel yapıların kişilerarası ilişkileri sürdürme hedefine hizmet ettiğini vurgulamaktadır. Kişilerarası ilişkileri sürdürme güdüsü, biyolojik olarak varolan bağlılık/bağlanma güdüsüdür.

W. Goldschmidt (Yalom, 1985), geniş çaplı etnografik araştırmaların sonuçlarını şöyle özetlemektedir: "İnsan doğası gereği sosyal varoluşa bağlıdır, bu nedenle de kendi çıkarları ile bağlı bulunduğu grubun çıkarlarına hizmet etme arasında ikilem yaşar. Bu ikilemin çözümü, kişinin kendi çıkarının bulunduğu gruba bağlı olmakla en iyi biçimde korunacağı gerçeğindedir. Olumlu duygu ihtiyacı insan çevresinden tepki almaya duyulan istek demektir. Bu açlığa benzer bir his olarak düşünülebilir, ama daha fazla yayılmış bir histir. Değişik koşullarda bu ihtiyaç ilişkiye geçme, tanınma, kabul edilme, onaylanma ya da yetkinlik ihtiyacı olarak ortaya çıkabilir. İnsan davranışını incelediğimizde, insanın sadece bir araya toplanmış olmaktan dolayı sosyal sistemler içinde yaşamadığını ama topluluğun diğer üyelerinin kabulünü, onayını elde edecek şekilde davrandığını görmekteyiz."

Nicholas (1984) Maslow'un sözünü ettiği "korunma ve güvenlikte olma, ait olma, sevilme (affection), saygı görme, ve kendine güven hissetme" ihtiyaçlarına ek olarak kişinin kendini ifade edebileceği bir çevre, neşelenme ve kutlama, köklü olma ve güvenlikte olma, ve rahatlık ve yenilenme ihtiyaçlarını da eklemektedir. Nicholas'a göre terapiye gelen kişilerin pek azı duygu ve görüşlerin açıkça dile getirilmesinin desteklendiği ailelerden gelir. Yine birçok kişi yaşamlarının önemli anlarında (mezuniyet, evlenme vb.) ihtiyaç duydukları sevinci ve kutlamayı yaşamamışlardır. Kişilerin birçoğu kendilerini tanımlayabilecekleri ve kendi tarihçelerinde yer alan bir gruptan yoksundur. Dışarıdaki problemlerden uzaklaşarak rahatlık ve yenilenme olanağı bulunan bir ev/aile ortamı birçok hasta için eksik yaşantılar olarak kalmıştır. dahası ev/aile ortamı sıklıkla dışarıdan daha büyük bir stres kaynağı oluşturmuştur. Nicholas'ın söz ettiği yaşantıların eksikliği kişi için yaşamsal önemi olan kabul edilme, önem verilme, özen gösterilme gibi kişilerarası ihtiyaçlarının karşılanmaması demektir.

William James; "Biz sadece çevremizdeki diğerlerinin gözü önünde olmaktan hoşlanan canlılar değiliz, türümüz tarafından farkına varılmak, olumlu şekilde farkına varılmak isteyen, buna doğuştan eğilimli olan yaratıklarız. İnsan için toplumun tüm üyeleri tarafından ihmal edilmekten, tümüyle farkedilmeden bir kenarda bırakılmaktan daha büyük bir cezalandırma şekli düzenlenemez." demektedir (Yalom, 1985). Yalom, James'in sözlerinin zaman içinde yalnızlığın olumsuz etkilerinin belgelenmesiyle de desteklendiğini belirtmektedir. Örneğin ana ölüm nedeni ne olursa olsun ölüm oranı yalnız kişiler için daha yüksektir: bekâr, boşanmış ya da dul. Nicholas (1984), kendilerini yalıtılmış olarak gören kişilerin gerek fiziksel gerekse psikolojik hastalıklara daha açık olduklarını belirtmektedir. Dolayısıyla insanın insan ihtiyacı yalnızca fiziksel varlığı ve devamlılığı ile değil aynı zamanda psikolojik varlığı ve sağlıklılığı ile yakından ilişkilidir.

 

 

 

Kişilerarası Patoloji Kuramı

Çağdaş dinamik psikoterapi yaklaşımları kişilerarası temellidir ve Harry Stack Sullivan'ın sistematik kişilerarası psikiyatri kuramına dayanır (Yalom, 1985). Fenster (1993), duygusal problemleri ele almada Freud zamanından bu yana önemli kuramsal değişiklikler olduğunu belirtmektedir. Duygusal problemlerin ele alınmasında önceleri egonun ya da benliğin üzerinde durulması vurgulanıyordu. Ego (ya da benlik) kişiye özel, iç-ruhsal (intrapsychic), el atılmamış, kendine yeterli, mükemmelleştirilebilir ve dış dünyadan uzak yapılar olarak görülürdü. Oysa zamanla ilişkisel benlik (relational self) daha çok vurgulanmaya başlamıştır. İlişkisel benlik ne denli kusurlu ve eksik de olsa içinde bulunduğu dış dünya ile birlikte ele alınmalıdır. Artık iç-ruhsal zorlukların yeniden olumlu işleyişlere kavuşturulması kişilerarası zorlukların giderilmesi kadar önemlidir (Fenster, 1993).

Sullivan'a göre kişilik neredeyse tümüyle önemli diğer insanlarla etkileşimin bir ürünü, sonucudur. Diğerleriyle yakın olma ihtiyacı herhangi bir biyolojik ihtiyaç kadar temeldir ve uzun süren bebeklik döneminde görüldüğü gibi son derecede hayatidir (Yalom, 1985). Sullivan'a göre kişilik, kişilerarası durumlardan ayrık tutulamayacak hipotetik bir oluştur. Birey, diğerleriyle ilişkileri söz konusu olmadan varolamaz. Toplumdan uzaklaşarak inzivaya çekilmiş bir keşiş bile düşüncelerini ve davranışlarını etkilemeye devam eden anıları beraberinde taşır. Kalıtım ve olgunlaşma insanı bir kişi olarak biçimlendirmekte ne denli önemli olsa da ayırıcı olarak insani olan, toplumsal etkileşimlerin ürünü olan kişidir. Dahası, kişilerarası yaşantılar kişinin saf fizyolojik işlevlerini öylesine değiştirir ki organizma bir biyolojik varlık olma durumunu yitirir ve sosyalleşmiş biçimde nefes alan, yiyen, içen sosyal bir organizma haline gelir (Hall & Lindzey, 1978).

Sullivan'a göre, büyümekte olan çocuk, güvenlik arayışı içinde, benliğin onay ve kabul gören özelliklerine ağırlık verir. Onay görmeyenleri susturur ya da inkar eder. Giderek birey, önemli diğerlerinin algılanan takdirlerine dayalı bir benlik kavramı (öz-dinamizm) geliştirir. Sullivan'a göre, "Benlik, kişiye yansıyan değerlendirmelerden oluşur. Eğer bunlar esas olarak yıpratıcı ise, hiçbir zaman sevilmemiş -istenmeyen- çocuk örneğinde olduğu gibi, çocuk, ona gerçek bir ilgi duymayan bakıcı ebeveyn (foster parents) elinde büyümüş ise, öz-dinamizm esas olarak yıpratıcı deneyimlerden oluşuyorsa bu, diğerlerine yönelik düşmanca, hırpalayıcı değerlendirmelerin yolunu açar ve kendisini de düşmanca ve hırpalayıcı değerlendirmelere açık tutar;" (Yalom, 1985).

Sullivan, diğerlerini algılarken bireyin bu algıları çarpıtma eğiliminden söz eder. Bu çarpıtmalara yüklemeci çarpıtmalar (parataxic distortions) adını verir. Yüklemeci çarpıtmalar, kişilerarası durumlarda, kişi diğerleriyle gerçekçi yüklemelere dayalı olarak değil kendi hayalindeki (fantasy) kişileştirmelerine dayalı olarak ilişki kurduğunda ortaya çıkar. Yüklemeci çarpıtmalar aktarım (transferans) kavramına benzer. Ancak, kişilerarası ilişkileri de kapsayan daha geniş bir alanı içerir. Yüklemeci çarpıtmalar gerçek yaşamdaki figürlere yönelik tutumların basit bir taşınması (transfer) değil kişilerarası ihtiyaçlara bağlı olarak kişilerarası gerçekliğin çarpıtılması demektir (Yalom, 1985).

Kişilerarası algılar, özellikle patoloji söz konusu olduğunda, çarpıtılma eğilimi taşıdığı kadar sınırlı ve katı olma özelliklerini de taşır. Kişinin kendini algısı, kendini temsili (one's representation of oneself), başkalarını nasıl algıladığının, başkalarını nasıl temsil ettiğinin ipuçlarını taşır (Muran, Segal, Samstag, & Crawford, 1994). Diğerlerine ilişkin uyumcul olmayan ve olumsuz inançlar, kanılar taşıyan birey diğerleriyle inançlarının, kanılarının izin verdiği dar sınırlar içinde ilişki kurar. Kişilerarası ilişkilerin dar bir alana sıkışması ise kişilerarası deneyimin sınırlı, yoksul kalmasına yol açar. Bu durum kişinin kendini olumsuz tanımlamasını daha da pekiştirir.

Dolayısıyla, kişilerarası çarpıtmalar kendini besleyen bir yapıya sahiptir. Örneğin yıpratıcı ve aşağılayıcı bir benlik imgesine sahip bir birey, seçici dikkat ve yansıtmanın da etkisiyle, bir diğerini sert ve reddedici olarak algılayabilir. Dahası, bu birey zamanla boyun eğici, savunucu ya da inatçı davranışlar gösterebilir. Bu davranışlar ise giderek diğerinin gerçekten sert ve reddedici davranmasına yol açabilir. Bu durum kendini gerçekleştiren kehanete iyi bir örnektir (Yalom, 1985).

Sorrels (1972), benliğe ilişkin imgelerin ve tutumların başkalarının kişiyi nasıl algıladığı ve değerlendirdiği ile çok yakından ilişkili olduğunu belirtirken kendini gerçekleştiren kehanetin nasıl işlediğinin ipuçlarını vermektedir. Sorrels de kişinin kendilik algısının büyük ölçüde önemli diğerlerinin kişiyi nasıl algıladığı ve nasıl değerlendirdiği ile ilişkili olduğu görüşüne katılmaktadır. Ancak Sorrels aynı zamanda kişilerin kişilerarası algıları çarpıtma eğiliminin kaynaklarına ilişkin de bir saptama yapmaktadır. Kendini gerçekleştiren kehanet kişinin diğerlerini nasıl algıladığıyla ilgili olduğu kadar başkalarının kişiyi nasıl algıladığıyla da ilgilidir: Sorrels, düşük özgüvenin aşağılanmadan, alay edilmeden, utandırılmadan başarısızlıktan ve yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını, olumlu özgüvenin ise empatik anlayıştan, desteklemeden, güven vermeden ve başarıdan kaynaklandığını vurgulamaktadır. Başarısızlık beklentisinin başarısızlık, başarı beklentisinin başarı getirme olasılığının yüksekliğine dikkat çekmektedir. Buna bağlı olarak kişi, kendi başarısını ya da performansını değerlendirirken ölçüt olarak yine diğerlerinin başarı ya da performans düzeylerini almaktadır. Kişi için önemli olan kimden daha çok ya da daha az başarılı olduğu, kimden daha iyi ya da daha kötü performans gösterdiğidir.

Nicholas (1984), yüklemeci çarpıtmaların işleyişini göstermek amacıyla "sağlıksız temas işlemleri" kavramını kullanmaktadır. Sağlıksız temas işlemlerinin, yüklemeci çarpıtmalar gibi, aktarım benzeri işlevleri vardır. Bu işlemler, kişinin geçmişten ve terapi dışı ortamdan terapi ortamına taşıdığı ve o andaki ilişkisine yüklediği (superimpose) biçimi ya da tarzı ifade eder. Sağlıksız temas işlemleri "şimdi ve burada" olup bitenlerle ilgili olarak değil, başka zamanlara ve yerlere ait belirli bir etkileşimi yeniden oluşturmak ya da bu belirli etkileşimden kaçınmak güdüsüyle ortaya çıkar. Böyle bir işleyişte amaç karışıktır: Kişi iki farklı zaman çerçevesi ile aynı anda çalışmaya kalkışmaktadır. Dolayısıyla grup, bu zamandaşlığı ayrıştırma ve sağlıklı temas işlemleri kurulumunu sağlama işlevlerini üstlenen bir süreçtir.

Sullivan'a göre yüklemeci çarpıtmalar ortaklaşa doğrulama (consensual validation) yoluyla değiştirilebilir. Ortaklaşa doğrulama, kişinin kişilerarası değerlendirmelerini diğerlerinin değerlendirmeleriyle karşılaştırmasıdır. Sullivan'a göre psikiyatrik çalışma, dolayısıyla terapi, insanlar arasında olup bitenlerin çalışılmasıdır. Zihinsel bozukluk, psikiyatrik semptomatolojinin bütün görünümleri kişilerarası terimlere çevrilir ve buna göre ele alınır. Dolayısıyla psikiyatrik tedavi kişilerarası çarpıtmaların düzeltilmesi anlamına gelir. Kişi, kişilerarası ilişkilerinin farkında olduğu ölçüde zihinsel sağlığa ulaşır. Bu yönüyle terapi hem hedefleri hem de araçlarıyla kişilerarası bir işleyiştir. Terapi, kişiyi diğerleriyle işbirliği içinde diğerlerine katılabilecek, gerçekçi ve karşılıklı doyurucu kişilerarası ilişkiler içinde kişilerarası tatmin elde edebilecek bir duruma ulaştırmayı hedefler (Yalom, 1985).

Kişilerarası ilişkilerin gerçekçi, karşılıklı doyurucu hale gelmesini hedefleyen terapi sürecinin ilerleyen aşamalarında hastaların birçoğu terapinin başlangıcındaki "acıyı azaltma" hedefinin yerine giderek daha farklı hedefler koyarlar. Bu hedefler çoğunlukla kişilerarası niteliktedir. Başlangıçta örneğin depresyon ya da anksiyetenin acı verici etkisinden kurtulmaya çalışan hastalar giderek diğerleriyle ilişki kurma, iletişime girme hedeflerini edinirler. Daha güvenilir, daha dürüst olmaya, sevmeyi öğrenmeye çalışırlar. Kişilerarası psikopatoloji yaklaşımı çerçevesinde kişinin rahatsızlığını öncelikle kişilerarası dile çevirmek gerekir. Örneğin depresyonu öncelikle kişilerarası dilin terimleriyle anlamak ve daha sonra altta yatan kişilerarası patolojiyi ele almak gerekir. Böylece terapist, depresyonu kişilerarası terimlerle tanımlar: pasif-bağımlılık, yalıtılmışlık, boyun eğicilik, öfke ifade edememe, ayrılmaya aşırı duyarlık vb. Daha sonra bu kişilerarası konular terapide ele alınır.

Yalom, varolabilmek, varoluşu sürdürebilmek, sosyalleşmek ve doyurucu yaşayabilmek için insanın insan ihtiyacı olduğunu vurgulamaktadır: ne ölmekte olan ne dışlanmış olan ne de ermiş olan, insanla ilişki ihtiyacını aşamaz. Yalom insanların ölüm karşısında yokolmanın değil son kertedeki yalnızlığın dehşetini yaşadığını belirtmektedir. Ölmekte olan bir kişinin de asıl ilgilendiği kişilerarası ilişkilerdir.

Kültürel birikimi, ekonomik düzeyi, bireysel eğilimleri ne olursa olsun hiç kimse diğerlerine karşı kayıtsız değildir. Hiç kimse kişilerarası tatmin arayışından geri duramaz. Bu temel insani özellik terapideki kişilerarası sağaltıcılığın da hareket noktasını oluşturur. Grupta kişiler uzun süre diğerlerine karşı kayıtsız kalmazlar. Yalom'a göre kimse can sıkıntısı nedeniyle grubu bırakmaz. Bir kişi korku, cesaretsizlik, utanç, panik, nefret nedeniyle gruptan ayrılabilir ama diğerlerine karşı kayıtsızlık asla bir ayrılma nedeni değildir.

Özet olarak zihinsel bozukluk, bozulmuş kişilerarası ilişkilerden kaynaklanır. Terapi süreci ise ortaklaşa doğrulamanın sağlanmasını, kişilerarası çarpıtmaların düzeltilmesini ve kişinin sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak etkin uyum güçlerini harekete geçirmeyi içerir.

KİŞİLERARASI ÖĞRENME SAĞALTICI FAKTÖRÜNÜN İŞLEYİŞİ

Yalom, kişilerarası öğrenmenin sağaltıcı faktör olarak işleyişini aşağıdaki biçimde özetlemektedir:

1. Psikiyatrik semptomatoloji kişilerarası ilişkilerdeki bozukluklardan kaynaklanır. Psikoterapinin görevi hastaya çarpıtmalardan uzak, tatmin edici kişilerarası ilişkilerin nasıl geliştirileceği konusunda yardımcı olmaktır.

2. Psikoterapi grubu zamanla sosyal bir evrene dönüşür. Bu dönüşüm, her hastanın minyatür sosyal evrenini temsil eder.

3. Grup üyeleri, ortaklaşa doğrulama ve kendilerini gözleme yoluyla kişilerarası ilişkilerinin, güçlü ve zayıf yönlerinin, sınırlılıklarının, yüklemeci çarpıtmalarının ve diğerleri tarafından istenmeyen davranışlara maruz kalmasına yol açan uyumsuz davranışlarının farkına varır. Geçmişte bir dizi felaketle sonuçlanan ve reddedilme acısı yaşayan hasta bu yaşantılardan öğrenme fırsatı bulamamıştır. Çünkü, hastanın genel güvensizliğini ve normal sosyal etkileşimi yönlendiren kurallardan sapma göstermesini hisseden diğerleri bu kişiyi reddetme nedenleri ya da gerekçeleri hakkında iletişim kurmamışlardır. Böylece kişi davranışının kabul edilemez yönleri ile tümüyle kabul edilemez bir benlik kavramı arasında ayrım yapmayı başaramamıştır.

 

4. Düzenli bir kişilerarası dizi şöylece oluşur:
a. Patoloji sergilenir / grup üyesi davranışını sergiler.
b. Geribildirim ve kendini gözleme yoluyla kişi;
i. Kendi davranışının daha iyi bir gözlemcisi olur,
ii. Bu davranışın;
a. Başkalarının duyguları,
b. Başkalarının kendisi ile ilgili görüşleri,
c. Kendisinin kendisi ile ilgili görüşleri,
üzerindeki etkisinin farkına varır.

5. Bu dizinin tümüyle farkına varan hasta bunun sorumluluğunun da farkına varır: Her birey kendi kişilerarası dünyasından sorumludur.

6. Bu kişilerarası dünyanın sorumluluğunu tümüyle kabul eden kişi şu keşfi de yapmaya yaklaşır: Dünyayı değiştirebilecek olan sadece onu yaratandır.

7. Bu farkındalığın derinliği ve anlamlılığı bu diziyle ilgili duygu ile doğrudan orantılıdır. Bir yaşantı ne kadar gerçek ve ne kadar duygusal ise etkisi o kadar güçlüdür. Yaşantı ne kadar nesnelleştirilir ve entelektüelleştirmeye uğratılırsa öğrenme o kadar az etkili olur.

8. Bu farkındalık sonucunda kişi zamanla, diğerleriyle birlikte olma biçimlerinde yeni yolları denemeyi göze alma anlamında değişmeye başlar. Bu değişimin oluşması şunlara bağlıdır:

a. Kişinin değişmeye ilişkin motivasyonu ve varolan davranış biçimlerinden duyulan rahatsızlık ve tatminsizlik.
b. Kişinin gruba katılımı. Diğer bir deyişle, hastanın, grubun kendi işine karışmasına izin vermesi.
c. Kişinin karakter yapısının ve kişilerarası tarzının katılık düzeyi.

9. Davranışlardaki değişme, diğer üyelerden alınan geribildirim ve kendini gözleme yoluyla yeni bir kişilerarası öğrenme çevrimi başlatabilir. Dahası kişi, davranışlarını engelleyen korktuğu bir felaketin rasyonel olmadığını kabul eder. Bu yeni davranış ölüm, mahvolma, terkedilme, yıpratılma ve tuzağa düşürülme gibi felaketlerle sonuçlanmamıştır.

10. Sosyal evren kavramı iki yönlüdür. Sadece dış dünyadaki davranış grupta ortaya çıkmaz, aynı zamanda grupta öğrenilen davranış da kişinin çevresine taşınır ve grup dışındaki kişilerarası davranışında değişiklikler olarak ortaya çıkar.

11. Böylece zamanla.başlangıçta grup içinde daha sonra grup dışında yaşanan uyumcul bir döngü harekete geçer. Kişinin kişilerarası çarpıtmaları azaldıkça tatmin edici ilişki kurma becerileri artar. Sosyal kaygı azalır, özgüven artar. Kendini gizlemeye (self-concealment) daha az ihtiyaç duyulur. Diğerleri bu davranışa olumlu yaklaşır ve kişiye daha onaylayıcı ve kabul edici yaklaşır. Bu da özgüveni arttırır ve değişmeyi hızlandırır. Uyumcul döngü giderek otonomi ve etkililik kazanır ve profesyonel terapi gerekli olmaktan çıkar.

Bu adımların her biri terapist tarafından özel destekleme gerektirir. Terapist duruma uygun farklı davranışlar göstermelidir: Özel geribildirim vermek, kendini gözlemeyi teşvik etmek, sorumluluk kavramını açımlamak, risk almayı teşvik etmek, hayali felaket fantazilerini olumsuzlamak, öğrenme sürecini pekiştirmek vb. Kişilerarası çerçeveden bakıldığında terapistin bu ve benzer davranışları, bireyin çarpık kişilerarası algılarının, ortaklaşa olumlama anlamında, gerçeğe yaklaşmasını desteklediği ölçüde kişilerarası öğrenme sağaltıcı faktörünü işletici niteliktedir.

İzleyen bölümde, kişilerarası öğrenme sağaltıcı faktörünün iki büyük bileşeni, düzeltici duygusal deneyim ve sosyal evren olarak grup bileşenleri ve bunlarla ilgili diğer kavramlar daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Düzeltici Duygusal Deneyim

"Düzeltici duygusal deneyim" (corrective emotional experience) kavramı ilk kez Franz Alexander tarafından 1946 yılında ortaya atılmıştır. Alexander'a göre (Yalom, 1985), terapinin temel ilkesi; "kişiyi, terapi ortamının olumlu koşullarında, geçmişte ele alamadığı duygusal durumlarla karşılaştırmak ve böylece geçmiş yaşantının örseleyici etkisini onaracak düzeltici duygusal deneyim yaşamasını sağlamaktır."

Fenster (1993), grubun yararlı olabilmesi için grup yaşantısının kişinin daha önceki gruplarla yaşantılarına benzememesi gerektiğini belirtmektedir. Nasıl ki duygusal travmalar duygusal rahatsızlıklara neden oluyorsa düzeltici duygusal deneyimler de kişinin bu rahatsızlıklardan kurtulmasını sağlar. Terapinin sadece bir bilgi aktarma süreci olmadığını bir kez daha vurgulayan Fenster, düzeltici duygusal deneyimin işleyişi ile ilgili iki anahtar hedef göstermektedir: Birinci hedef bireyin grupla ilişkide olma yetilerinin arttırılmasıdır. İkinci hedef ise bireyi, gruptan gelebilecek uyma (conformity) yönünde baskılara karşı koyabilir hale getirmektir. İkinci hedef özellikle kişinin geçmişteki kişilerarası tarzlarını gruba taşıması ile ilgilidir. Diğer deyişle kişi, başkalarını memnun etme yönünde değil kendi duygusal ihtiyaçlarını karşılama yolunda davranmalıdır. Bunu yaparken geçmişte izlediği yöntemleri değil, grupta (grupla birlikte) geliştireceği yeni ve daha uyumcul yöntemleri uygulamalıdır.

Bireysel terapinin temel ilkeleri grup psikoterapisi için de geçerlidir: terapideki duygusal deneyim, gerçeklik testi yoluyla hastanın kişilerarası davranışlarının uygunluk durumunun keşfi vb. Dahası, grup ortamı düzeltici duygusal deneyim sağlama adına daha fazla fırsat sağlar. Grup ortamı, terapide ele alınabilecek birçok gerilimi içkin olarak barındırır:.kardeş rekabeti, grup liderinin dikkatini çekmek için verilen mücadele, grubun dikkatini çekmek için mücadele, baskınlık ve statü için mücadele, cinsel çekicilikler, yüklemeci çarpıtmalar, üyelerin birikimlerinin ve değerlerinin farklı oluşu vb. Ancak gerilimlerin varlığı tek başına yeterli değildir. Gerilimler düzeltici duygusal deneyimlere dönüştürülmelidir. Bunun olabilmesi için ise iki koşulun sağlanması gerekir: Üyeler grubu yeterince güvenli ve destekleyici bulmalıdır. Böylece faklılıklar ortaya çıkabilir. İkinci olarak ise yeterli geribildirim ve dürüstlük sağlanmalıdır. Böylece etkin gerçeklik testi yapılabilir (Yalom, 1985).

Yalom, grup psikoterapisinde üyelerin düzeltici duygusal deneyim yaşamasını sağlayan kritik olay ya da yaşantılardan söz etmektedir. Yalom, bu kritik olay ya da yaşantının çoğunlukla, terapistten çok başka bir grup üyesiyle gerçekleşen bir paylaşımdan kaynaklandığını belirtir. Bu tür yaşantılar çoğunlukla bir üyenin aniden başka bir hastaya yönelik öfke ifade etmesini içerir. Ama böyle bir öfke ifadesi iletişimin kopması anlamına gelmez. İletişim sürdürülür, fırtına atlatılır ve kişi içsel sınırlamalardan kurtuluşu ifade eden bir özgürlük duygusu yaşar. Aynı zamanda kişi kişilerarası ilişkilerini daha derinliğine keşfetme fırsatı bulduğunu hisseder.

Yalom kritik yaşantıların ortak özelliklerini şöyle özetlemektedir:

1. Kişi güçlü bir olumsuz duygu ifade etmiştir.
2. Bu ifade kişi için yegâne ya da yeni bir deneyimdir.
3. Korkulan felaket gerçekleşmemiştir. Kimse bırakılmamış, kimse ölmemiştir. Çatı çökmemiştir.
4. Gerçeklik testi yapılabilmiştir. Kişi ya duygu ifadesinin yoğunluk ve yön itibarıyla uygun olmadığını ya da geçmişte duygu ifadesinden kaçınmanın akılcı olmadığını (irrational) anlamıştır. Ancak kişi duygu ifadesinin uygunluğuna ya da geçmişteki kaçınmanın akılcılığına ilişkin bir içgörü kazanmış ya da kazanmamış olabilir.

İkinci yaygın kritik yaşantılar da güçlü bir duygu ifadesi ile ilgilidir. Ancak bu kez ifade edilen duygu olumlu bir duygudur. Bu tür yaşantılarda kişiler genellikle kendilerinin yaşıyor oldukları ya da diğerleriyle ilişkide oldukları hissini keşfetmelerinden söz etmektedir. Örneğin grup oturumu sırasında aşırı stres yaşayan bir üyeyi yatıştırabilen şizoid bir hasta daha sonra başka bir kişiye yardım edebilmekten ne kadar çok etkilendiğini belirtmiştir. Bu tür yaşantıların ortak özellikleri şu şekilde özetlenebilir:

1. Kişi güçlü bir olumlu duygu ifade etmiştir. Bu, olağandışı bir durumdur.
2. Korkulan felaket gerçekleşmemiştir. Alay edilmemiş, reddedilmemiş, tuzağa düşürülmemiş ya da başkalarının mahvına neden olmamıştır.
3. Kişi benliğinin daha önce kendisine bilinmeyen bir yönünü keşfetmiştir. Böylece diğerleriyle yeni bir biçimde ilişki kurabilir.

Gerek olumlu gerekse olumsuz duygu ifadeleri bir anlamda katarsisin yaşanması demektir. Katarsis, kişilerarası düzeltici duygusal deneyim çerçevesinde, böyle bir deneyime yol açan bir işleyiş olmaktan çok bu deneyim sırasında yaşanan bir duygu boşalımıdır ve son derece duygusal bir yaşantıdır (Nicholas, 1984). Katarsis çok dramatik ya da çok sakin bir şekilde yaşanabilir. Bazen de beraberinde bir "tamam buldum" hissini getirebilir. Düzeltici duygusal deneyim sırasında kişi ne olup bittiğini sözcüklerle ifade edemeyebilir. Ancak birşeylerin değiştiğinin farkındadır. Doğru uygulanmış düzeltici duygusal deneyim bilişsel yeniden yapılanmayı beraberinde getirir. Nicholas, değişmenin bir katartik anda meydana gelmesinin beklenmemsi gerektiğini, değişmenin uzun zaman alabileceğini belirtmektedir. Değişmeye asıl yol açan kişinin başarısızlıklarının ve hatalarının grup tarafından kabul edildiğinin görülmesidir. Grup, üyelerini destekleyen, üyelerine kabul, anlayış ve sıcaklık gösteren bir süreçte olduğu sürece kişi değişme için fırsat bulur.

Slavson (1973), dinamik açıdan, katartik deneyimin süper-egonun grup ortamında ortadan kalkmasıyla gerçekleştiğini belirtmekte ve Nicholas ile aynı görüşü paylaşmaktadır: Katartik deneyimin değişme ile sonuçlanması kişinin grup tarafından, olduğu haliyle kabul görmesiyle ilgilidir. Kişi, süper-egonun denetimini bir yana bırakarak kendini grubun etkilerine açık tutar. Böylece geçmişte kendini açık tuttuğu durumlarda yaşadığı felaketler yerine kabul, anlayış ve paylaşım görme fırsatı yakalar.

Sağaltıcı faktörlerin etkililik sıralaması ile ilgili kültürlerarası iki araştırmada da katarsis, yüksek oranda değerlendirilen bir sağaltıcı faktör olarak ortaya çıkmaktadır (Colijn, Hoencamp, Snijders, van der Spek, & Duivenvoorden, 1991; Kılıç, Özbayrak, Uluşahin, & Üstün, 1996). İlk araştırmada yüksek oranda değerlendirilen diğer sağaltıcı faktörler kendini anlama, kişilerarası öğrenme, ve grup birlikteliğidir. Düşük oranda değerlendirilen faktörler ise ailenin yeniden kurulumu ve tanımlanma (identification) olarak ortaya çıkmıştır. İkinci araştırmada en yüksek oranda değerlendirilen sağaltıcı faktörler; katarsis, varoluşsal faktörler, grup birlikteliği, ve umuttur.

Yalom'un söz ettiği üçüncü tür kritik yaşantılar ikinci türe benzer. Bu tür yaşantılarda çoğunlukla kendini açma (self-disclosure) vardır. Kendini açma hastaların grupla yakınlığını, içiçeliğini arttırır. Örneğin birkaç oturumu kaçırmış olan bir hasta bu süre boyunca grup üyelerinin kendisini özlemiş olduğunu duymak istediğini belirtmiştir. Diğerleri de benzer şekilde gruptan açıkça yardım istemişlerdir.

 

Berg ve Derlega (1987), kendini açmanın her zaman karşılık bulduğunu belirtmektedir. Diğer deyişle, kendini açan bir grup üyesi karşısında kendilerini açan grup üyelerini bulacaktır. Bunun başlıca nedeni kendini açmanın bir güven işareti olması ve diğerlerinin bunun karşılığında, güvenlerini ve sevgilerini belirtmek üzere, kendilerini açma eğiliminde olmalarıdır. Kendini açma, yakınlık göstergesi olduğu kadar bilgi paylaşmaya yönelik bir isteğin de göstergesidir. Berg ve Derlega, kendini açmanın getirdiği karşılıklılığın en önemli sonuçlarından birinin daha yoğun destekleme olduğunu belirtmektedir. Kendini açma, yakınlıkların ve desteklemenin kurulmasında, sürdürülmesinde ve çözülmesinde anahtar bir süreçtir. Kendini açma yetisinin ya da fırsatının olmadığı durumlar çoğunlukla kişinin yalnız kalmasıyla sonuçlanmaktadır. Kendini açma, kişilerarası ilişkilerin karşılıklı bağımlılığını ve karşılıklı etkilerini vurgulayan en önemli göstergeler arasındadır.

Tschuschke ve Dies (1994), kendini açmanın, grup üyelerinde değişmeye yol açan ilk beş faktörden bir olduğunu belirtmektedir. (Diğerleri: Grup birlikteliği, geribildirim, kişilerarası öğrenme, ve ailenin yeniden kurulumu.) Tschuschke ve Dies, kişisel durumları gruba getiren ve böylece yapıcı geribildirim alma fırsatı yakalayan üyelerin grup terapisinden en çok yararlanan üyeler olduğunu vurgulamaktadır.

Runia ve Nijenhaus da (1995), benzer şekilde, deneyim paylaşmanın grup üyelerinin bağımlılık-otonomi boyutu üzerindeki yerlerini etkilediğini, deneyim paylaşmanın kişiyi bağımlı ilişkilerden uzaklaştırdığını belirtmektedir. Otonomi ve yakınlık arasında gerilim (bocalama) yaşayan grup üyeleri, deneyim paylaşma yoluyla bağımlı olmadan yakın, düşmanca olmadan otonom olabilme fırsatı yakalayabilirler. Runia ve Nijenhaus, B. Levine'in modelinden hareketle, grup üyelerinin çözülmemiş duygusal ikilemlerle gruba geldiklerini belirtmektedir: güven-güvensizlik, karşı koyma-utanma, yakınlık-yalıtıklık vb. Geçmişte ele alınamamış bu ikilemler, terapi ortamında otonomi kazanma sürecinde çözülebilir. Grubun bir otonomi okulu olduğunu belirten Runia ve Nijenhaus, kişilerin bağımlı ilişki kurma biçimlerinden kurtulup otonomi kazanma aşamasına gelmelerinde deneyim paylaşmanın en önemli faktör olduğunu belirtmektedir.

 

 

Yalom grup psikoterapisindeki düzeltici duygusal deneyim bileşenlerini şu şekilde özetlemiştir:

1. Kişilerarası yöneltilen güçlü bir duygu ifadesi ve bununla ilgili olarak kişi tarafından alınan bir risk.
2. Bu risk almaya izin verecek ölçüde destekleyici bir grup.
3. Kişinin yaşantıyı irdelemesini sağlayan gerçeklik testi ve buna fırsat sağlayan ortaklaşa doğrulama.
4. Bazı kişilerarası duyguların ve davranışların uygunsuzluğunun ya da bazı kaçınılan kişilerarası davranışların kabulü.
5. Kişinin diğerleriyle daha derin ve daha dürüstçe etkileşime girebilme yetisinin gelişmesi.

Yalom, terapinin hem duygusal hem de düzeltici bir deneyim olduğunu söylemektedir. Bir yaşantı gerçekleşmeli ve bu yaşantının duygusal doğurguları olmalıdır. Leszcz (1992), grup ortamında sadece terapistin değil diğer tüm üyelerin de çalışma (working through) sürecine dahil olduğunu söylemektedir. Terapist sadece bir üyeyle arasındaki aktarımı değil grup üyeleri arasındaki aktarımları da gözetmek ve çalışmaya katmak durumundadır. Grup ortamında, grup lideri dâhil her üye yansıtmanın potansiyel nesnesidir. Yansıtmalarla ilgili gerçeklik testi yapılması, aktarım ve yüklemeci çarpıtmalarla çalışmayı gerektirir.

Aktarım ve Yüklemeci Çarpıtmalar

Aktarım, kişilerarası algısal çarpıtmaların özel bir biçimidir. Bireysel terapide aktarımın ve çarpıtmaların tanınması, kabulü ve üzerinde çalışılması son derece önemlidir. Grup terapisinde de aktarım daha az önemli değildir. Ancak grup terapisinde aktarımın ve çarpıtmaların yaygınlığı ve çeşitliliği oldukça fazladır. Aktarım üzerinde çalışmak, hastanın irdelemesi gereken bir dizi çarpıtmadan sadece bir grubunu oluşturur.

Grup üyeleri aynı uyarana çok farklı tepkiler verebilirler. Herhangi bir "durum" gerçekte tüm üyeler için aynıdır. Ancak gruptaki üye sayısı kadar farklı dünya, dolayısıyla farklı tepki biçimi oluşur. Örneğin kontrol edici, tekelci bir üyenin gruba getirdiklerine maruz kalan üyeler kendi iç dünyalarına göre farklı tepkiler verebilir: Boyun-eğici uyma, güçsüz bırakan korku, ya da etkili yüzleme. Benzer şekilde üyeler grupla paylaşım ya da terapistin ilgisine yönelik farklı tepkiler geliştirebilir: Kendini açma, yardım isteme, ya da diğerlerine yardım etme. Bu farklılıklar en çok aktarım olgusunda kendini gösterir. Aynı terapist farklı üyeler tarafından sıcak, soğuk, kabul edici ya da reddedici olarak algılanabilir.

Aktarım, hastaların belki de çoğunluğu için üzerinde çalışılması gereken en önemli konudur. Terapist ebeveynlerin, öğretmenlerin, otoritenin, geleneğin yaşayan somut kişisidir. Ancak yine hastaların çoğu diğer kişilerarası konuları da çalışmak ister: Yaşıtlarla rekabet ve çekişmeler, kendini ortaya koyma alanında çelişkiler, yakınlık, cinsellik, verme, arzulama, kıskançlık. Birçok araştırma grup üyelerinin çoğunun liderden çok diğer grup üyeleriyle ilişkili çalışmaya önem verdiklerini göstermektedir.

Slavson (1973), diğerleriyle ilişkiye girebilme yetisinin insanın mutluğunun doruk noktasını oluşturduğunu belirtmektedir. Terapiye gelen birçok kişi için ilişkiler mutsuzluk getirmiştir. Terapinin birincil ve en önemli amacı ise kişinin yapıcı ilişkiler kurmasını sağlamaktır. Bu ilişkiler dizisi önce kişi ile terapist arasında başlar. Daha sonra grubun diğer üyelerine yayılır. Sonunda ise dışarıdaki dünyaya taşar ve yapıcı ilişki kurma biçimleri kişinin gündelik dünyasında yerini alır.

Yalom'a göre grup psikoterapisinde aktarımın kişilerarası ilişkiler yaklaşımı açısından önemi şudur: Terapist hastalarla doğrudan kendi ilişkisini çalıştığı kadar, belki de daha çok üyeler arasındaki ilişkileri ve etkileşimi geliştirmek üzerinde çalışmalıdır. Yalom'a göre duygusal tepki, bu tepkinin ortaya çıkmasına neden olan (vesile olan) kişideki değil bu kişiye ya da kişinin gruba getirdiği yaşantı ya da duruma tepki veren kişinin patolojisinden kaynaklanır. Örneğin kendine güvenli ve kendini ortaya koyan erkek bir grup üyesi başka bir erkek üyede kızgınlık, geri çekilme ya da eşcinsel bir panik yaratıyorsa buradaki tepkinin ilk üyenin patolojisinden kaynaklandığını söylemek zordur. Dolayısıyla terapist destekleyici kanıt, ortaklaşa doğrulama (diğer üyelerin tepkileri) belirli bir süre boyunca tekrarlayan örüntüler arayışındadır. Terapist en çok da en değerli tepki olan kendi duygusal tepkilerine dayanır.

Leszcz (1992), Yalom'un "tekrarlayan örüntüler" kavramını "tekrarlayan kişilerarası döngüler" olarak yeniden ele almaktadır. Tekrarlayan kişilerarası döngüler (recapitulative interpersonal cycles) kişiyi en çok korktuğu etkileşimlere sürükler. Üstelik grup ortamı yakınlık, çatışma, güç, bağlanma gibi kişilerarası durumların ortaya çıkmasını sağlayıcı fırsatlar sunmaktadır. Yalom'un sözünü ettiği, düzeltici duygusal deneyimlere dönüştürülmesi gereken grup içi gerilimlere ek olarak Leszcz (1992), "tekrarlayan kişilerarası döngüler"in grupta çalışılması gereken kaynaklarından söz etmektedir. Bunlardan bazıları sosyal öğrenme kaynaklı davranışlar olabilir. Bu davranışlar bütünleyici ya da döngüsel tepkilere takılma nedeniyle alternatif yaklaşımları görememekten kaynaklanabilir. Başka bir kaynak ise kişinin bir önemli diğerini (bilinçdışı olarak) denemesi olabilir. Bu deneme, önemli diğerinin kişinin kendisi ve kişilerarası dünyasıyla ilgili temel bir inancını çürüteceği umudunu taşır. Diğer bir kaynak ise "yansıtmacı tanımlanma"dır (projective identification). Yansıtmacı tanımlamada kişi benliğinin kendisi için kabul edilebilir olmayan bir yönünü önemli diğerine yükler.

Nicholas (1984), Leszcz'in "tekrarlayan kişilerarası döngüler" ya da Yalom'un "tekrarlayan örüntüler" kavramlarını "kurma (set up)" kavramını kullanarak yeniden ele almaktadır. Nicholas, kişinin (özellikle terapiye gelen kişinin) kişilerarası durumlarda belirli bir tepkiyi alabilmek için belirli bir davranış ya da iletişim biçimi uyguladığını belirtmektedir. Diğer bir deyişle kişi, diğerlerinden belirli tepkileri elde edebilmek için programlı bir davranış dizisi sergilemektedir. Bu aynı zamanda belirli kişilere belirli rolleri yükleme anlamına da gelmektedir. Ancak bu programın işleyip işlemeyeceği ile ilgili gerçeklik testi yapılmakta değildir. Dahası böyle bir program çoğunlukla bilinç düzeyinde gerçekleşmez. Nicholas, bu programlamaya "kurma işlemleri (set up operations)" adı verildiğini belirtmektedir. Kurma işlemleri, grup ortamında, karşılıklıdır. Boş bir rol varsa bu bir üye tarafından şu ya da bu şekilde doldurulacaktır. Bunun nedeni, kişinin grup imgesinde bu rolün boş olmasına tahammül olmamasıdır. Aktarımların analizi zamanla kişilerin senaryolarını ortaya çıkarır ve bu senaryoların gerçek durum doğrultusunda yeniden işlenmesini sağlar.

Nicholas (1984), aktarımlarla çalışma sürecini threagnosis kavramı ile açıklamaktadır. Theragnosis kavramı G. Bach tarafından gruptaki tanı, analiz ve terapi süreçlerini ve bu süreçlerin içiçeliğini anlatmak üzere ortaya atılmıştır. Theragnosis, kurma işlemlerinin sürekli izlenmesi ve yeniden biçimlendirilmesi demektir. Nicholas bu sürecin işleyişini şu şekilde özetlemektedir: Kişi öncelikle bir başka üyeye bir rol yükler. Bu rol geçmişte oynanmış ya da oynanması beklenip gerçekleşmemiş bir rol olabilir. Daha sonra (gerçeklik testi, geribildirim, empati, açılma, duygu ifadesi, şimdi ve burada gibi teknikler ve süreçler yoluyla) bu rolü oynatmaya ilişkin davanışlarının işe yaramadığını, dahası hem kendisini hem de diğerlerini zor duruma soktuğunu farkeder. Bu, kişinin savunucu davranışını değiştirmesi için bir motivasyon sağlar. Bu aşamada grup, kişinin bu davranışın başlangıçtaki anlamını analiz etmesine yardımcı olur. Savunucu davranışın ne işe yaradığı, kişiyi nelerden koruduğu sorgulanır. Bu sorular yanıtlandığında kişi ihtiyacını karşılamanın yeni yollarını bulma fırsatı yakalar. Grup içinde ya da grup dışında, sağlıksız temas işlemlerinin yerine yenilerini geliştirir.

Aktarım ve yüklemeci çarpıtmalarla çalışmayı ve yansıtmalarla ilgili gerçeklik testinin yapılmasına ve ortaklaşa doğrulamaya yardımcı olan iki süreç, geribildirim ve empati süreçleridir. Fenster (1993), ortaklaşa doğrulama yoluyla kişinin kendisi hakkındaki duygu ve düşünceleriyle başkalarının kendisi hakkındaki duygu ve düşüncelerini karşılaştırma olanağı bulduğunu belirtmektedir. Bu olanak, geribildirim sayesinde sağlanır. Fenster, geribildirim ile empatinin içiçe çalışan süreçler olduğunu da vurgulamaktadır. Grup üyeleri geribildirim yoluyla yalnızca başkalarının kişi hakkındaki değerlendirmelerini değil, kişilerin kendileri hakkındaki değerlendirmelerini de öğrenir. Böylece kişi, son derece kendine özel olan duygu, düşünce ve endişelerinin başkaları tarafından da paylaşıldığını, hissedildiğini görür. Bu ise empatinin yolunu açar. Fenster, geribildirimin nasıl çalıştığını göstermek amacıyla Johari penceresini kullanmaktadır. Johari penceresi, aynı zamanda içgörünün kaynaklarına ilişkin ipuçları da taşımaktadır. Buna göre, kişinin kendisine açık olmayıp başkalarınca biline yönlerine ilişkin bilgiler geribildirimi oluşturur. Öte yandan hem kişinin kendisine hem de başkalarına açık olmayan yönlere ilişkin sezgiler içgörüyü oluşturur. Fenster'e göre bu durumda içgörünün oluşabilmesinin ipuçlarını, kişinin kendisini açma ile elde ettiği "kişinin hem kendisince hem de başkalarınca bilinen yönleri"nde aramak gerekir. Fenster kamusal (public) bilginin yeni geribildirimleri, kendini açmanın yeni içgörüleri harekete geçirebileceğini belirtmektedir. Böylece grup bilinçdışı grup bilinci haline gelebilir.

İçgörü

Güçlü duygusal deneyimin değişme için yeterli olduğu görüşü çekici olmakla birlikte hatalıdır. Duygu ifadesi değişme için gerekli bir koşuldur fakat yeterli koşul değildir. Yalom da tıpkı Nicholas (1984) gibi değişme için bilişsel bir bileşenin zorunlu olduğunu belirtmektedir. Yalom'a göre Terapiden olumlu yararlanan, değişme yaşayan grup üyelerini ayırdeden özellik ya bilgi ya da içgörü elde etmiş olmalarıdır. Nicholas (1984), grup terapisinde düzeltici duygusal deneyimin iki düzeyde gerçekleştiğini belirtmektedir. Birinci düzey grupta ortak olarak yaşanan ve paylaşılan tutarlılık, saygı, özen, nesnellik ve duyarlık gibi genel düzeltici yaşantılardan oluşur. İkinci düzeyde ise her üyenin kendine özgü deneyimleri ve bunlarla ilgili kişilerarası ihtiyaçları vardır. Bu düzeyde kişiler geçmişteki örseleyici ya da mutsuz yaşantılarını grupta yeniden yaşarlar: Önce gerçekten oldukları gibi sonra da olmaları gerektiği gibi. Diğer bir deyişle önce kişilerarası aktarımlar ve çarpıtmalar yaşanır daha sonra ise kritik yaşantıların ortaya gelmesiyle oluşan gerçeklik testi fırsatları sayesinde önceleri örseleyici olarak yaşanmış deneyimler grup ortamında düzeltici olarak yeniden yaşanır.

Kişinin çarpıtmalarının "şimdi ve burada" olup bitenlerle ilgili olarak değil, başka zamanlara ve yerlere ait belirli bir etkileşimi yeniden oluşturmak güdüsüyle ortaya çıktığı yukarıda belirtilmişti (Nicholas, 1984). Nicholas' a göre grup süreci iki farklı zaman çerçevesi ile aynı anda çalışmaya kalkışan kişinin bu zamandaşlığı ayrıştırma ve sağlıklı temas işlemleri kurmasını sağlama işlevlerini üstlenen bir süreçtir. Bu durum, 'şimdi ve burada'nın önemini bir kez daha vurgulamaktadır. Şımdi ve burada, kişinin yapıcı içgörü kazanmasında anahtar bir işleyişe sahiptir. Terapinin hem duygusal hem de düzeltici bir deneyim olabilmesi "şimdi ve burada" kavramı ile yakından ilişkilidir. Grup 'şimdi ve burada'ya yöneldiği sürece gücünü ve etkililiğini arttırır. Grup üyeleri birbirlerini olabildiğince kendiliğinden ve dürüstçe yaşamalı ve bu yaşantı üzerinde durmalıdır. Çoğu grup şimdi ve burada durumuna girmekte zorlanmaz. Bu yaşantının sürdürülmesi ve bununla çalışılmasının sağlanması ise terapiste düşen görevler arasındadır Yalom, 1985).

Yalom içgörüyü "içe doğru bakış" olarak anlamakta ancak içgörünün belirgin bir tanımdan yoksun olduğunu belirtmektedir. İçgörü, kişinin kendisiyle ilgili önemli bir şey keşfetmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu, kişinin motivasyonuyla ya da bilinçdışıyla ilgili olabilir.

Yalom'a göre, grup terapisi sürecinde kişiler en azından dört düzeyde içgörü kazanabilirler:

1. Kişiler, kişilerarası sunumlarına ilişkin daha nesnel bir bakış açısı yakalayabilirler. Belki de ilk kez başkaları tarafından nasıl görüldüklerini öğrenirler: gergin, sıcak, uzak, baştan çıkarıcı, acıtıcı, bencil, boyun eğici vb.

2. Kişiler, diğerleriyle ilişkilerini karmaşık örüntülerini daha iyi anlamaya başlayabilirler. Kişi neler yapmaktadır? Kullanma, reddetme, sürekli dikkat çekmeye çalışma, baştan çıkarma ve sonra geri çekilme, yorulmasız rekabet, sevgi için başkalarını memnun etme, sadece terapistle ya da sadece erkelerle/kadınlarla ilişkide olma?

3. Üçüncü düzey, motivasyonel içgörü olarak adlandırılabilir. Bu düzeyde kişi, diğerlerine ilişkin olarak neyi neden yaptığını öğrenmeye başlar. Soğuk ve uzak duran kişiler yakınlıktan çok fazla korkmakta olduklarını anlayabilir. Rekabetçi, intikamcı, kontrol edici kişiler asıl ihtiyaçlarının özen gösterilmek, beslenmek olduğunu tanımlayabilir. Baştan çıkarıcı-reddedici kişiler düşmanca davranışlarının ilişkilerini nasıl tükettiğini görebilir. İçgörüye ilişkin ortak bir yön, kişinin sürekli belirli bir şekilde davrandığının farkına varmasıdır. Bunun nedeni, farklı davranışın bir felaketle sonuçlanacağına ilişkin inançtır: Eğer kişi başka biçimde davranırsa aşağılanabilir, alay edilebilir, terkedilebilir, kıstırılbilir (tuzağa düşürülebilir), reddedilebilir; ya da kişi kendisine yönelik olarak kontrol edilemez şekilde yıkıcı olabilir.

4. Dördüncü düzey içgörü genetik içgörüdür. Bu düzey, kişilerin nasıl olup da şimdi oldukları hale geldiklerini anlamalarıyla ilişkilidir. Kişi, kişisel gelişim tarihçesinin irdelenmesiyle şu andaki davranış örüntülerinin kaynaklarını farkeder. Genetik açıklamanın ele alınış biçimi terapistin kuramsal yönelimiyle yakından ilişkilidir.

İçgörünü bu dört düzeyi, çıkarım düzeyine göre sıralanmıştır. Bu sıralama yüzeyel-derin sıralamasıyla eşleştirilemez. Dahası, derin içgörünün iyi ve etkili, yüzeyel içgörünün ise kötü ve sonuçsuz olduğu görüşü ile de yakınlığı yoktur. Yalom, grup psikoterapisinde, psikanalizden miras alınmış olan "derin" zihinsel anlamanın davranışın oluşumunu (generic) açıkladığı görüşünün terkedilmesini önerir. Derin olarak hissedilen ya da kişi için derin anlamı olan bir şey davranışın ilk köklerini anlamaya yardımcı olmak zorunda değildir. Burada, içinde bulunulan zamanın gerekleri ve ihtiyaçları ne üzerine çalışılması gerektiğinin asıl belirleyicileri olmalıdır.

Sosyal Evren Olarak Grup

Yalom, yapısal sınırlandırmaların az olduğu bir etkileşim grubunun zamanla üyelerinin sosyal evreni haline geleceğini belirtmektedir. Terapistin kavramsal ya da kuramsal yöneliminden bağımsız olarak her bireyin kişilerarası ilişki tarzı grup ortamında ortaya çıkar. Bazı tarzlar kişilerarası etkileşime yönelik daha fazla malzeme taşır ve kendilerini grupta diğerlerinden daha çabuk gösterir. Her bir grup üyesi kendi sosyal çevresinde diğer insanlarla nasıl etkileşiyorsa grupta da aynı kişilerarası evreni yaratır.

Leszcz (1992), başlangıçtaki anksiyete ve sosyal nezaket azaldıkça grubun bir sosyal evren ve kişilerarası bir laboratuar haline dönüştüğünü belirtmektedir. Leszcz de Yalom gibi grup üyelerinin dış dünyada diğerleriyle nasıl etkileşiyorlarsa grupta da aynı şekilde davranmaya devam edeceklerini vurgulamaktadır. Grupta oluşan sosyal evrenin bireysel terapi ortamına göre önemli ve farklı yönleri vardır. Bireysel terapide çeşitli nedenlerle üzerinde çalışılamayacak kör noktalar grup ortamında ortaya çıkabilir. Bu nedenler, bireysel terapi ortamının belirli bir davranışı ya da özelliği harekete geçirememesi, davranışın benliğe bitişik (ego-syntonic) olması nedeniyle ifade edilemiyor olması, ya da terapistin de kör noktasına denk gelen bir davranış olması gibi nedenlerdir. Oysa grup ortamında, örneğin yüz ifadeleri sözel ifadelerin önüne geçebilir ve sözle ifade edilemeyen davranışlar ya da özelliklerin terapist ya da diğer grup üyelerince farkedilmesine, dolayısıyla üzerinde çalışılmasına yol açabilir. Leszcz, üyelerin kendilerini gruba tüm olarak ve bütün özellikleriyle getirmeleri gereğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede, yakınlaşmaya karşı savunmalar geliştiren ya da grubun çalışmasını sorgulayan bir üye kendini sessizce geri çeken bir üyeye göre çok daha fazla grubun içindedir. Grup içinde olmak, 'şimdi ve burada'yı kullanarak, sergilenen davranışın sorgulanmasını ve üzerinde çalışılmasını sağlama açısından önemlidir.

Kişilerarası evrenlerin terapi grubunda yeniden yaratılma sürecini hızlandıran ve grubun sosyal bir evren olarak işleyişinin önemini arttıran üç kavram üzerinde durmak yararlı olabilir. Bu kavramlar yalnızlıktan kurtulma, evrensellik ve altruizm kavramlarıdır. Grup, üyeleri için bir sosyal evren olma yolunda, aktarımlar ve yüklemeci çarpıtmaların düzeltici yeniden kurulumu işlevini yerine getirirken üyelerine bu çalışmaların yapılabileceğini hissettirmek durumundadır. Bu koşul, düzeltici duygusal deneyime yol açacak kritik yaşantıların gerçekleşmesine izin verecek güven ortamının da sağlanmasının koşullarından biri olarak düşünülebilir. Örneğin grup, üyelerine; kişisel ve kişilerarası durumlarla ilgili yalnızlık hislerinin yegane olmadığını gösterme potansiyeline sahiptir.

Yalnızlıktan Kurtulma

Nicholas (1984), gruba gelen hastaların çoğunun yalnız insanlar olduğundan ve çoğunlukla da bir ayrılma ya da boşanmanın ertesinde gruba katıldıklarından söz etmektedir. Nicholas, üç tür yalnızlıktan söz etmektedir. Birinci tür yalnızlık, kişinin yaşamında herhengi bir önemli diğer kişinin olmadığı durumdur. İkinci tür yalnızlık, kalabalık içinde yalnızlık olarak tanımlanabilir. Bu durumda çevrede diğer insanlar olmasına karşın o kişinin farkında olan hiç kimse bulunmaması anlaşılmalıdır. Büyük ve kalabalık bir apartmanda o kişinin hiç kimse tarafından farkedilmediğini hissetmesi bu tür yalnızlığa örnektir. Üçüncü tür yalnızlık bir tür bağlantısızlık hissiyle ilgilidir. Bu bağlantısızlık sadece kendi ve diğerleriyle değil aynı zamanda gerçek ile bağlantısızlığı da içerir. Böyle bir yabancılaşma hissi tek başınayken, arkadaşlarla birlikteyken, kalabalıktayken, aile ile birlikteyken hatta sevgili ile birlikteyken hissedilebilir. Nicholas (1984), bu durumu kişinin itkilerinin ve enerjisinin kesildiği, tükendiği durum olarak tanımlamaktadır. Böyle bir durumda diğer insanlar isteseler de kişinin yeniden harekete geçebilir düzeye gelmesine yardımcı olamazlar. Bu şekilsiz yalnızlık çoğunlukla yalıtıktır (intransigent) ve depresyonun büyük bir parçasıdır. Bu durumda kişi en çok ihtiyacı olan şeylerden uzak durur: karşılıklı ilişki, yakınlık, ve canlılık (stimulation).

Nicholas (1984), yalnızlığın kişinin dünya görüşünün bir işlevi olduğunu ileri sürmektedir. Bu görüşün kaynağı, dünyayı düşmanca ve dışlayıcı olarak varsayan bir algı dayanağıdır. Yalnızlıktan kurtulmanın bir sağaltıcı faktör olarak işlemesi ise grup terapisinin diğer kişilerle somut bağlantılar kurulabilecek bir ortam sağlaması ile olasıdır. Grup ortamında, kişinin öznel yalıtılmışlığı ve yabancılaşmışlığına karşıt veri oluşturacak somut ilişki yaşantıları gerçekleşir. Grupta kurulan bağlantılar, (zamanla arkadaşlığa da dönüşebilen) ilişkiler geliştikçe kişi aynı şeyi dışarıda da yapabileceğini anlamaya başlar. Grupta zamanla, bir ailede olabileceği kadar -belki de o kişinin ailesinde hiç olmadığı kadar- yakın ilişkiler kurulabilir. Grup kişiye, onun grup için önemli olduğunu, gruba ait olduğunu ve sevildiğini hissettirebilir. Acıda ortaklık bir yönüyle doyurucu olabilir. Ama grup ortamı yalnızların yalnızlıklarını yaşadığı bir "sadece bir arada olma" ortamı değildir. Kişinin daha önceki yaşantısında, çocukluğunda, ailesinde yaşayamadıkları nedeniyle oluşan yalıtılmışlığını sona erdirebilecek yeni, yoğun, sürekli, ve doyurucu kişilerarası ilişkiler grup ortamında sağlanabilir. Bu yönleriyle yalnızlıktan kurtulma, evrensellik ile ilgili olduğu kadar birincil aile grubunun düzeltici yeniden kurulumuyla da yakından ilgilidir.

Evrensellik

Birçok hasta terapiye, içinde bulundukları probemli durumun sadece kendilerine özgü olduğu düşüncesiyle gelirler. Bu düşünce bazı yönleriyle doğru olabilir çünkü birçok hasta olağandışı birçok problem durumuyla kuşatılmıştır. Hastanın bu durumdaki yegane kişi olduğuna ilişkin hissi, sıklıkla sosyal yalıtılmışlık nedeniyle daha da körüklenir. Kişilerarası güçlükler nedeniyle bu kişilerin samimi ortaklaşa doğrulama elde edebilecek yakın ilişkileri yoktur. Terapi grubunda hastanın yegane olduğuna ilişkin hissinin yanlışlanması önemli bir rahatlama kaynağıdır.

Yalom, en çok rastlanan ortak sırlardan birincisinin temel bir yetersizlik inancı olduğunu belirtmektedir. Eğer diğerleri gerçekten kişiyi tanıyacak olsalar onun yetersizliğini ve entellektüel blöfünü göreceklerdir. İkinci sırada derin bir kişilerarası yabancılaşma hissi vardır. Kişiler başkalarını gerçekten sevmediklerini ya da sevemeyeceklerini ifade etmektedir. Üçüncü sırada bir tür cinsel sır vardır ve bu sır çoğunlukla eşcinsel eğilimlerle ilgilidir. Ancak sır ne olursa olsun hastaların asıl peşinde olduğu şey kendilerinin değerli olduklarını hissetmek ve diğerleriyle ilişki kurabilmektir. Hastalar kendilerini başkalarıyla benzer olduğunu gördükçe diğerlerinin kendisini kabulünden ve buna eşlik eden katarsisten yararlanırlar.

Altruizm

Terapiye başlayan kişiler başkalarına verecek hiçbir şeyleri olmadığı hissinin olumsuz etkisi altındadır. Kendilerini başkalarına yük olarak görmektedirler. Terapi grubunda hastalar verme yoluyla alırlar: sadece karşılıklı al-ver dizisi sayesinde değil, içten gelen (intrinsic) verme edimi yoluyla. Terapinin başında yardım kaynakları yeterince iyi anlaşılmayabilir. Birçok hasta grup terapisi önerisine karşı çıkar ve şu soruları sorar: Kör köre nasıl yol gösterebilir?" Ya da "Benim gibi problemli başka kişilerden alabileceğim ne olabilir?" Böyle söylemekle hastalar aslında "Benim başkalarına verecek değerli bir şeyim yok;" demektedir.

Oysa terapi ortamında hastalar birbirlerine oldukça yardımcı olurlar. Birbirlerine destek, güven, öneri, görüş verirler ve benzer problemleri paylaşırlar. Hastalar terapistten çok diğer grup üyelerini dinlemeye ve gözlemeye hazırdır. Hastalar için terapist, ücreti ödenen profesyoneldir. Öte yandan diğer üyeler kendiliğinden davranışları ve geribildirimleri nedeniyle güvenilir dayanaklardır. Başkaları için birşeyler yapabildiğini görmek, kişilerarası ilişki kurabilmenin göstergesi olduğu kadar kendilik değerine katkıları nedeniyle de önemlidir.

Mishna (1996), terapiye katılan kişilerin, kendileri gibi olan başkalarını tanıma yetileri olduğuna ve bu yetiyi kullanarak diğerlerine yardımcı olabildiklerinde bundan kendilerinin de büyük ölçüde yararlandıklarına işaret etmektedir. Özellikle karşılıklı değerlendirme ve takdir etmenin grup üyelerinin benlik değerleri ve özgüvenleri üzerinde oldukça olumlu etkileri olmaktadır. Kendilerine benzer diğerlerinin problemlerini tanıyarak bunlara ilişkin birşeyler yapma isteği duyan kişiler hem kişilerarası ilişkilerinde hem de diğerleriyle ilişkiye giren benliklerinde (relational self) olumlu gelişmeler sağlamaktadır.

Birincil Aile Grubunun Düzeltici Yeniden Kurulumu

Terapi grubunun en önemli özelliği aileye benzerliğidir (Slavson, 1973). Grup, ailenin bir kopyası olmamakla birlikte ailede yaşanan duygusal ve ilişkisel zorluklar grup ortamına hemen hemen olduğu gibi taşınır. Dolayısıyla grup terapisinin başlıca amacı, ideal bir ailede olması gereken ilişkilerin yaşanacağı bir ortam yaratmaktır. Bu amaçla üyelerin ilişkiye geçmesi, konuşması, işbirliği yapması, ve birbirlerini karşılıklı olarak değerlendirmelerini desteklemek ana hedefler arasındadır. Böylece grup üyeleri kendilerini yeniden tanımlama ve sosyalleşme olanağı bulurlar. Slavson'a göre grup yaşantısı, kişinin (ya da geçmişte, çocuğun) yaşamı sürdürmeye yönelik ben-merkezciliğini azaltarak kişiyi diğerlerinin yaşamına katılabilecek bir yeterliğe kavuşturma sürecidir.

Terapiye gelen hastaların tümünün ilk ve en önemli gruplarıyla, aileleriyle hiç de doyurucu olmayan deneyimleri vardır. Terapi grubu birçok yönden aileye benzer. Özellikle kadın-erkek terapist-co-terapist liderliğindeki gruplar. Kişi, aile deneyimi tarafından büyük ölçüde şekillenmiş dünyasına bağlı olarak, lider(ler)le ve diğer üyelerle tıpkı bir zamanlar ebeveyn ve kardeşlerle olduğu gibi etkileşime girer. Bu etkileşimde birçok değişik örüntü vardır: liderlere çaresiz bağımlılık, liderlere gerçek dışı atfedilen bilgi ve güç, özerk büyümeyi engelleyen ve aile üyelerini bireysellikten sıyıran liderleri körükörüne red, terapistleri birbirinden ayırma ve aralarında anlaşmazlık yaratma girişimi, liderin korumasını elde etmek üzere diğer üyelerle acı rekabet, lideri saf dışı etmek için diğer üyelerle ittifak, diğer üyeleri memnun etmek için kendi çıkarlarını ihmal etme (Yalom, 1985).

Sorrells (1972), grupta yeni davranışların teşvik edilmesinin gerçek öğrenme yaşantıları haline dönüşebilmesi için kişinin alışageldiği davranış dağarcığının safdışı edilmesi ve tüketilmesi gerektiğini belirtmektedir. Grup yaşantısının anlamlı ve kişinin yaşamıyla ilişkili olabilmesinin koşulu, kişinin grup dışı yaşantısının grupta yansımasını bulabilmesidir. Özellikle grup lider(ler)iyle yüzleşme, yeni davranış ve tutumların gündelik dünyaya aktarılmasının denenmesi anlamına gelir.

Sorrells (1972), yasal ya da biyolojik bağları olmayan bir topluluğu bir gruptan çok bir aile yapan özel bir bir araya gelme biçimini tanımlamak üzere karass terimini kullanmaktadır. Karass, sözel ya da sözel olmayan yollarla kendilerini diğerlerine açan (disclosure) üyelerden oluşan bir topluluktur. Böylece kendilerini birbirlerinin gözleriyle görürler. İnsanları böyle bir yapıda bir araya getiren, hiç kimsenin bir başkasına açılmadan kendini tanıyamayacağı, bilemeyeceği, her birimizin yaşantısının diğerlerinin yaşantılarıyla zorunlu olarak içiçe olduğu düşüncesidir. Böyle bir yapının grup ortamında birincil aile grubunun düzeltici yeniden kurulumunu nasıl sağlayacağını Sorrells şu şekilde özetlemektedir: Kendilikle ilgili kavramların özelliği karşılıklı bağımlı olmalarıdır. Dolayısıyla, kendilerini birbirlerine açan bir grupta (karass) bir ya da birkaç kişi sürekli duygusal güçlük yaşarken diğerleri hallerinden memnun olamazlar. Eğer birileri inciniyorsa herkes inciniyor demektir. Grubun homeostatik bir dengesi vardır ve yaşantıları içiçe örülü ve birbirlerine açılmış üyelerden oluşan bir grup bu dengeyi sağlamak ve sürdürmek üzere çalışacaktır.

Grup, kişilerarası örüntülerin düzeltici yeniden kurulumu için çok sayıda ve çeşitlilikte olasılıklar, fırsatlar sunar. Terapide, sadece aile çelişkilerinin çözümü (relief) değil bunların düzeltici şekilde çözümü önemlidir. Sabitleşmiş roller sürekli olarak keşfedilmeli ve sorgulanmalıdır. İlişkileri irdeleme ve yeni yeni davranışları sınama teşvik edilmelidir. Birçok hasta için terapistle birlikte ve diğer grup üyeleriyle birlikte çalışmak uzun zamandır bitmemiş bir iş üzerinde çalışmak demektir (Yalom, 1985).

Grubun Bir Sosyal Evren Olarak Gerçekliği

Zaman zaman bazı grup üyeleri grubun bir sosyal evren olduğu anlayışına karşı çıkabilir. Gruptaki davranışlarının normal davranışlarını temsil etmediğini söyleyebilir. Grubun olağan olmadığını, kişiyi doğru olarak resmetmediğini öne sürebilir. Hatta terapinin gerçek olmadığını, yapay bir deneyim olduğunu ve kişinin gerçek davranışını yansıtmadığını belirtebilir. Bazı yönlerden bu görüşler ikna edici görülebilir. Bir grup üyesi, diğer grup üyelerini seçmez, üyeler birbirleri için merkez değildir, birlikte yaşamaz, çalışmaz, ya da yemezler. Profesyonel bir mekanda haftada bir ya da iki kez toplanarak bir araya gelir.

Oysa grup, dışarıdaki dünyadan belki de çok daha gerçektir. Grupta sosyal, konumsal ya da cinsiyete bağlı oyunlar yoktur. Grup üyeleri yaşamsal önemi olan deneyimleri birlikte yaşar. Üyeler dürüst olmaya çalıştıkları sürece gerçekliği çarpıtan maskeler düşürülür. Grup üyeleri birçok kez hayatları boyunca hiçkimseye söylemedikleri şeyleri grupta söyler. Grup, aslında yabancılardan oluşan bir topluluk değildir. Tam tersine grup, birbirlerini derinden ve tam olarak tanımaya çalışan bireylerden oluşur. Psikolojik gerçeklik fiziksel gerçeklikle aynı değildir. Psikolojik olarak grup üyeleri periyodik toplantılarda geçirilen süreye göre çok daha fazla bir zamanı paylaşırlar.

 

Kaynaklar

Berg, J. H., & Derlega, V. J. (1987). Themes in the study of self-disclosure. In V. J. Derlega & J. H. Berg (Eds.), Self-Disclosure: Theory, Research, and Therapy. New York: Plenum Press.
Colijn, S., Hoencamp, E., Snijders, H., van der Spek, M. W. A., & Duivenvoorden, H. J. (1991). A comparison of curative factors in different types of group psychotherapy. International Journal of Group Psychotherapy, 41(3), 365-378.
Fenster, A. (1993). Reflections on using group therapy as a treatment modality -why, how, for whom, and when: A guide to clinicians, supervisors, and instructors. Group, 17(2), 84-100.
Flavell, J. (1988). Cognitive Development. N.J.: Prentice-Hall.
Hall, C. S., & Lindzey, G. (1978). Theories of Personality (3rd Ed.). New York: John Wiley & Sons.
Kılıç, C., Özbayrak, K., Uluşahin, A., & Üstün, B. (1996). Therapeutic factors in interactional inpatient groups: Results from a Turkish sample. Group, 20(3), 241-249.
Leszcz, M. (1992). The interpersonal approach to group psychotherapy. International Journal of Group Psychotherapy, 42(1), 37-62.
Mishna, F. (1996). In their own words: Therapeutic factors for adolescents who have learning disabilities. International Journal of Group Psychotherapies, 46(2), 265-273.
Muran, J. C., Segal, Z. V., Samstag, L. W., & Crawford, C. E. (1994). Patient pretreatment interpersonal problems and therapeutic alliance in short-term cognitive therapy. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 62(1), 185-190.
Nicholas, M. W. (1984). Change in the Context of Group Therapy. New York: Brunner/Mazel Publishers.
Runia, E., & Nijenhaus, E. (1995). Experience-sharing as an antidote to dependence-making behavior of general practitioners. International Journal of Group Psychotherapies, 45(1), 17-34.
Safran, J. O., & Segal, Z. V. (1990). Interpersonal Process in Group Therapy. New York: Basic Books.
Slavson, S. R. (1973). An Introduction to Group Therapy. New York: International Universities Press, Inc.
Sorrells, J. (1972). Groups, families and the karass. In W.E. Henry & N. Sanford (Eds.), New Perspectives on Encounter Groups. London: Jossey- Bass Inc.
Tschuschke, V., & Dies, R. (1994). Intensive analysis of therapeutic factors and outcome in long-term inpatient groups. International Journal of Group Psychotherapies, 44(2), 185-208.
Yalom, I. D. (1985). The Theory and Practice of Group Psychotherapy. New York: Basic Books, Inc.

 

 
Herşeyin bir güzelliği var, herkes göremese de...  
  PSİKOLOJİK DANIŞMAN
AHMET VURAL
 
HAFTALIK PROGRAM  
  Hangimiz bir gün yataktan kalkıp da daha akıllı olduğumuzu görmek istemeyiz ki? Bu dilek her ne kadar ütopik olarak görülse de bir bilim adamının yöntemi, 1 hafta gibi kısa bir sürede, zekayı yüzde 40 oranında artırmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Beynin herhangi bir kas gibi olduğunu ve egzersizlerle güçlenebileceğini öne süren İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nin Biyomedikal Bölümü’nden Prof. Mark Lythgoes’in 1 hafta süren programı BBC’de yayınlandı. Programa katılan 100 kişinin IQ’larında, yüzde 40 oranına varan artış görüldü. Bu artış katılımcıların programa katılmadan önce girdikleri testle, programdan sonra uygulanan test sonuçları karşılaştırılarak elde edildi.

İşte bir haftalık program

Cumartesi: Dişinizi her zaman kullandığını elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. Ve gözünüzü kaparatak duş alın.

Pazar: Sabah saatlerinde bulmaca çözün. Ve kısa yürüyüşe çıkın.

Pazartesi: Akşam yemeğinde yağlı balık yiyin. İşe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin.

Salı: Sözlükten bilmediğiniz sözcükleri öğrenin. Ve bunları günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın.

Çarşamba: Yoga, Pilates ya da meditasyon derslerine katılın. Daha önce tanımadığınız bir insanla konuşun.

Perşembe: İşe daha önce kullanmadığınız bir yoldan gidin. Televizyondaki ciddi bilgi programlarını izleyin.

Cuma: Alkol ve kafein tüketmekten kaçının. Alışverişe çıkarken listeyi ezberlemeye çalışın.
 
Bugün 134 ziyaretçi (162 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol